Yıllar önce, içinde hâfız-ı Kur'an olan bir öğrenci grubu ile Kur'an-ı Kerim'in yeni icatlara işaretlerini okuyup mütaâala ederken, hem de hâfız olan bir öğrenci arkadaşın, seslice kelime-i şehadet getirmeye başladığına şahit olmuştum. Biz meraklanıp sorunca, sebebini izah etti. Ben dedi, yıllarca kendime "Mâdem Kur'an beşer için nazil olmuştur, neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet harikalarından açıkça bahis açmıyor" diye sorup durmuşumdur. Halbuki yaş ve kuru ne varsa Kur'an'da olduğunu zaten ayet bildiriyor. Şimdi okunan bu dersten cevabımı alınca, iman da şüphe kaldırmadığından, kelime-i şehadet getirdim, demişti. O zaman şunu biraz anlamıştım ki "iman hizmeti" sadece imansız birinin iman dairesine gelmesine vesile olmak değildi. "İman hizmetinin" şüpheleri izâle etmeye bakan bir yönü de vardı.
Yine yakın zamanda, zamanımızın bir kısmını geçirdiğimiz iş yerinde bir lise öğrencisi, yüzüme dikkatlice bakınca, birine mi benzettin diye sordum. Evet, ama tam çıkaramıyorum,dedi. Hangi lisede okuduğunu öğrenince "Bizi kendi okulunda, bir seminerde dinlemiş olabilirsin."dedim. Tamam, şimdi hatırladım, dedi.Sizin "Bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz, bir köy muhtarsız olmaz" cümlenizi ve "Bir gözlüğün, bir ayakkabının, bir eldivenin yapıcısı olur da gözün, ayağın, elin yapıcısı olmaz mı?" misâlinizi unutamıyorum, demişti.Bunları evde aileme de anlattım ve aklım ikna olmuştu, cümlesini de ilave etmişti.Burdan da ekilen hiçbir imanî hakikatin zayi olmadığını, hiçbir hizmetin de küçük görülmemesi gerektiğini anlamıştım.
Başka çok eski bir öğrencimiz ise,hocam teknik lisede okuyan oğlum, eve gelip namaza başlayacağını bana söyleyince; hem sevindim hem de sebebini sorduğumda "Bizim okula bir öğretmen geldi, bize namaz hakikatını anlatarak yirmi dört saatten birini, ebedî saadetimize sebep olacak namaza vermemenin akılsızlık olacağını izah etti, ben artık bu açıklamalardan sonra,namazsız duramam." dedi.Oğretmeni bana bana tarif eder misin, deyince sizi bana anlattı.Ben de "Oğlum yıllar önce o öğretmen, aynı hakikatleri izah ederek, benim de namaza başlamama vesile olmuştu." dedim. Bu da bana, bu zamanın evlâdının seriüsseyr olduğunu, iman hakikatleriyle kimin ne şekilde, nerde, nasıl muhatap olabileceğinin belli olmadığını, bulunan her fırsatın değerlendirilmesi gereğini oğretti.
Eskisinden yenisine bütün hatıraları, kardeşlerden dinlediğimiz ve okuduklarımızı bir araya getirince eskiden düştüğüm bir hatalı anlayıştan da kendimi kurtarmış oluyorum. İlk dönemde, "iman hizmeti" dediğimizde, mutlaka iman dairesinde olmayanı, iman dairesine getirmeye vesilelik şeklinde anlıyordum. Bu anlayış da beni bazen farklı arayışlara, bazen hayal kırıklıklarına, bazen de mekân değişikliği arzularına itiyordu.
Halbuki Rabbimiz "Ey iman edenler iman ediniz." diye hitap ediyor. Emirdağ Lahikasında Kur'an'ın mucizeliğini izah ve ispat eden 25.Söz için "Her hâfızın elinde bulunmalı." diye tembih ediliyor.Barla Lahikasının başında "ehl-i imanın imanlarını muhafaza gayreti, şüpehat ve evhamdan hasıl olan yaraları tedavi etmek iştiyakı" talebeliğin şartı sayılıyordu.
Demek kazanılması ve muhafazası, ancak bir ömür sürecek gayret, okuma, her an diri bir heyecanla mümkün olan tahkikî ve sağlam bir imanı elde etmek ve onu, ona uzanan yıkıcı günah kirleri ve şüphelerden koruyarak, kabre kadar sağlam tutabilmek için yapılan her fiilimiz, koşuşturmamız, hatta her kıpırtımız, bu iman hizmeti içindedir.
