Alimler ilmin izzetini korumuşlar. Müstebid ve zalimlere boyun eğmemişler.
İslam tarihi bu tür şeref levhalarıyla doludur. Sürgün edilmiş, cezaevine konmuş, kırbaçlanmış ve hatta öldürülmüşler. Onlar yine taviz vermemiş ve imanlarının gereğini azimle yapmışlardır.
Kur’an-ı Kerim’den sonra İslam’ın temel kaynağı Sahih hadis kitabının sahibi İmam Buhari’dir. Buhara’da Hicri 194’de doğmuş, Semerkant yakınlarında 256’da vefat etmiştir.
Küçük yaşta 70 bin hadis ezberlemiş, yüzünde tüy bitmeden ilmi tamamlamıştır.
Nişabur’dan memleketi olan Buhara’ya geldiğinde görkemli bir karşılama yapılmıştı. Gelir gelmez hadis rivayetine başlamış, büyük ilgi görmüştü.
Buhara valisi, Halid ibnu Ahmed de ilgi gösterir. Kendisi ve çocuklarına hususi ders vermesi için elçi gönderir. Buhari şu cevabı verir:
“İlim ve hilim evine gelinir.” Bunu demekle, ilmin kimsenin ayağına gitmediğini, onu isteyen ilmin bulunduğu yere gittiğini hissettirir.
Vali çocuklarına hususi ve kimsenin katılmayacağı şekilde ders vermesini elçi vasıtasıyla bildirir. Buna karşı da Buhari şöyle cevap verir:
“Ben dersime bazılarını alıp, bazılarını da almamazlık edemem”.
Hatibu’l-Bağdadi hadiseyi anlatırken Buhari’nin şöyle dediğini yazıyor: “Ben ilmi zelil kılamam (ayağa düşüremem), onu (ümerânın) kapılarına, sultanlara götürmem. Şayet ilme ihtiyaç duyuyorsan, mescidimdeki veya evimdeki derslerimde hazır bulun. Söylediğim şartlarda derslerimin devamını istemiyorsan sen Sultansın, yetki sahibisin, beni ders vermekten menedebilirsin. (Ben ya dediğim gibi derslerime devam ederim ya da dersi terkederim.) Bu da bana Allah nezdinde, kıyamet günü dersi kesişim hususunda bir özür olur. Ben ilmi kendi arzumla kesmem.
Çünkü Resulullah (a.s.m) ‘Kim kendine ilimden sorulur, o da gizler, söylemezse kıyamet günü ateşten bir gemle gemlenir’ buyurmuştur.”
Vali bunun üzerine bahane arayarak İmamı Buhara’dan sürer.
Bediüzzaman da bir çok zalime direnmiş, hakkı müdafaa etmiş, taviz vermemiştir. İdam mı edilir, zehirlenir mi, hapse mi konur hiç aldırmaz.
Bilinen bir hadiseyi tekrar beraber takip edelim.
Abdurrahim Zapsu anlatıyor:
"Bediüzzaman Sibirya'da iken ben de Bakü'nün Nargin Adası'nda idim. Sibirya'nın en büyük esir kampında iken kampı teftişe gelen Nikola Nikolayeviç ile aralarında şu konuşma geçer:
Nikola Nikolaviç:
"Beni tanımadın mı?"
"Evet, tanıdım. Nikola Nikolayeviç'dir. Çar'ın dayısıdır. Kafkas Cephesi Başkumandanı."
"O halde niçin hakaret ettiler?"
"Hayır... Ben kendilerine hakaret etmiş değilim. Ben mukaddesatımın emrettiğini yaptım."
"Mukaddesat ne emrediyormuş?"
"Ben Müslüman âlimiyim. Benim kalbimde iman vardır. Kendisinde iman olan bir şahıs, imanı olmayan şahıstan efdaldir. Ben sana kıyam etseydim mukaddesatıma hürmetsizlik yapmış olurdum. Onun için ben kıyam etmedim."
"Şu halde bana imansız demekle beni, şahsımı, ordumu, hem de milletimi ve Çar'ı tahkir etmiş oluyor. Derhal divan-ı harb kurulsun, isticvab edilsin (sorguya çekilsin)."
Bu emir üzerine divan-ı harb kuruluyor. Karargâhtaki Türk, Alman, Avusturya zabitleri hepsi ayrı ayrı Bediüzzaman'a rica ederek, başkumandana tarziye vermesi için ısrar ediyorlar, verdiği cevap şu oluyor:
"Ben âhiret diyârına göçmek ve Huzur-u Resûlüllah'a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzımdır. Ben imanıma muhalif hareket edemem!.."
Buna karşı kimse sesini çıkarmıyor, neticeyi bekliyor. İsticvab bitiyor. Rus Çarı'nı, Rus ordusunu tahkir maddesinden idam kararını veriyorlar. Kararı infaz için gelen bir manga askeri başındaki subaya, kemâli şetaretle, (büyük bir pervasızlıkla) "Müsaade ediniz, on beş dakika vazifemi ifa edeyim" diye abdest alıp iki rek'at namaz kılarken, Nikola Nikolayeviç geliyor kendisine hitaben:
"Beni affediniz, sizin beni tahkir için bunu yaptığınızı zannediyordum. Hakkınızda kanuni muamele yaptım. Fakat şimdi anlıyorum ki, siz bu hareketinizi imanınızdan alıyorsunuz ve mukaddesatınızın emirlerini ifa ediyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiş, dini selâbetinizden dolayı şâyânı takdirsiniz. Sizi rahatsız ettim, tekrar rica ediyorum, beni affedin."
Bu hadise, Rusya’da esarette yaşanan bir olaydır. İmanı sıradağlar gibi olan Üstad Bediüzzaman hakaret etmemiş, dikleşmemiş ama dik durmuştur.
Bu din böyle fedakarlıklarla safvetini koruyarak bu günlere gelmiştir.