Bediüzzaman 1918-22 yılları arasında İstanbul Sarıyer’de bir halvethanede kalır. Orada İmamı Rabbani’nin Mektubat’ını okur, Gavs-ı Geylani’nin de Fütuh ul Gayb isimli eserini. Bediüzzaman’ın mekanlarını ve o mekanlara kattıklarını ve mekanlardan aldıklarını yazdığımız gibi onun etkilendiği şahısları ve kitapları da görmezlikten gelemezdik, aslında büyük bir biyografi çalışması bütün bunları içinde barındıran bir eser olacaktır. Bu babayiğit biyografi kaleme almanın teknik donanımlarına haiz birini Allah yetiştirip gönderir diyelim, tıpkı Bekir Abi’yi yetiştirip gönderdiği gibi. Bediüzzaman’ı anlatan kitaplar büyük oranda yığma ve bilgilerin biyograf mantığına göre sıralanmadığı eserler, ortada çok hammadde ve ham bilgi var bekleyelim onları armonikal, insicamlı bir biyografiye çevireni görelim.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani, Efendimiz Şeyh Ahmet Ömeri Faruki nesebi, paklık meşrebi, Hanefi mezhebi, Nakşibendi tarikatı, doğum yeri Serhend. Serhend’de 1563’de Aşure günü doğmuş. Hindistan’ın Lahor kentine bağlı bir yer. İlmini babası Mevlana Şeyh Abdülehad’den aldı, daha başka da ders aldığı şahıslar var. Kadiri, Sühreverdi, Çeşti tarikatlerinde babası ona irşad izni verdi, halife yaptı. Diğer tarikatlara göre Nakşibendi tarikatını daha mükemmel buldu ve o yolda ilerlemeye azmetti.
Arif-i kebir, mürşidi Münir Mevlana Hace Muhammed Baki ile buluştu. Bu zatı şeyh imamı şehir, hümam-ı nihrir Mevlana Hace Emkineği Buhara’dan Hindistan’a yollamıştı. Sebebi İmam-ı Rabbani hazretlerini yetiştirmesi idi. Mevlana Halid, Nakşibendi, İmamı Rabbani hep ilahi bir rahleye davet edilmiş hocaları ve zekaları yapacakları tecdide uygun şekilde yine Rabbani bir ihzariye ortaya konmuşlardı, ama Bediüzzaman farklı idi, onun yetişmesinde bir hocası yoktu, ona ilmi vereceğini Seyyid-i Kainat, zübde-i hilkat, menba-ı kemalat, en şuurlu seyirciyi kainat, maveranın kaşifi, hülasa-ı irfan ve fazilet, Habib-i Rabbül alemin, bütün medih ve sena cümlelerinin aciz kalacağı Cenabı Resullullah vaat etmişti. “Ümmetimden sual sormamak şartı ile sana ilim verilecektir…”
İsmi geçenlerin programları gideceği mekanlar ve hocaları vardı ama Bediüzzaman sevki ilahi ile ilme koşturulmuş alması sentezlemesi , özetlemesi , yorumlaması lazım gelenleri biri kulağına mı üflemişti, ortada bir ikinci şahıs yokken o kendisi seçmiş kendi belirlemiş ortaya çıkmıştı. İşte Üstadım demeye hicab ettiğim- adama sorarlar üstadım dediğin yolunda ne yaptın, herkes aldığına göre adamdır- bu büyük adam böyle farklı bir insandı, farkın ötesinde bir fark fark kelimesinin ifade edemeği bir fark, neylesin buna çerhi fani.
İmam-ı Rabbani hazretleri ondan Nakşibendi tarikatı için el aldı, o yolda devam etti. İki ay bir hafta gibi çok az bir süre içinde arzu edilene erdi. O kadar ilerledi ki muradiyet, mahbubiyet, kemal ve tekmil makamlarını şeyhi onda müşahede etti. Müridlerinin irşat işini ona bıraktığı gibi kendi özü için dahi ondan fayda talep etti. Onun hakkında şöyle dedi “o kutb-ı azamdır.” Bediüzzaman üç ayda, Mevlana Halid beş buçuk ayda, İmamı Rabbani iki ay onbeş günde kemalat ve irfan ve ilim mektebini bitirdiler. Hani cenabı Hazreti Mevlana için denmiş ya “Peygamber değil ama kitabı var.” Peygamber değiller ama peygamber gibi gönderilmiş insanlar, maverayı kainatta hazırlanmış ete kemiğe büründürülmüş gönderilmişler.
