1- Tevhîd-i Zât Nedir?
Öncelikle Tevhîd-i Zât kavramını bir örnekle anlatmaya çalışalım. Güneş Zâtı itibariyle Tektir. Onun tecellilerinin yani yansımalarının milyarlarca olması, Tevhîd-i Zât'ını engellemez, bu durum güneşin Tehvîd-i Zâtın'a bir zarar vermez.
Teşbihte hata olmasın, Rabbimizin kainattaki “şeyler” adedince harici vücûdlar halk etmesi, O’nun Tevhîd-i Zâtına (Zâtının Birliğine) engel değildir.
Altı ciheti de aynalarla kaplanmış bir oda düşünelim. Bu odanın tam ortasına yanan bir mum yerleştirdiğimizi varsayalım. Bu durumda o yanmakta olan mum, Zâtı/vücûdu itibariyle tektir ama onun milyarlarca yansıması görülebilir.
“Bir Tevhîd-i câmidir; ne Zâtında naziri, ne efâlinde şeriki, ne sıfatında şebihi...” Kastamonu Lahikası/Sûre-i İhlas’ın Bir Nükte-i İcâzı
2- Allah’ın Birliği Sayısal Birlik midir?
Allah sayı olarak "1" tane değildir. Allah'ın Zâtının mâhiyetini (Ne’liğini) bilemeyeceğimiz gibi O’nun Kemiyetinden de (Kaçlığından) bahsedemeyiz.
Yani o devam ede gelen, birbiriyle eş değerli sayılardan oluşan bir "sayı sisteminin" ögelerinden birisi değildir.
“Allâhu Vâhidun bilâ aded”dir. Yani Allah sayı sistemine girmeksizin Tek'dir. Onun birliği "Sonsuzun" Birliğidir. Sonsuz Zâten Tek olduğu için sonsuzdur.
Birkaç tane Sonsuzdan bahsedemeyeceğimiz için, Sonsuz olan Allah’ın Birliğine de "İstatiski Birlik" değil, Mutlak Birlik deriz.
Şeyler dediğimiz tüm varlıklar sayılabilen varlıklardır. Çünkü o şeylerin parçaları, benzerleri (misilleri) vardır.
Fakat Allah varlığı zorunlu, benzeri olmayan bir Allah'tır. Bu nedenle O'nun Birliği Arapça'da "sayı" (Bir) ile ifade edilse de, bu bizim bildiğimiz 1, 2, 3... şeklindeki sayı sistemine dahil olması anlamında değildir. Dillerin imkânlarıyla bu hakîkat ancak böyle ifade edilebilirdi.
Sayı kavramı, bir miktarı, çokluğu belirtmek için kullanılır. Fakat Allah Zâten Mutlak Tektir. Miktara girecek başka benzerleri, zıtları, parçaları yoktur. Miktarı, çokluğu olmaz. Bu sebeple oradaki "Bir" ifadesi sayı anlamında değildir.
O muhtemel miktar ve çokluk içinden 1 ile sınırlandırma yapıyoruz. Ama Allah için böyle bir miktar ve çokluk ihtimali imkânsızdır. Onu bir sayıyla "eşitlemek" imkânsızdır.
Allah'ın birliği/Vâhidiyeti, kendisinden başka ilah olmaması, bütün özellik ve işlerinde benzeri, zıddı, ortağı olmaması anlamındadır.
Mesela; "Bize gelen 1 kişiydi." derken aslında daha fazla kişilerin gelebileceğini de ihtimal dahilinde gördüğümüz için öyle diyoruz.
Allah'ın birliği böyle değildir. Bu mânâda Allah'tan başka Bir/Vâhid olan başka bir varlık yoktur. Bütün varlıklar çokluk, bir tek Allah Vâhid'dir/Birdir. Bütün o sayılı varlıklar Allah sayıp yarattığı için vardırlar:
"And olsun ki O onları kuşatmış, hem onları adet adet/tane tane saymıştır." (Meryem 94)
"Biz bütün "şeyleri" sayıp yazmışızdır." Nebe 29
Hıristiyanlar bu hakîkati anlayamadıklarından dolayı İlahları "sayma" hatasına düşmüşlerdir. Böyle bir "şirk" kapısı açmamak için "sayma" hissini verecek adet anlamını bile reddetmek en güzelidir.
"Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azap dokunacaktır.” (Mâide 73)
Ayrıca "tane", "aded" kavramı sayılabilen "şeyler" için kullanılır. Allah "şey" değildir.
Bu arada Mutlak Tek olan Allah için "Kaç tane?" sorusunun sorulması bir paradoks örneğidir.
Zira Zâten Mutlak Tek bir Zât olması zorunlu olan bir Allah için hakîkatte "kaç tane?" sorusu sorulamaz.
3- Varlık Nedir? Allah’ın Vücûdu, Zâtı, Mâhiyeti Hakkında Ne Söyleyebiliriz?
Gelelim Varlık/Vücûd konusuna. "Hakîkat'ul eşyâ’us sâbite" (Eşyânın hakîkatleri sabittir.) diyerek konuya girelim.
Zâten Kur’ân ayetleri de Allah'ın var ettiği "mevcûd"ların hakîkiliğinden bahseder. Bu böyle olmasaydı haşa Kur’ân ayetlerine "şüphe", "yalan" karışmış olurdu ki bu imkânsızdır. Allah'ın var ettiği her şey de elbette vücûd-u haricide de vardır.
Eğer bu varlıklar hakîkaten var olmamış olsalardı, Allah "Külli şey'un hâlikun illâ vechehu" (Allah'ın vechinden başka her şey yok olacaktır) buyurmazdı. Çünkü var olmayan, varlığı sübut bulmayan bir şey sonradan "yok da" olamaz.
