Her işte bir hikmet ve ders olduğu muhakkak. Yaşanan ekonomik ve siyasî krizler de bir yönüyle faydalı neticeler doğuruyor. İnsanlar normal zamanlarda sahip oldukları imkânların farkına varmazken, krizler bu imkânı sağlıyor.
Bu cümleden olarak fakirlik bir imtihan vesilesi olduğu gibi zenginlik de ayrı bir imtihan vesilesidir. Belki de fakirin imtihanı, zenginin imtihanından daha kolaydır. Bunu anlatmak için söylenen meşhur bir kıssa vardır. Bir hizmetçi, padişahın odasını-yatağını temizlerken Hele şurada bir yatayım. Padişahın halini anlayayım demiş ve yumuşacık yatağa uzanmış. Kıssa bu ya, hizmetçi çok yorgun olduğu için oracıkta uyuya kalmış. Biraz sonra odaya giren padişah, Vay! Nasıl olur da sen benim yatağımda yatarsın, uyursun diyerek güya o hizmetçiyi haşlamış. Hizmetçi bir yandan sopa yerken, öte yandan da kahkahalarla gülüyormuş. Padişah daha da hiddetlenmiş ve Bre nadan, nedir bu hal! Hem sopa yersin, hem de gülersin demiş. Hizmetçi lâfı yetiştirmiş: Padişahım! Ben denemek için bir müddet senin yatağında yattım. Bu kadar sopa yiyorum. Sen yıllarca bu yatakta yattığına göre, ne kadar sopa yiyeceğini düşünerek senin haline gülüyorum demiş.
Padişahın bu hadiseden ne ölçüde hisse aldığını bilmiyoruz, ama bu kıssadan hepimizin alması gereken hisseler var. Bir elimiz balda, bir elimiz yağda; rahatça hayatımızı sürdürürken fakirleri unutmamamız gerek. İşte, karşı karşıya olduğumuz maddî sıkıntılar, ekonomik krizler uyanmamıza sebep olmalı. İşleri tıkırında olan bir kişi, ay sonunda maaş alamayanın halinden anlar mı? Geç de olsa maaş alan biri, hiç maaş alamayan işsizlerin, güçsüzlerin halini anlar mı?
Yaşanmış bir hadise olduğu için hatırlatmak lâzım: Bir Fransız kralı ya da kraliçesi, Ekmek bulamadıkları için isyan eden halkın haline kızmış ve Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler demiştir. Halktan bu kadar uzak olan kralların, halkın dertlerine, sıkıntılarına çare olmaları mümkün müdür?
Evet, Türkiyede bir ekonomik kriz yaşanıyor. Fakat asıl kriz, zengin iş adamlarının fakir işçilerin halinden anlamamasıdır. Günlük, aylık, yıllık krizler sona erer; ama bu anlayışın sona ermesi çok zor.
İşte, zenginleri de doğrudan etkileyen son aylardaki ekonomik ve mâlî kriz fakirlerin halini anlamaya yardımcı olacaksa faydalı demektir.
Belli aralıklarla ekonomik krizlere sürüklenen ülkemizin, çökmemesi dış dünyanın da dikkatini çekiyor. Tam teşhis koyamasalar da, Türkiyede farklı bir sosyal yapının var olduğunu onlar da anlamış durumda. Eksik ve aksak olmakla beraber ortada bir yardımlaşma kültürü var. İşsiz kalanlara devletten önce eş, dost, akraba ve komşuları yardım ediyor. Tabiî ki bu yardımlar tam mânâsıyla ihtiyaca kâfi gelmiyorsa da sefaleti önlüyor. Meselâ, geçen günlerde gazetelere manşet olan Vandaki fakir-fukara ilkokul çocukları hatırlayalım. Haberin duyulmasıyla birlikte bütün Türkiye harekete geçti ve belki de o çocukların üç-beş yıllık ihtiyacını karşılayacak kadar yardım gönderildi. Bu durum, milletimizin içinde bir cevher olduğunu gösteriyor, ama pansuman tedbirlerle bir yere varılamayacağı da bilinmeli. Unutmamak lâzım ki, sıkıntı çekenler sadece Vanda yaşayan o çocuklar değildir. Belki onlardan daha zor durumda olanlar vardır, ama kamuoyunun o çocuklardan haberi olmamıştır. İşte, bu eksikliği gidermek için önce şahsen hepimize, sonra da devlete çok iş düşüyor. Gerçekten ihtiyaç sahibi olanların tesbit edilip, eksiklikleri giderilmelidir. Van örneğinde olduğu gibi, o çocuklar terlikle buzlu havalarda okula gidiyor idiyse, o mahallenin muhtarının bundan haberi yok muydu? Var idiyse, yetkililere bildirmedi mi? Bildirdiyse niçin gereği yapılmadı? Muhtaçlara yardım ulaştırılabilmesi için illa manşetlere çıkmak mı lâzım?
Türkiyede yaşanan değişimi inceleyen bir Amerikan gazetesi, Türkiyedeki dindar zenginler imtihanda anlamına gelecek bir yorum yayınlamış. (New York Timesdan aktaran, Star g., 27 Aralık 2007) Haksız sayılmaz, çünkü ülkemizde yeni bir zengin çevre oluştu ve bunların imtihanı fakirlerin imtihanından daha zor görünüyor.
İnşallah son tahlilde, imtihanı kazananlardan oluruz...
Yeni Asya