İmanın lezzetini almaya mani olan dört sebep

İman ilacının tesiri farzları yapmakla olur. Bir ilaç kullanılırsa fayda verir

Hazırlayan: Zeki Işık-RisaleHaber
 
İman bizim için en büyük değerdir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır.” İman ebedi hayat ve saadetin anahtarıdır. Madem iman bizim en büyük değerimizdir. Öyle ise bizim için en öncelikli mesele de o imanı elde etmek ve onun kıymetini bilerek onu muhafaza etmektir. İmanın bize kazandırdığı bazı güzel vasıflar ve özellikler Risale-i Nur külliyatında şöyle ifade ediliyor.

"İman, insanı insan eder belki sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır. Küfür, insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder. İman insanı ahsen-i takvime çıkarır ve Allaha muhatap ve dost eder.
İman, insanı mahlukatın kumandanı, yer yüzünün halifesi yapan bir değerdir. İman hem nurdur hem kuvvet. İnsan imanın nuru ile kainatın ve mevcudatın ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilir ve görür. İnsan imandan aldığı kuvvet ile hadiselere mukavemet eder."

 
İman her derde devadır ilaçtır. Özellikle ölümün yokluğundan kurtulup bekanın varlığına kavuşmanın ilacıdır. Zira bekayı bulmak ancak ebedi ve ezeli olan Allah’ı bilmek ve bulmak ile olur. O'nu bulan bekayı bulmuş, kalp ve ruhu en büyük emeline arzusuna kavuşmuş olur. Bunun için “Ey insanlar! Fani, kısa, faidesiz ömrünüzü; baki, uzun, faideli meyvadar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır. Öyle ise Baki-i Hakiki yolunda sarf ediniz. Çünkü: Bakiye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.”

İman hakiki lezzetin kaynağıdır. Her insan elbette hayattan lezzet alır. Fakat aldığı o lezzetin içine yüzlerce elem karıştığı için o elemin safiyeti bozulur. Bazen lezzetten çok elem vermeye başlar. Adete zehirli bal gibi olur. Ağızda tat ve lezzet, midede ise sancı ve elem olur. Elem siz lezzet ise imanda ve iman ile olur. Zira iman ile hayata ve olaylara bakan bir kimse en acı olan şeyde, en tatlı hakikati görür ve elemi lezzete döner. Mesela, ölüm zahiren yokluk iken, iman ile bekaya giden bir yol olur. Hastalık acı veren bir şey iken, iman ile kefaret olup günahları temizleyen bir şey olur….Kabir zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinane açılan bir kapı olur ve hakeza.
 
İman ilacı manevi hastalıkların şifasıdır. Bu şifa kaynağından istifade etmek için öncelikle imanın gereği olan Salih ameller işlemeli. Sonra da manevi hastalıklara sebep olan kalp ve ruhumuzu kirleten günahlardan tövbe ve istiğfar ile arınmalıyız. Nasıl ki paslanan bir şeyi boyamadan önce zımpara ile pası gidermek gerekiyor. Öyle de günah kirlerini de istiğfar ile temizlemeli. Sonra dua ve niyaz ile Allah'a iltica etmeli. Aczimizi ve derdimiz ile sıkıntımızı ve hastalıklarımızı O'na dua ile ileterek O'ndan yardım ve şifa talep etmeliyiz.
 
İman ilacının tesiri farzları yapmakla olur. Bir ilaç kullanılırsa fayda verir. Veya bir yemek yenirse vücuda gıda olur. İman ilacının tesiri de imanın gereği ve lazımı olan ibadeti yapmakla olur ve fayda sağlar. Amel olmayınca iman sözde kalır ve kişiye faydası olmaz. Üstü başı kirlenmiş bir insan hiç yıkanmıyor ve sabun kullanmıyorsa, musluktaki su veya marketteki sabun ona ne fayda sağlar o adam kirden nasıl kurtulur ki.
 
İman ilacını tesirini men eden dört zararlı unsur vardır.
 
1-Gaflet: Kelime manasıyla dikkatsiz unutan başına gelecek zararı önceden düşünüp tedbir almayan gibi manalara geliyor. Maneviyatta ise Allah’ı ve ahreti unutup günahlara dalan ve işlediği günahların ona manevi olarak nasıl bir zarar ve ziyanına sebep olduğunu düşünmeyen boşverci ve bananeci kimse. Bu hal içinde olan insan genelde “Atın ölümü arpadan olsun” veya “ Nerde akşam orada sabah” dünyaya bir daha mı geleceğim gibi yanlış bir felsefe ve düşüncenin neticesinde gaflete düşer. Gaflete düşen umursamaz olur. Günahtan kaçamayan uhrevi mesuliyeti düşünmeyen olur. Neticede o kimsenin imanı onu haramdan koruyamayan ve helale onu götüremeyen bir iman olur. Deposu boşalan araba veya şarjı biten telefon gibi.
 
2-Sefahet: Zevk ve eğlenceye ve yasak şeylere düşkünlük. Akılsızlık ederek işin sonunu düşünmeden gereksiz yere nefsin hazzı için masraf etmek. Özellikle asrımızda bir hastalık halini almış ve insanlar eğlence ismi altında ahretlerini feda etme yarışına girmişler. Oysa “Helal dairesi geniştir. Harama girmeye hiç lüzum yok ” hakikat böyleyken geniş olan helal dairesini bırakıp zararlı ve sonu teessüflerle dolu harama gitmek hiçte karı akıl değilken maalesef insanlar helalden kaçar harama koşa olmuşlar. İş böyle olunca da iman o kimseye fayda vermiyor ve tesirini göstermiyor. İlacı alıp ecza dolabında saklayıp içmemek gibi.
 
3-Hevasat-ı Nefsaniye : Nefsimizin haram olan arzu ve istekleridir. Elbette bizde hayattan zevk ve lezzet alacağız ve alıyoruz. Fakat haram yollarla değil helal dediğimiz hudutlarda kalarak, Bizim tercihlerimiz Allah’ın rızasına uygun bir şekilde olmalı. Yoksa nefsi razı edeceğim diye Allah’ın rızasına ters düşmek dünyasını güldürürken ahretini ağlatanlardan oluruz. Oysa helal dairesi geniştir. Harama girmeye hiç gerek yoktur.
 
4-Lehviyat-ı gayri meşrua: Lehviyat kelime olarak “Bir şeyin diğer şeye mani olması” manasına geliyor. Bu manaya göre dünya hayatının ahret hayatına mani olan yönü veya dünya lezzetlerinin ahret lezzetlerini kazanmaya mani olan tarafı olarak aldığımız zaman karşımıza şu mana çıkmış oluyor. Haram olan ve bizi ahretin baki ve ebedi zevk ve lezzetlerinden mahrum eden dünyevi eğlence ve oyunlar gibi şeylerdir.

25. Lem’a olan Hastalar Risalesi maddi ve manevi hastalıklarımıza hem şifa hem teselli hem de geçmiş olsun hikmetiyle yazılmış. İçinde hastalıklarımıza 25 tane manevi reçete bulunduran bu lemadan sadece bir tanesini maddi ve manevi hastalıklarımıza şifa olması niyet ve dileği ile sizlerle paylaşıyorum. Geriye kalanları okumak ta hastalığın hikmet ve hakikatini bilmek isteyip gerçek şifaya kavuşmak isteyenlere kalmış….
 
Üçüncü Deva: Ey tahammülsüz hasta! İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahiddir. Hem insan, zîhayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatça en zengini, belki zîhayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor. Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i heva boş yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan." İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Özel Haberleri