Fatih Durgun’un yazısı
Çoklukta boğulmaya yüz tuttuğumuz çağımızda hakikati aramak için yolda olanlar, belirli temel ilkelere sahip olmanın çabalarına girişmek adına çeşitli denemeler yapmaktadırlar. İlkelerin önemini anlamamız bilgi seviyemiz arttıkça anlam kazanmaya başlar ki nitekim modern insan bu ihtiyacını kafa karışıklığı suretiyle yansıtmaktadır.
Peki ilke demek ne demektir? Geniş bir çerçevesi olan ilke kavramı hakkında kabaca bir açıklamada bulunacak olursak; ilke asıl manada bir şeyin temelini, bütüncül bakışını ve dayanak noktalarını oluşturan şeyi temsil etmektedir. Nitekim tartışmalı bir konu olan ahlak hakkında da belirli bir dayanak noktası olmayan ahlakın ahlak olarak görülmeyeceği yani ilkesiz ahlakın ahlak çatısında değerlendirilemeyeceği söylenmiştir.
Aslında bizler hayatımızda ilke ihtiyacını hissediyoruz ve kimi zamansa bunu; farkında olmadan uyguluyoruz. Mesela bir kitabı okumaya başladığımızda bu kitabı neden okumalıyım ya da yaptığımız herhangi bir eylemin dindeki yerini sorgulayıp araştırmamız tam da bu ilkesel yönelimden kaynaklanmaktadır. İnsan, aciz-i mutlak olması hasebiyle hayatının bütün alanlarında dayanak noktalarına ve ilkelere ihtiyaç duymaktadır.
Toplumsal yaşamda bile çeşitli ilkelerle (ki biz buna kanun diyoruz) hayatımızı kolaylaştırmaya ve düzeni korumaya kendimizi hazırlıyoruz. İşte bu kadar önemli olan ilkeler Üstad Bediuzzaman’ın hayatında da mevcuttur. Hayatındaki çıkmazlarda veya fiillerde üstadı yönlendiren ve onun bakış açısını oluşturan temel ilkeler mevcuttur. Üstad Bediuzzaman (r.a) bu ilkeleri kendi çabalarıyla çağı tanıyıp ve izleyip oluşturduğunu söylemektedir.
Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar'dır. Şöyle ki:
Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfi ile ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismi ile ve esbab hesabına bakmak hatâdır.
Evet, herşeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün'im, san'ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.
Ve keza, nazar ile niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i İlâhiyedir.[1]
Üstadın hayatında öğrendiği bu kelimelerine baktığımız zaman onun ilkelerinden teşekkül eden belirli bir sistemini görmekteyiz. Nitekim birinci kelam baktığımızda, mânâ-yı harfi ve Mânâ-yı ismi ile üstadın insanların bir bütün olarak gerek sebepler gerekse masnuatta çoğunlukla zahire takılıp kaldıklarını bir çok risalelerinde açıklamaktadır. (Tabiat Risalesi ve altıncı mesele vb.) Bu ilkeden hareketle üstadın hayatının bütününde bu ilkeleri uyguladığını üstadın başına bir olay geldiğinde direk kadere havele etmesi ya da herhangi bir olayda o olayın Cenab-ı Hakk’a bakan veçhesini keşfi tamda bu ilkelerden yola çıkarak değerlendirildiğini göstermektedir.
Diğer kelimeler olan niyet ve nazarda da üstadın açıkladığı üzere fillerin ve davranışların temelini oluşturan niyet ile bir kimsenin harekete geçmesine sebep olan itici gücü anlamaktayız. Asıl manada bütün fiiller belirli bir gaye adına yapılmaktan çok kazanılmış alışkanlıkların sonucunda yapılmaktadır. Günlük rutin ihtiyaçlarımızı karşılarken yaptığımız şeyler gibi. Fakat yine üstadın hayatını incelediğimizde niyetin önemini üstadın yaptığı bütün fiillerin Allah’ın (cc) adıyla yapması o fiili uygulayamasa da Cenab-ı Hakk’a tevekkül ederek niyet etmesi bu durumu gözler önüne sermektedir.
Nazar konusu insan çalışmalarında, bakış açısı (perspective) suretiyle kendini izhar etmektedir. Matemli bir insanın kainatı matemhane-yi umumiye şeklinde görmesi hakikatinden hareketle basit bir ağaç farklı nazarlada farklı şekillerde algılanmaktadır ki buna örnek ressamlık bakışına sahip olan bir kimsenin o ağaca tablo bakışıyla bakması, şairin şiirsel bir ahenkle değerlendirmesi veya bir botanikçinin o ağacın bütün yapısını görmesi bunu net bir şekilde göstermektedir. Demek ki nazarları kesrete çeken insanların bakışları vahdette buluşturulursa o nazarlar ne kadar farklı yerlerden baksalar da farklılaşacak olan tek şey o ağacın görüntüsü olacaktır, yoksa ağacın mahiyeti tüm nazarlarda aynı şekilde anlama kavuşacaktır. Bu nedenden ötürü üstadın hayatında tüm bu saydığımız ilkelerin bağlı olduğu temel ilke ise tevhiddir. Bütün ilkelerin temelini oluşturan tevhidi hayatında uygulamayı başarmış nadide şahsiyetlerden biri olan üstadın tarihçe-i hayatı tevhidi ilkeyi hayatında eritebilmiş bir kimsenin sergüzeşt-i hayatından başkası değildir.
“Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”[2]