"İmhal" ve "ihmal" okunurken bile karıştırılan, anlamları birbirinden hayli uzak kelimelerden iki tanesi. Aralarında sadece bir harfin yer değiştirmesi var. Arapça bükümlü dil olduğundan, böyle kelimeler oluyor demek ki. Yakın bir zamanda denk geldiğim bir paylaşım ve bazen muhatap olduğumuz sualler, bu iki kelimeyi aklıma getirdi yine.
Cenab-ı Allah'ın Sabur olması ve çok hikmetler icabı, bu dünyada başta küfür ve enva-i türlü zulümlere müsade edip onlara bu dünyada izin vermesi, bazı zihinleri yanıltmakta, sanki bu imhalin (mühletin) yine aynı zihinleri, onların ihmal edileceği noktasına götürmektedir. Bir başka ifade ile bu tip zihinler, bulundukları âlemin yani bu dünyanın bir deneme yeri olduğunu ya bilmiyor ya anlamıyor ya da unutuyor gibi görünüp hayatın burada biteceğini zannediyorlar. Öyle olsaydı gerçekten, haklı olurlardı. Çünkü bu kadar haksızlık ve zulüm, âleni adaletsizlikler ve perişaniyeti yapanlar ve muhatapları toprakla eşit hale geliyor. Her şey, yapanın yanına kâr kalıyordu. Bu da elbette haklı bir isyanı, itirazı, yukarıdaki mezkûr suali akla getiriyor. Eğer öyle olacak, yani her şey kısa bir dünya hayatında olup bitmiş olacak ve farklılıklar toprakta eşitlenecekse, başka bir ifadeyle bir imhal (mühlet verme) yok da bir ihmal varsa; işte o zaman büyük bir zulüm ve isyan edilmesi gereken bir hâl ve vaziyet var demektir. Buna akıl elbette itiraz edecektir.
Geçenlerde, daha kendi aklını, ruhunu, insanlık mahiyetini çözememiş; imanın yüceliğine de erişememiş bir arkadaş, buna isyan ediyordu. Garip ve bir o kadar da cahilane şekilde "Ahirete ben inanmıyorum" da demiyor. Daha bir saniye sonrasını göremeyen aklıyla "Ahiret yoktur" gibi neticesi ölümden sonrasını, sonsuz âlemi de bilmeyi, görmeyi hatta teftiş etmeyi gerektiren zâlimane bir hüküm veriyordu. Bu tip akıllar, çarnaçar, hayat dünyadan ibarettir, o zaman dünyayı cennete çevirelim, cennet hayatını dünyada yaşayalım, burada arayalım arayışına da giriyorlar. Fakat orada kalsalar iyi. Bu haksızlık, zulüm ve bazı şeylere müdahale etmeyi, inanmadıkları Allah'tan bekliyorlar. "O varsa, niçin müdahale etmiyor?" gibi akla ziyan, cevabı içinde soruları inkârlarına medar yapıyorlar. Diğer taraftan da âhiret olmadığı takdirde, belki aralarında yerden göğe kadar fark bulunan, böyle insanlık durumlarının toprakta eşitlenmesi gibi zulmü netice veren bir mantıksızlığı da izah edemiyorlar. Muhatap olduğumuz birçoğunun itirafı, "Keşke ebedî hayat olsa!" şeklinde olmasına rağmen, nefislerine ve akıllarına yapışan "inat, isyan, cehalet, gurur, ilmî enayiyetten" mürekkep küfür mikrobundan da bir türlü kurtulamıyorlar. Gerçekten Kur'an'ımızın her bir âyeti, insanın hidayeti için birer rehber iken, adam seni hidayete götüren aynı âyette, güya çelişki adına küfür üretiyor.
Dünyada cennet vaat etmeyen bir sistem, ahirette cennet vaat eder mi? Etmez. Cehennemsiz cennet olur mu? Olmaz. O zaman ahirette cennet ve cehennem olacaksa, elbette bunun bu dünyada da bir tezahürü olacaktır. Hep iyiliğin, güzelliğin, hayrın hüküm sürdüğü bir dünyanın neticesi, cennet ve cehennem olur mu? Bir insanın ahiretini cennete çevirmesi için, önce dünyasını cennete çevirmesi gerekir. Zaten Kur'an da bunun için gönderilmiştir. Daha kendi aklını keşfedemeyen akıl ve insanoğlu, tek başına ne dünyayı ne de ahireti cennete çevirebilir.
Adalete, infaka, yetim malından uzak durmaya, fuhuşa, zinaya, faize bulaşmamaya, ırkçılığa mesafeli durmak gibi yüzlerce güzelliğe ve sosyal hayatın temel taşları niteliğindeki emirlerle insanı cennet misali bir hayata çağıran Kur'an'ı, dar aklıyla okuyarak güya çelişki bulmaya çalışanlar da var maalesef.
