İlim öğrenmek amacı ile yola çıkan cennete giden yola giren kimse gibidir. Çünkü ilim sahibini cennete götürür. Melekler onun etrafında toplanırlar ve ona zarar gelmemsi için kanatlarını sererler. Denizdeki balıklardan tutun gökte uçan kuşlara kadar bütün canlılar ilim talebesi için Allah’a dua eder ve onun için Allah’tan af ve afiyet dilerler.
İlim öğreten ile ilim öğrenenin derecesi birdir. Sevabı da ona göre denktir; ancak âlimin ilimle amel etme fazileti vardır. İlim sahibi bir âlimin en üstün ibadeti öğrendiği hususları muhtaç olanlara öğretmek, ilmin değerini ve faziletini bilmeyenleri ikaz ederek ilme teşvik etmektir.
Birine bir hayrı öğreten onunla amel etsin etmesin sevabını alacağı gibi, onun ile amel eden kimse ameline devam ettikçe elde ettiği sevabın bir misli öğretenin amel defterine yazılır. Böylece öğretenin sevabı öğrenenden daima fazla olur. Âlim ölmüş olsa da öğrettiği ilminden insanlar faydalandıkça amel defteri kapanmaz. Peygamberimiz (sav) “Kim bir hayra vesile olursa işleyen gibi sevabını alır” buyurmuşlardır. Ayrıca “Kim bir hayrı başlatırsa veya bir hayırlı yok açar ve âdet başlatırsa onu işleyenlerin sevabı noksanlaşmadan başlatanın amel defterine de bir misli yazılır. Kim de kötü bir âdet başlatır ve bir yol açarsa orada giden ve o ameli işleyenlerin günahı eksilmeden bir misli de amel defterine yazılmaya devam eder. Böylece hayırlının sevabı, şerlinin günahı artmaya devam eder” buyurmuşlardır.
Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani’l münkerin en değerlisi ve en faydalısı ilim öğretmektir. Şayet insanlar ilmi öğrenmenin ve öğretmenin sevabını bilmiş olsaydılar kan akıtma ve felakete uğrama bahasına onu öğrenirlerdi ve öğretmeye çalışırlardı. Allah-ü Teâlâ peygamberlerine şöyle vahy etmiştir “En çok öfkelendiğim kulum, âlimin değerini bilmeyen ve onu hafife alan, ilme ve âlime değer vermeyen cahil kimsedir” buyurmuştur. Göklerin melekûtunda büyük ve değerli olan ilim öğrenen ve onu başkalarına öğretme çabası içinde olan kimsedir.
İlim öğreten bir âlimin yumuşak huylu, ağır başlı, sabırlı ve çok mütehammil olması gerekir. İlim sahibi cahil kimselere ve ilim öğrettiği talebelere karşı çok mütevazı olmalıdır. Tevazu her insanı yüceltmekle beraber ilim adamını daha da yüceltir ve insanların saygısını kazanmaya sebep olur. İnsanlar ancak mütevazı ilim adamlarından bilgi öğrenmek isterler. Hiçbir insan cahillikle itham edilmek ve hakaret görmek istemez. Bu sebeple kendilerine değer veren ilim adamlarına karşı çok daha saygılı olurlar ve onlardan istifade etmek isterler. Zorba, zalim ve kibirli bir âlim, âlim olma ve öğretmen olma vasfını kaybeder. Dolayısıyla saygınlığını da yitirmiş olur. Bu durumda ilminden istifade edenlerin sayısını da azaltmış olur.