Resulullah O’nun geleceğini haber verdi. “Ümmetimin içinden bir erkek gelecektir, ona sıla denir, niceleri onun şefaatine dahil olur.” Bunu Hazreti imamın kendisi de belirtir. “Allah’a hamdolsun beni iki deniz arasında Sıla kıldı, aydınlık veren tüm nurlarını almaya istidadlı eyledi.” Kamil Şeyh Mir Hüsamettin rüyasının anlatır. Peygamberimiz rüyada buyurur: “Ben ümmetim içinde onun varlığı ile övünüyorum, iftihar ediyorum. Allahü taala onu ümmetime müceddid kılacaktır.” Bediüzzaman onu birinci hocalarından addeder. Şeyh Hace Emkineği şöyle der. “Hint tarafından bir kimse çıkacak asrın imamı olacak. Şeyh Muhammed Baki Billah, Hazreti Rabbani’ye geleceği müjdelenen kimse sensin der. Bir başka olay da şöyledir. “Kudvet ül Kamilin Şah Kemal Kuteyli torunu arif-i Rabbani Şah İskender’e bir cübbe emanet etti. O zat bu cübbeyi torununa emanet ederken şöyle dedi. “Müceddid İmam-ı Rabbani zuhur ettikten sonra, rüyada torununa “Cübbenin ehli odur, ona ulaştır”emrini verdi. Böyle bir olay Bediüzzaman da da vardır. Mevlana Halid’in cübbesi torunlarından Bediüzzaman’a intikal eder, bu tecdid silsilesinin bir mütearifesi demekki.
İmam-ı Rabbani, dini ilimleri yayar. Çevrede marifet babında yakine dayanan haleri açıklıyor, velayet, nübüvvet, risalet mertebelerini azm sahibi büyüt zatların kemallerini, hullet ve muhabbet derecelerini izaha çalışır. Zat ve şuun ile onun eşya ve olaylar şeklinde görülen tecellilerini sırlarını beyan eder. Bütün bunlar Bediüzzaman’ın da faaliyetleridir.
Şuhuda dayalı tevhid hali ile hallenir. Bediüzzaman şuhudi iman yani görünen eşyayı yorumlayarak Allah’a iman metodunu kullanır. Herşeyden ilke rücu eder, her iki zat da. Biri ikinci bini yenilemiş , Bediüzzaman ise son ve büyük yenileyicidir, müceddid-i azamdır. Bediüzzaman müceddid olanlarla irtibatlıdır, Şahı Geylani, İmamı Rabbani, Nakşibendi, Halidi Bağdadi onlar özel hamurları olan kişilerdir. Bediüzzaman bu zinciri hiç ihmal etmez. Onlar velilerin irfanı, alimlerin ilminin ötesindedirler. Bir keresinde şunları söyler “Resulullah bana müjde verdi. Sen kelam ilminde müçtehidlerdensin. Allah ü teaala senin şeaatinle binleri bağışlayacaktır.” Yine buyururlar “Kur’an-ı Kerim’in manası, kapalı ayetlerdeki gizlilikler, sure başlarında geçen tüek tek harflerdeki sırlar bana açıldı. Onlardan her harfin altında, Yüce Zat’a delalet eden ilimlerden bir umman buldum. Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir Geylani’den büyük yardım kendisine geldiğini söyler. Bu zat Bediüzzaman’a da yardım etmiştir. Bütün meşayih silsilesinin makamlarını gezmiştir.