İçinde rızay-ı İlâhiyi taşıdığından hizmetimiz için en büyük kuvvetimiz, uhrevî hesabımızda da en büyük şefaatçımız olan ihlâsı elde etmenin de insana her an Halık-ı Rahim'in huzurunda olma edebi kazandıran tefekkür-ü imaniden gelen bu tahkikî iman sayesinde olduğunu hiç unutmayalım.Böyle bir imanı kazanma ve bunu "muhtaç ehl-i imana kazandırma" yolundaki her gayretimiz, her el tutuşumuz, elbette "iman hizmeti" içindedir.
Uhrevî hizmetlerde, insanın nazarını ihlâsı zedeleyen makam, rütbe, menfaat-i maddiye gibi taleplerinden çevirerek, bunları edebe muhalif bulup insanın yüzünü en mühim esas ve dayanak noktası olan ihlâsa çeviren, işte böyle bir iman-ı tahkikîdir.
Bırak bu imanı elde etmeyi, imanın hadsiz mertebelerinin olduğundan bile birçok mü'min habersizdir maalesef. Şiddet-i takvayı gösteren imanla, en şiddetli emirleri bile kendinde göstermeyen iman aynı mıdır?
Günümüzde imanımıza musallat olan sebeplerin eskisine göre daha arttığını ve insanda hükmeden imanımıza musallat olan nefis, hevâ, vehim ve şeytanı da düşünürsek, maddî vücudumuzun tamire ve takviyeye ihtiyacı olduğu gibi, mânevî hayatımızın merkezinde imanımızın da bu takviyeye ve yenilemeye daha çok; hatta her vakit, her saat, her gün ihtiyacı olduğunu daha iyi anlarız.Serbestçe ve aldırmadan işlediği büyük günahlardan bile pişmanlığı görülmeyen bir insanın, bende var dediği "iman" ya inkâr edememenin zarûrî sonucu ya da küfr-ü mutlaktaki manevî cehennemin dünyevî tazibinden kurtulmak tesellisidir.
"Bu zamanda iman-ı tahkikînin dersini vermek,pek büyük bir fazilettir ve kutsî bir vazifedir." notunu düşen Üstad, yine "fıkhu'l ekber olan esâsat-imaniye ile meşguliyeti" ise en önemli hizmet görüyordu.
En büyük fıkıh olan 'iman esasları' ne demek? Bir nevi ilim var ki bir defa bilinse bir iki defa düşünülse kâfi gelir. Buna fıkıh ilmi örnek verilebilir. Abdestin farzlarını her zaman tekrara gerek var mıdır? Diğer bir kısmı ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur.Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte iman ilmi de bu kısımdandır. Her an yıkım yiyebildiği, zaafa uğrayabildiği, âlemi değiştiği için her an tamir gerekir.İman ilmi, duvar örmek gibidir. Duvara koyduğun her tuğla duvarı yükseltiği, her harç tuğlayı tutturduğu gibi, iman hakikatlerinin tefekkürü, tezekkürü de imanı hem arttırıyor hem de tamir ediyor. İşte bu tefekkür ve sohbet zemin yüzünün manevi ziyneti olduğundan, semavât ehli bile gıpta ile bakıyor. Bütün bu yapılanlar da iman hizmetinin bir yansıması değil midir?
Hem ebedî saadetin medârı hem insanı insan, belki de sultan eden ve bu iman ile elde edeceği kuvvetle kâinata bile meydan okuyabilecek ve bu sayede de onu rencide eden dünyevî tâziblerden kurtulup böylece dünya saadeti elde edebilecek insan için; böyle bir imanı elde etmek, cihandeğer değil midir? Hatta bunu elde etmek için, İngiliz ve Amerikan kadar malı olsa aklı da varsa, tereddütsüz vermez mi? Sonuçta imansız gittiği ebedî âlemde, geride bırakacağı bunca malın beş paralık kıymeti var mıdır?
