İman edenler arasında çirkin şeylerin yayılmasından hoşlananlar

Şeyma GÜR

“İman edenler arasında çirkin şeylerin yayılmasından hoşlananlar..” (Nur:19)

 

Bu ilk değil. Son da olmayacak. Toplumu ifsad etmek isteyenler bunu hep yapacaklar. Müslümanların teveccüh ettiği mühim şahsiyetleri yıpratmak, çürütmek, hüsn-ü zanları ve hürmetleri kırmak, değerleri târ-ü mâr etmek için her dönemde çeşitli tuzaklar kuruldu, kurulacak. Mühim olan; müslümanlar bu tuzakları fark edecek mi, boşa çıkaracak mı, yoksa her seferinde öyle veya böyle oltaya gelecek mi?

 

Vicdanları rencide eden çirkin bir haber yayılmaya çalışıldığında müslümanın tepkisi ne olacak? Madem kendimize müslüman dedik, madem Allah bize imanı sevdirdi ve onu kalplerimizde süsledi; inkârı, günahı ve isyanı da bize çirkin gösterdi, madem Kur’an ile yaşamaya azmettik, madem ölçülerimizi, tarz-ı harekâtımızı Kur’an ve sünnet ışığında oluşturacağız, öyle ise şu, vicdanlarımızı inciten gelişmeler karşısında da hemen Kur’an’a koşalım, Rabbimiz ne diyor bakalım:

 

İşte ilk adım: Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber  getirecek olursa onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa sataşır da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat:6)

 

Aynı surenin 12. âyetinde ise müslüman kardeşin hakkında su-i zandan men ediyor, “ya doğruysa” diye düşünmeyi bile reddediyor, hatta araştırmayı bile yasaklıyor:

 

“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.”

 

Nur Suresi 12 ve 16. ayetlerinde ise refleks hızında olması gereken tepkimiz bildirilmiş:

 

“Onu işittiğinizde, mü'min erkekler ve mü'min kadınların birbirleri hakkında iyi şeyler düşünerek "Hâşâ, bu düpedüz iftiradır" demeleri gerekmez miydi?... Onu işittiğiniz zaman "Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" deseydiniz ne olurdu!”

 

Müslümanlar hakkında ortaya atılmış haberleri dillerine dolayanlar, hatta mizah konusu yapanlar bir de bu ayete baksınlar:  

O vakit siz bu iftirayı dilinize doluyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızla söylüyor ve bunu kolay bir iş sanıyordunuz. Oysa bu Allah katında pek büyük bir şeydi.” (Nur Suresi:15)

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri de bütün neticelerini sıralıyor:

“Gıybetin en fena ve en şenîi ve en zâlimâne kısmı, kazf-i muhsanât nev’idir. Yani, gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadın hakkında zinâ isnat etmek, en şenî bir günah-ı kebâir ve en zâlimâne bir cinayettir, hayat-ı içtimâiye-i ehl-i imanı zehirlendirir bir hıyanettir, mesut bir ailenin hayatını mahveden bir gadirdir.”

 

Evet bu tür haberlerin yayılması sadece münferid bir tecavüz, bir zulüm değil, ehl-i imanın hayat-ı içtimaiyesi için de bir zehir!.. Tevfik İleri’nin dediği gibi: “Bir toplumda ahlaksızlık yüzde 10 olduğunda o toplumda ahlaksızlık hakim hale gelir.” Yapılmak istenen tam da bu gibi görünüyor..

 

Bediüzzaman Said Nursi ayeti tefsir etmeye devam ediyor: "Onu işittiğinizde, ’Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır’ demeniz gerekmez miydi?" (Nur:16) şiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüş dört şahidi gösteremeyen, merdûdü’ş-şahadettir; ebedî şahadetlerini kabul etmeyiniz. Çünkü yalancıdırlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüş dört şahidi gösterebilir? Kur’ân-ı Hakîm bu şartı koşturmakla, "Böyle şeylerde şakk-ı şefe etmeyiniz,(ağza almayın) bu kapıyı kapayınız demektir." "İman edenler arasında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için dünyada da, âhirette de acı bir azap vardır.  (Nur:19) tehdidiyle, öyleleri münafık gibi ehl-i imanın hayat-ı içtimâiyelerini böyle işâalarla ifsad ediyorlar, ifade ediyor. Ve bilhassa böyle gıybet ehl-i namus ve ehl-i haysiyet hakkında olsa ve bilhassa ehl-i ilim hakkında olsa ve bilhassa akıldan hariç bir tarzda olsa...” (Barla lahikası)

 

(Cübbeli Ahmet Hoca önceki gün hapishaneden mesaj göndermiş ve "Nurcu kardeşlerim dolduruşa gelmesin" demişti.)

 

Peki ya aslı varsa? Varsa ve dile doluyorsak zaten o da gıybet olur. Hem de bir kötülüğün yayılmasına yardım etmiş oluruz. Çünkü hayasızca işler konuşuldukça insanlar böyle şeyleri yadırgamaz hale gelir. 

 

Kişi, işlediğini alenî işliyorsa buna mücahir denir; onun gıybeti olmaz. Fakat Müslümanın gizli kalmış günahını ortaya çıkarmak bizim işimiz değildir. Mahkeme kararıyla ortaya çıkarılması da birşey değiştirmez; çünkü mahkeme, kararını Allah'ın kitabına göre vermiş değildir.

 

Böyle konularda hiç konuşmayan kimse, iddialar (farzımuhal) doğru çıksa bile bir zarar etmez. En azından, gıybetten korunmuş olur.

 

Tam tersine böyle çirkin haberlerin üzerine iştiha ile atlayan, konuşarak, yorum yaparak yayılmasına, duyulmasına, kanıksanmasına hizmet eden kimse ise iddialar doğru çıktığı takdirde gıybet günahını üstlenmiş, asılsız çıktığı takdirde ise gıybetin yanı sıra, en şenî bir iftira günahına da ortak olmuş olur.

 

Kısaca; aslının çıkması veya çıkmaması durumunda her iki kişinin durumu şöyledir:

Konuşmayan: kazanç / kazanç

Konuşan: kayıp / kayıp

 

Bu gün vefat etse, imamın “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?”  sorusuna “iyi bilirdik, ehl-i ilim, ehl-i namus bilirdik” diyeceğimiz bir kardeşimize izafe edilen çirkinliği duyduğumuzda refleks olarak "Bunu söylemek bize yakışmaz; hâşâ, bu büyük bir iftiradır" dememiz gerekmez miydi?

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (24)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.