Allah'ın var etmesiyle var olan bütün varlıklar "Mümkün Varlıklar/Mümkinat" olarak adlandırılır. Allah ise Vâcib'ul Vücûd (Varlığı Zorunlu Olan) Varlıktır.
Mümkün Varlık Allah'ın Kudreti’nin var etmesiyle var olabilen, varlığı Allah tarafından idame ettirilen, her an Allah'ın varlığına muhtaç olan varlıktır. Bunu aynadaki yansıma varlığın yansımanın kaynağı olan asıl varlığa muhtaç oluşu gibi düşünebiliriz.
Şunu kesinlikle bilelim ki, Allah'ın Zât'ının mâhiyetini bilmemize imkân yoktur. Mâhiyet harici vücûdu olan varlıkların özde "ne olduğunu" anlatan bir kavramdır. (Mâ=Ne, Hiye=O(Müennes), Mâhiyet= O nedir?)
Sonsuzun "varlığını" kabul ederiz ama "Mâhiye?/Nedir?" diye sorulduğunda; o "2'dir, o 100 milyardır, 1'den 1 trilyon'a kadardır" diyemeyiz. Çünkü o mutlak bir varlıktır. Mutlakın mâhiyeini sınırlı mümkünler olarak ihata edemeyiz.
Mutlak varlık, hiç birşeye ve sebebe bağlı olmadan var olan ve varlığı zorunlu olan varlıktır. Mutlak, hiçbir şeyle sınırlandırılamaz. O "leyse kemislihi şey'un"dur... (O'nun benzeri hiçbir şey yoktur.)
Bizim ise bilmemiz "şeylerle" sınırlıdır. Şey'leri (eşyâyı) tanımlayabiliriz, şeylerin mâhiyeini bilebiliriz. Bütün o “şey” bilgilerimize dayanarak, "şey" olmaktan münezzeh olan Mutlak- Vacib'ul Vücûd (Varlığı Zorunlu) bir Zât'ın "mâhiyetini" bilemeyiz.
Bu arada Allah'ın kendisinden "oluştuğu" bir "şeyin" olduğunu tahayyül etmemiz imkânsızdır. Çünkü Allah "Evvel"dir. Yani en önce var olandır.
Yani kendisinden önce hiçbir şey olmayandır. O halde her şeyi O yaratmıştır. (Hâliku Külli Şey') Bu böyleyken O'nun herhangi bir türden ya da şeyden oluştuğunu iddia edemeyiz.
Bu noktada, Allah'ın mâhiyyeti, Zâtı, vücûdu ne birbirinin aynıdır, ne de birbirinin gayrıdır demek en doğrusu...
Çünkü Rabbimiz Varlığı Zorunlu Mutlak Tek Varlık'tır. Ondaki bu özelliklerin birbirinden ayrı gayrı olduğunu düşünmek bile uygun değildir. Araz olan, parçalardan oluşan varlıklardaki ayrımları O'nun Vücûdunda, Zâtında, Mâhiyeinde yapamayız.
Çünkü böyle bir durum bu kainatta kıyas edebileceğimiz örneği olmayan, hayal gücümüzle de ihata edemeyeceğimiz bir hakîkattir.
Teşbihte hata olmasın, bu durum doğuştan âmâ olan birisinin renkleri, doğuştan sağır olan birisinin sesleri bilmemesi gibidir diyebiliriz.
Evet O Vâcib'ul Vücûd'dur, evet mahiyyeti olan bir Zât'tır ama bu durumun ne’liğini, nasıllığını "kesret-çokluk" aleminin varlıkları olarak idrak etmemiz imkânsızdır.
Bir de biz, parçalardan oluşan bir kainat sisteminde yaşadığımız için, mantığımız parçaları birleştirmek ya da ayrıştırmakla, bütünden parçaya-parçadan bütüne çalışır. Belli ki bu yapı o Mutlak Tek olan varlığın Zâtını idrak etmek için verilmemiştir:
“Hakikat-ı mutlaka, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” Sözler
Yani O'nun Zât'ını, mâhiyeini idrak etmek gibi bir görevimiz olmadığı gibi bunun için bir yeteneğimiz de yoktur. Teşbihte hata olmasın, güneşin içinde yaşamak ya da nefes almadan yıllarca suda yaşamak gibi bir yeteneğimizin olmaması gibi:
“Evet, nihâyetsiz acz, zaaf, fakr, ihtiyaç ile yoğrulmuş olan mâhiyet-i insâniye nerede; nihâyetsiz Kadîr, Kavî, Ganî ve Müstağnî olan Vâcibü'l-Vücûdun mâhiyeti nerede?” Otuzuncu Söz
O halde bizler kendi sınırlarımız içinde; anlayabildiklerimizin en nihâyetini anlamaya çalışmak ve yapabileceklerimizin en güzelini yapmakla mükellefiz.
İdrâkimizin sidret’ul müntehâsına kadar fikri mirac yolumuz açıktır. Ulvi tefekkürün göklerine yükselmek, tahayyülün bütün yüceleştirici imkânlarını kullanmak vazifemizdir.
İdrâkimizin son sınırı ise Allah’ın Zâtı’dır. Bir sineğin insan gibi düşünmesi nasıl imkansızsa, bir insanın Allah’ın zatını idrak etmesi de öyle imkansızdır.
Demek ki böyle bir görevimiz de yok; bu işi yapabilecek kapasitemiz de... Rabbimiz de bizleri kendi gücümüzün yettiğinden fazlasıyla sorumlu tutmayacağına göre, yapabileceklerimizin en iyisini yapmaya çalışmamız en doğrusu olacaktır:
“Allah hiçkimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef tutmaz.” (Bakara 286) (OD)