Bediüzzaman da bir arayış dönemi geçirmiş ama o tevhidi kıble ederek kendine has bir yol belirlemiştir. Bütün olanlar Resulullahın manevi veraseti ile olmuştur. Allah bana hidaşet işinde büyük güç verdi der, kuru ağaca teveccüh etsem yeşillenir. Der. Kendisi İmam Mehdi’nin kendi münasebet silsilesinden geleceğini beyan eder ki bu Zat Bediüzzaman’dır. Bedi üzzaman bu Zat ile çok bağlıdır, eserlerinde ondan çok bahseder. O “yaratılışım Resulullahın artan toprağındandır” der ki gerçekten onlar ve Bediüzzaman bu topraktandır, özel bir topraktır. Sair veliler gibi değiller.Bediüzzaman bu zinciri bilir, bu toprağıninsanlarını.
Kalbin selameti ancak Yüce Hakk’ın zatından başkasına iltifat etmemekle mümkündür”der. Kalbin ilacı “yabancı sevgisini kalpten silip onu temizleyecek cilaların en güzeli Resullullaha tabi olup onun yolundan gitmektir.” Hayret makamı aynel yakin makamıdır, Bediüzzaman da hayreti gözlemlerinde kullanır, bu aynel yakin Bediüzzaman’ın iman taliminde özel bir durumdur. Fikir yürütmeyi hastalık , afet bulunduğu zamanlarda zaruri görür. Bediüzzaman da afet ve hastalık asrında geldiğinden fikir yürüterek aklı ve ona bağlı melekelerini tamir eder.Çünkü iki zatın asırları başkadır. Masiyetle kirlenen in marifet tahsili zor olur, bu şüzden tezkiye gereklidir , yani günahlardan arınmak. Kalbin ve aklın marazlarından kurtulmadan imanın hakikatları tahsil edilmez, nefsin tezkiyesi gerekir.O hacegan tarikatların nihayeti bidayetine derc edilmiştir. Bediüzzaman ise bütün bunları dışında istisna ve mükemmel bir farklılıktır.
İmamı Rabbani 1624 tarihinde öteye göçtü.
Bediüzzaman onun Mektuplarını Sarıyer’de halvethanede okumuştur. “Boğaz tarafında Sarıyer’de bir halevthane kendime buldum İmamı Rabbani Mektubatiyle bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti.“ (Onuncu Rica) Mektuplar iki cilt halinde Çelik yayınevi tarafından yayınlanmış. 534 mektup, iki cilt 1758 sahifeden oluşuyor. Çok hacimli bir kitap. Bediüzzaman oradaki zatı hitapları ile kendine bir enis, ünsiyet edilen bir zat olarak kabul eder. Bu ünsiyet onun zatı ile alakadar olduğu kadar hayata alıştığı keşmekeş türü hayattan yeni bir hayata da ünsiyet olarak alınabilir. İmam mektuplarda şefkatli bir tarz takib eder, bu yüzden Üstad onu bir müşfik olarak görür. Kendinin de demek şefkati ihtiyacı vardır. Zaten esaret dönüşü doktora gitmiş ve bazı tavsiyeler almıştır. Halvet biraz da o yüzdendir, o ülkenin yeni bir dünyaya doğru gidip klasik dünyadan kopacağını görmüştür, çünkü Mondros mütarekesinden Osmanlı tamamen yıkılmış, yerine üç beş yıl sonra yeni bir devlet kurulacaktır.
Bediüzzaman bu ara dönemde geleceği ya görmüş ya da sevki ilahi ile yeni döneme yeni bir ruhla katılmak için halvethaneyi seçmiş iki büyük zatın öğretmenliği ile yeni Said’e inkılab etmiştir.Mektuplar bir hocanın öğrencisi ile konuşması kabilindendir eğitim tarihimizde yer alması gereken bir kitaptır, mürit veya öğrenci şeyh veya öğretmen aynı şeyler söylenenler öznenin değişimi ile mahiyet değiştirmez. Bu kitapların eğitim tarihimizde yer almaması yüzünden batıya ve batının şahıslarına göre dizayn edilen bir nesilden bu gördüğümüz nesil çıkar. Sekiz yıl muhafazakar iktidar zamanında eğitim sisteminde ve derslerde , temalarda bir değişiklik olmamış, daha çok şey yapılacakken bir de ihtilaflar doğmuştur, Allah yardım etsin işin aslını,yapılacak işleri düşünenlere.Bediüzzaman’ın okuduğu bu kitabı onun talebesi olan herkesin değil ama bu işe kendini vermiş kişilerin bir defacık okuması gereker zannederim. Bu bir tavsiyedir.
