Üstad Said Nursî'nin, "Mümin, kardeşimi sever ve sevmeli. Fenalığı için ise yalnızca acır. Lütuf ile ıslahına çalışır." sözü, bizim için hayatımızın her anında rehber olmalı. Mümin kardeşine bu çerçeve içinde bakan bir insan, onun kötülüğü ve ifnası için çalışabilir mi? Mümin kardeşine dönük bir tertip ve oyun içinde olabilir mi? Böyle bir şey varsa, gücü nispetinde engel olmaya çalışmalı, gücü yetmiyorsa dua ile kardeşine yardımcı olmaya gayret etmelidir. Zalim, kâfir ve münafıklarla bir olup, mümin kardeşinin aleyhinde bir tertip içinde bulunmak zilletinden Rabbim tüm Müslümanları muhafaza buyursun.
***
Müminler birbirlerinin kusurlarını ve yanlışlarını araştırıp, bunları birbirlerinin aleyhine kullanmazlar. Bir şekilde öğrendikleri veya şahit oldukları kusurları da örter ve kardeşleri için af ve ıslah temennisinde bulunurlar. Çünkü Allah da kullarının kusurları örter ve kardeşlerinin kusurlarını örten kullarını sever.
***
İman insanlara her şeyden önce, dürüstlük, doğruluk ve samimiyet kazandırır. Çok büyük bedeller ödese bile doğru söylemekten vazgeçmeyen bir mümin, çok basit grup ve cemaat çıkarları için yalan söylemeye ve zillete düşmeye rıza gösteremez. Allah'ın rızası ve mümin kardeşlerinin güvenini kaybetmektense, hayatını feda etmeyi tercih eder.
***
Müminin bütün maksadı Allah'ın emir ve yasaklarına uymak ve bunun neticesinde de rızasına nail olmaktır. Bir mümin için bu dünya hayatının en büyük kazancı Allah'ın rızasına nailiyettir. Mümin hizmet ve çalışmalarını, dünya hayatının başarısı veya bir yerleri ele geçirmek üzerine bina etmez. Esas maksadı bırakıp vasıta ve vesilelere yoğunlaşmaz.
***
Mümin için iman hizmetinde kullanılan vesile ve vasıtalar, esas maksadın yerini almaya başlamışsa, durum çok tehlikeli bir hale gelir. Kâinattaki bütün maddi varlıklar, saltanat, güç, kuvvet ve makamlar, vasıta olmaktan çıkıp amaç haline geldiği zaman, dava kudsiyetini kaybetmiş, dünyevi bir fikir derecesine inmiş demektir.
***
İman kardeşliği ucuz ve dünyevi bir meta karşılığı satılmaz. Bunun mükâfatı Rabbimizin rızası ve ebediyyen saadet içinde yaşanılacak bir cennettir. Onun için bu değerli ve kıymet biçilmez güzelliği son nefesine kadar korumak, her müminin öncelikli ve çok önemli görevleri arasındadır.
***
Bir kişinin imanını kurtarmaya vesile olmanın lezzeti ve sevinci tarif edilemez. Böyle bir lezzetin izahı mümkün olmadığı gibi, dünyevi karşılığı da olamaz. Onun için bir müminin böyle bir saadete vesile olmak için gösterdiği gayret, kendisi için kafi bir ücrettir. Başka da dünyevi bir neticeye lüzum yoktur.
***
Hayat, sürekli olarak aynı minval ve aynı çizgi üzerinde devam etmez. Yokuş ve inişlerle, engel ve kolaylıklarla farklı şekillerde devam ederek güzelleşir ve monotonluktan kurtulur. Mümine düşen vazife ise, şartlar ne olursa olsun, manevi istikametini muhafaza ederek emir ve rıza dairesinde yaşamak, bunun için de gereken bütün gayreti göstermek ve neticede Allah'ın rızasını kazanmaktır.
***
Mümin, İslam’a zarar verme potansiyelinde olan, bu niyetini tarih boyunca izhar eden ve elinden gelen zararı her zaman veren İslam düşmanları ile ittifak kurmaz. Onlarla bir araya gelerek -velev ki hata yapıyor olsalar bile- Müslümanlara zararlı olabilecek bir tertip ve senaryo içinde olamaz. Böyle bir sükût ve zillet beraberliği içinde bulunmaktansa ölmeyi bile tercih eder.
***
Mümin için hayatın bir tek hakiki anlamı vardır. O da, Allah'ın rızasını kazanacak şekilde bir hayatı yaşamak ve bu büyük emaneti sahibine bu ideale uygun bir halde iade etmek üzere büyük bir azim ve kararlılık içinde bulunmaktır. Bunun dışındaki her şey yalnızca bir oyun ve oyalamaktan ibarettir ve bundan öteye geçemez.
***
İstikamet büyük bir nimet ve mazhariyettir. Bütün bir hayatı Allah'ın rızası ve emirleri dairesinde geçirmek ise en değerli ve gerçek bir istikamettir. Bu istikameti muhafaza etmek için her mümin bütün hayatı boyunca Allah'a iltica etmeli, O'nun inayet ve keremini intizar etmelidir.
***
İnsanın emel ve istekleri, fani dünyanın çok çok ötelerine kadar uzanmaktadır. Fani dünya hayatının varlık ve lezzetleri, aklı başında hiç bir insanı tatmin edemez. Böyle bir insanı, ancak ve ancak ebedi saadet ve ebedi rıza teskin ve mes'ud edebilir.