İşte bu imanı insan, takliden elde edemiyor. Çünkü ehl-i imana hücüm eden ehl-i dalâlet,bu asırda cemiyet ve komitecilik ruhuyla hareket ettiği için, avâmın taklidî olan ve an'ane ile gelen, babadan anneden veraset yoluyla elde ettiği imanı çabuk tahrip ediyor. Verasetle elde edilen iman,kuvvetli şüphelere ve hücumlara dayanamıyor. Temeli sağlam olmayan bir binanın bir küçük depremde, kökleri çürütülmüş bir ağacın esen bir rüzgarda yıkılması gibi yıkılıyor. Temeli çürük bir binanın içini süslemek kabilinden, iman temeli sağlam olmayan bir insana yüklediğin fıkıh bilgisi ya da Kur'an'ın tüm âyetleri (hafızlık) onu muhafaza edemiyor. Çünkü temeli çürük. Haliyle bu da şimdi yaygın olduğu gibi, "bilip de yapmama halini" ni netice veriyor. Dünyadaki zulmü kaldıracağım iddiasıyla yola çıkan insanın, bir sürü bilgisine rağmen, sabah namazı vaktinde yarım kilo yorganı dahi kaldıramıyorsa, bunu ne ile izah edeceğiz?
Rabbimizi Kur'an'ın binlerce ayeti ile ders verdiği gibi kâinatı delil tutarak ve Peygamberimizin lisanından öğrenemeyen bir insanın imanı, durgun suyun kirlenmesi gibi bir müddet sonra bulanacak ve bir mârifete dayanmadığı için ne kendisini bir amelle buluşturacak ne de sahibini bir hizmete koşturacaktır. İnsan ancak imanı ölçüsünde İslamı yaşar.
İman bir noktada başlayan fakat bitmeyen ve zerrelerden güneşlere kadar mertebesi olan bir yükselmenin adıdır. Daima yükselmede ve tamirde olunması gereken, hayatî önemde bir terakkinin ifadesidir. Bir insanın birini sevmesi ya da birinden korkması, onu tanıması nispetinde olduğu için, Allah'ın emirlerine de uyumanın elbette O'nu tanımanın nispetinde olacaktır. Bu tanıma da bilgiye, marifete, O'nu isim ve sıfatlarıyla öğrenmeye dayanmalıdır Onun için günâhın küçüklüğüne, büyüklüğüne bakma; kime karşı işlediğine bak denmiştir.
Bütün kâinatı bir sofra gibi önümüze koyan Rabbimize karşı, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçmakta eksik ve kusurlarımız varsa; bunun altında derece derece "imanın içindeki marifetullah ve bu marifetullah içindeki muhabbetullah"ın eksikliği yatmaktadır.İşte iman hizmeti dediğimizde bu eksikliğimizi ve gördüğümüz eksikleri giderme adına yaptığımız her kıpırdanışı anlatmak istiyoruz.
Bizim Erzurum kış memleketi olduğu için, kışın odalarda sobalar uzun süre yakılır. Odunla tutuşturulan sobanın, bir müddet sonra sönmeye yüz tuttuğunu görürsünüz. Eğer belli aralıklarla sobaya odun atılmazsa, bir müddet sonra soba sönmeye, oda da soğumaya yüz tutar. Sıcaklık da etkisini kaybeder. Sobanın varlığı ile yokluğu eşit hale gelir. İşte ben imanı, bu yanan sobaya benzetirim. Eğer imanımızı sürekli yanar tutmak için, onu takviye etmezsek; gerekli tefekkür ve okumalarımızı ve müzâkerelerimizi aksatırsak,sönen ve yokluğu ile eşit hale gelen soba misali imanımız da bir varlık gösteremez, sadece lisanlarda veya cüzdanların köşesinde kalır.
İşte Allah'ın kelâm sıfatından gelen Kur'an, okunduğunda her bir harfi nasıl bize en az on sevap kazandırıyorsa; yine Rabbimizin kudret sıfatından gelen kâinat kitabını da tefekkürle okuduğumuzda, bu okumanın bir saati bize bir sene nâfile ibadet sevabı kazandırmasının bir hikmeti de bu tefekkürün bize iman-ı tahkikîyi kazandırmasından olsa gerek.Bir mü'mine ebedî bir saadet kazandıracak böyle bir imana hizmetin küçüğü büyüğü olur mu artık?
Evet dostlar, kâinat mescid-i kebirinde, kâinatı bize okuyarak Rabbimizi isim ve sıfatlar ile ders veren Kur'an'ın bize bildirdiği iman esaslarına hizmeti en mühim bir vazife, yüzler âyeti ile emrettiği "ibadet-i tefekküriyeyi" de bu imanı bize temin edecek en kestirme bir yol olarak görüp yaşayabiliyor muyuz?
Selam ve dua ile.