Mektuplar İmamın keşif ve malumat dalgalarından sudur etmiştir, kemal zamanına varmaya başladığı anlardan vefatına kadar hayatı bu mektuplarda izlenebilir. Kendisine yazıp soralardan kabiliyetlerine gayb aleminden kendisine gelen zuhurata göre olmuştur. Konulardı şöyledir. Ahirette yararlı olacak şeylere, ahiretin yüksek derecelerine erme babında teşvik ve bunları sevdirmek. Vaaz ve nasihatler, bunların içten kabülünü beyan. Resulullahın sünnetini yerine getirmek yolunda teşvikler. Mektuplar Efendimizin (asm) sünnetine tabi olma nurundan iktibas edilmiştir. Sünnetinin ağacından toplanmış meyvelerdir. Adab-ı Nebeviyenin faydalı sofralarından gelenlerdir. Onlar şu Hadiz-i Şerif yolunda gelmiştir. “ İlmin öylesi vardır ki gizli hazine gibi bilinmeden durur. Onu ancak Yüce Allah’a karşı irfan ilim sahibi olanlar bilir. Onlar bu ilmi söyledikleri zaman, yalnız Allah’a karşı gurura kapılan kimseler inkar ederler.” Bir başka Hadis’de buyurulur. “Bir kimse bildiği ile amel ederse Allah onu bilmediğini bilmeye varis kılar.”
Bu ve benzeri zatların eğitimi Resulullahın şu hadisi ve ahvali doğrultusundadır. “Rabbim bana sual sordu cevap vermeye gücüm yetmedi. Şekilsiz ve sınırsız olarak kudret elini iki omuzum arasına koydu , onun serinliğini duydum. İşte o zaman beni evvellerin ve ahirlerin ilmine varis kıldı. Bu arada bana çeşitli ilimleri belletti. Bir ilim için saklanması hususunda benden söz aldı, zira o öyle bir ilimdir ki benden başkası onu taşımaya güç yetiremez. Diğer bir ilim için dahi beni serbest kıldı. Bana Kur’an öğretti, Cebrail onu benimle müzakere eder. Bir başka ilmin ise avama ve havasa tebliğine beni memur eyledi.”
Şeyh Abdugani Nablusi anlatır “Resulullahtan iki dolu kab aldım, onların birini dağıttım, diğerlerini dağıtacak olsam boğazımı koparırlar” der.
Mektuplar imamın üç arkadaşı tarafından toplanıp düzenlendi. Farisi dilde yazılı şekli ile uzun süre kaldı. Bediüzzaman aslından mı okumuş yoksa başka bir türlü mü bilmiyoruz. Okuduğu kitaplar nerdedir onu da bilmiyoruz. Mektupları tercüme eden zat istihare ve işaretle bu iyi yapmış. Kitabı Arapça aslından Abdülkadir Akçiçek çevirmiştir. Esere Ömer Kirazlı bir tetkik ve takdim ilave etmiştir.
Eğer Allah nasib ederse bu 1760 sahifelik eseri okumak ve özetini yayınlamak, isterim, çünkü Bediüzzaman’ı yeni bir kişiliğe ve dünyaya idhal eden mektupların meşrebimce okunması gerekir fikrindeyim. Bediüzzaman okyanusunun etrafında himmeti kasır yaşamak makbul bir tutum değil, geçinmek başka geçmek başka. Allah Tevfik ihsan eylesin. Eserde eğitim o kadar ağırlıklı olarak işlenmiş ki bizim dünyamıza uygun bir talebe ve öğrenci münasebetleri var, arızalı tutumlar karşısında nasıl davranılması konusunda bir arkadaş gibi Hazreti imam yol gösterir. Bu kitaplar üniversiteye girmediği sürece biz hep batının bize farklı dünyasında kalacağız kalakalacağız. Gerçek iktidar bu fikirlerin gençliğimizi hayat karşısında muktedir yaptığı zamandır. İşini yapmayanlar dedikodu yapar veya ihtilaf çıkarır.