İmam-ı Rabbani ve Müceddid-i Elif-i Sani olan Ahmed-i Faruk-i Serhandi (ra) Tarikatta müceddid olduğu gibi şeriatta da müceddittir. Tarikatların şeriat dairesi içinde kalması ve hakikatten nemalanması gerektiğini ifade etmiştir. Peygamberin (sav) sünnetini muhafaza etmenin önemini izah etmiş ve şeriatın bir hakikatini ve bir adabını muhafaza etmeyenin ibadetinin önemsiz ve değersiz olduğunu açıklamıştır.
Manevi makamları ve bu makamlara ulaşmanın yollarını izah etmiştir. Tarikatta seyr-i sülûk ve makamlardan geçmek vardır. Ancak İmam-ı Rabbani Farzları yapıp haramlardan kaçan ve peygamberin sünnetini esas alanların tarikatın seyr-i sülukuna ihtiyaç duymadan tarikatın makamlarından daha yüce makamlara çıkabileceklerini söyler. “Öyle makamlar vardır ki, cezbe ve süluk onlara yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek ve pek kıymetlidir” der. Bu yüce makamın sahabelerde göründüğünü belirten İmam-ı Rabbani “Bu makam sahabe-i kiramdan sonra ahir zamanda gelecek olan Mehdi’de görüneceğini” belirtmiş ve “Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse bu makamdan haber vermiştir” buyurur.
Sahabe-i kiramın peygamberin (sav) sohbetinde bir an bulunmakla erebileceğini belirtir. Zira bu makamlar imanın inkişafına, farzların yapılmasına, haramlardan kaçmaya ve sünnet-i seniyyeye göre yaşamaya bağlıdır. İmam-ı Rabbani bu hususları şöyle ifade eder:
“Tasavvuf yolculuğunda, her makamın, ayrı bilgileri, marifetleri, hâlleri vardır. Her makam için ayrı vazîfe, zikir ve teveccüh lâzımdır. Bazı makamda zikir, başka makamda Kur'an-ı kerim okumak, namaz kılmak, bazısında cezbe, bazısında sülûk, bazısında ise bu nîmetim her ikisi vardır. Öyle makamlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makamlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin Eshâb-ı kirâmının hepsi, bu makamlara kavuşmuş, bu büyük nîmet ile şereflenmiştir. Bu makamların sahipleri, başka makamların sahiplerine benzemez. Başka makamların sahipleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makam, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Hz. Mehdîde görünecektir. Tasavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu makamdan haber vermiştir. Bu makamın ilimlerinden, marifetlerinden söyleyen ise, yok gibidir. Bu makam, Allahü teâlânın, öyle büyük bir nîmetidir ki, dilediği, seçtiği bahtiyârlara nasip olur. Eshâb-ı kirâm bu pek yüksek mertebeye, daha ilk sohbette ayak basardı ve zamanla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu nîmet ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetiştirmek isterlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilim ve marifetlerini atlattıktan sonra, bu devlete eriştirirler. Bu mertebelere yetişebilmek, insanların en üstününün sohbeti ile mümkün olabilir. Onun izinde gidenlerden pek az kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaştıran nispet ile, yol ile şereflenir. Cezbe, sülûkten önce olduğu zamanlarda yaptıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçta gösterilir, tattırılır.” (İmam-ı Rabbani, Mektubat, 1. Cilt, 32. Mektup)
İmam-ı Rabbani, ahir zamanda geleceği müjdelenen Mehdi’nin (ra) velayetin en yüksek derecesinde olacağını, bunun sebebinin de sıfatı olan ilimden kaynaklandığını özellikle belirtir. (Mektubat, 1. Cilt, 251. Mektup) Muhiddin-i Arabî’de (ks) Mehdi’nin ilminin Hz. Ali’nin (ra) ilminden mülhem “Marifetullah” ilmi olduğu için bütün ilimlerden üstün olduğunu ve “ilimlerin şahı ve padişahı olan iman ilminin” üstünlüğünden kaynaklandığını belirtir.
Sonuç olarak ahir zamanda gelecek olan Mehdi (ra) ilimle ve bilhassa “Marifetullah” ilmi ile tanınıp bilinecektir. Bu ilim ilimlerin şahı olduğu ve bu ilim peygamberimizden (sav) Hz. Ali’ye intikal etmiştir. Hz. Ali (ra) peygamberimizin ilmine varis olduğu için ilim sıfatı ile tanınmıştır. Mehdi de Hz. Ali’nin manevi evladı olduğu ve ilmine varis olduğu için “ilim sıfatı” ile tanınacaktır. Zaten peygamberimiz (sav) “Ahir zamanda ilim kalkar. Neslimden Mehdi gelerek ilmi yeniden ihya eder” buyurmuşlardır.