Güya çelişki var, dedikleri ayetlerden biri de iman edenleri, tekrar iman etmeye çağıran Nisa Suresinin 136. Âyeti. İman edenler, tekrar niye iman edecekmiş, diye aklınca çelişki bulmuş. Hâlbuki âyetin devamını okumayı akletseydi, âyetin devamında, müminleri eksiksiz ve kâmil bir iman için, nelere iman etmeleri gerektiği hususunda ikaz ettiğini görecekti. Bir kelâmı tam anlamak için, onu "kim, kime, niçin, ne zaman ve nerede" söylediğine bakmak gerekir. Âyetleri de zaman ve mekândan, maksat ve makamdan ayırarak ya da sadece kısa bir tercümesine bakarak anlamak mümkün mü?
Evet 'imhal ve ihmal' farkından başlamıştık. Cenab-ı Allah, mühlet veriyor ama bu mühlet, ihmal anlamına gelmez, gelmeyecek de. İnsan dünyada 'şahane bir serbestlik' sahibi. "Şahane serbestlik" çok önemli. Dünyada yani imtihan şartları itibariyle inanan, inanmayan fark etmiyor. Burada ateş herkesi yakıyor. Çalışan, kim olursa olsun kazanıyor. Felâket kimseyi ayırmıyor. Ayrımlar, imtihan bittikten, numaralar alındıktan sonra, o numaralara göre başlıyor. Başka türlü olsa, ateş birini yaksa, birini yakmasa; zulmü yapan, hemen cezasını görse; masuma kaldıran el, taşa dönse, bütün sır çözülmüş; iyi ile kötü, zalim ve mazlum eşitlenmiş olur. O zaman da çalışan ve yan gelip yatanın bir seviyeye düşmesi, bütün insanların derecelerinin eşitlenmesi gibi haksız bir zulüm işlenmiş olur. Cenab-ı Allah, zulümden beridir. Hayır ve şerrin, zulüm ile adaletin, iyiyle kötünün ayırılacağı; her şeyin büyük bir adalet süzgecinden geçeceği bir gün, elbette var. Hayatı dünyadan ibaret sanan, elbette bu imtihan sırrını da anlamayacaktır. Dünyanın gidişatı, böyle bir günü zaten gösteriyor. Dünya varsa, iyi ve kötü toprakta eşitlenmeyeceğine göre, bunun cennet ve cehennem şeklinde tezahür edeceğinden şüphe, akıl hastalığı olur.
25. Söz'de bu mühletin bir hikmetine işaret ediliyor ki bu da sonsuz rahmetin önemli bir cilvesini gösteriyor.
"Şu kâinatın hülasası ve neticesi ve nazdâr bir halifesi ve nâzenin bir meyvesi olan insan, bütün bunların aksine, zıddına olarak, ettikleri küfür ve şirkin (küfür bütün kötülükleri içine alır) ne kadar çirkin düşüp ne derece cezaya şayeste olduğunu ifade edip bütün bütün ümitsizliğe düşürmemek için... bu hadsiz çirkin bir isyana Kahhar-ı Zulcelâl, nasıl meydan verip kainatı başlarına harap etmediğinin hikmetini göstermek için, 'İnnehu kâne hâlimen gafura' der.O hatime ile hikmet- imhali (mühletin hikmetini) gösterip bir rica kapısını açık bırakır."
Allah hâlimdir. Ceza vermekte acele etmez. Gafurdur, günahları affeder. Yani dönün isyanınızdan, hangi keyfiyette olursanız olun, mühletiniz bitmeden dönerseniz, affederim, diyor. Cenab-ı Allah rica kapısı bırakıyor. Sabur olduğunu gösteriyor. Yoksa ihmal etmiyor.
Onuncu Söz'deki imhal-i hikmet ise, daha farklı. "... dünya cihetinde Sâni-i âlemin mucizeli sanatlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilen ve bu hizmeti için imhal edilip (mühlet verilip) muvaffakiyet gören nev-i ben-i âdem var."
Demek, Cenab-ı Hak nazarında, gizli ve harika sanatlarını açığa çıkarıp tanzimin hatırı da var. Elbette herkes dünyada ya da uhrada bu yaptıklarının karşılığını görecek. Tek dünyalı olanlar, 'şöhret makam, alkış gibi' neticesiz ücretlerle karşılıklarını alırken, gerçek iman ve amelle dünyalarının cennete çevirenler, karşılıklarını hakiki âlemde alacaklar.
Evet dostlar, imhal (mühlet) var ama ihmal hiç yok. Şu kâinat sarayının en mükerrem, mükemmel misafiri, gayet dikkat altında bir müfettişi olan insanın cüzi külli her hareketi bir hesap ve muhasebe için kayıt altına alınıyor. Ona göre ya mükâfat görüp taltif edilecek ya da cezaya çarpıtılıp hak ettiği hapse atılacak. O büyük günde kimseye bir haksızlık da olmayacak.
Selam ve dua ile