İlim adamı Allah korkusu ile hareket etmelidir. Faydalı ilmin insana sağlayacağı birinci özellik kalbine Allah korkusu yerleştirmek ve ihlâs sahibi olmasını sağlamaktır. İlmin bu vasfından dolayıdır ki yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’tan ancak ilim sahibi korkar” (Fatır, 35:28) buyurmuştur. Allah’tan korkmanın alameti ise haramdan kaçmak ve sözünü fiili ile tasdik etmektir. İlmi ile amil olmayan âlim sayılmaz. Kişiye olgunluk ve tevazu vermeyen, kibir ve gurura sevk eden ve günah işlemeye cesaretlendiren ilim hangi ilim olursa olsun peygamberimizin (sav) “faydasız ilim” olarak nitelediği ilimdir. Bu duruma düşmekten ve ilmin insanı yoldan çıkarmasından Allah’a sığınmak gerekir.
Hz. Ali (ra) “Gerçek ilim sahibi insanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşürmeyen, Allah’ın azabından emin kılmayan, günahları işleme konusunda cesaret vermeyen ve insanları Allah’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerime yönlendiren kimsedir” buyurarak ilim sahibinde bulunması gereken vasıfları saymıştır.
“Anlaşılmayan ilimde, düşünülmeden yapılan okumalarda ve tefekkürden uzak, cehalet eseri olan ibadette hayır yoktur” denilmiştir. Çünkü insan bilmeden ibadetini fesada verir. İbadetin kabulünün şartlarından birisini cehaletle terk eden ibadetin sevabından ve faziletinden mahrum kalır. Bu sebeple ilimsiz ibadette hayır ve sevap olmaz. En azından ibadetin makbuliyetinin şartı olan “Niyet ve İhlas”dan yoksun bir ibadet baştan ölü doğar.
Bir insanın gerçek ilim sahibi olmasının alameti, dinde ve ilimde derinliğe sahip olmanın şartı “tevazu ve hilim” sahibi olmaktır. Mütevazı insanlara değer verir, halim olan da yumuşaklıkla muamele ederek insanların kalplerini kazanır. Böylece “göze bakıp kalbe hitap eder.” Bu şekilde ilim dilden çıkar ve kalbe yerleşerek tesirini bedende gösterir ve ruhun terbiyesini sağlar.
Oyun ve eğlenceye düşkün olmak ve malayani ile meşgul olmak ilim sahibine yakışmaz, böyle bir âlim de insanlar arasında saygın olmaz. İlimin birinci basamağı dünyanın fani, ahretin baki olduğunu bilmektir. Bu sebeple dünyaya değer veren ve dünyalık peşinde koşan bir âlimin ilminden insanlar istifade etmezler. Çünkü “bütün hataların başı dünya sevgisidir.”
Yüce Allah ilmi vahiyle peygamberlere öğretir ve onlara insanlara hizmet etmeleri şartını koşar. Her peygamber kavmine hizmet etmiştir. İnsanlara hizmet etmeyi şiar edinmişlerdir. İnsanlar ancak bu şekilde onun ilminden faydalanmışlardır. Nitekim Hz. İsa (as) “İnsanlara hizmet etme hakkı olan ilim sahipleridir. Ben nasıl havarilerime hizmet ediyor ve onların ayaklarını yıkayarak tevazu gösteriyorsam, onlar da insanlara hizmet ederek gönüllerine girmeli ve ilimlerinden onları faydalandırmalıdırlar” demiştir.
Hikmet binası tevazu ile kurulur, kibirle değil. Görmez misiniz ki güzel ekinler düz ovalarda yeşerir, sarp dağlarda değil. Sular daima yukarı dağlardan aşağılara akar ve denizlerde birikir. Bunun için Hz. Ali (ra) “Ey tâlib-i hakikat! Âlimin üç vasfı vardır, birincisi doğru ve hakikate mutabık ilim; ikincisi, tevazu ve mahviyettir; üçüncüsü ise, uluorta konuşmamak ve peşin hükümlü olmamaktır. Kendisinde ilim olmadığı halde iddia sahibi olan kimsenin de üç alameti vardır. Kendisinden daha bilgili olanla kavga eder; kendisinden aşağı olana zulmeder; nerde bir zalim varsa ona destek olur ” demiştir.