“İşte sulh u umimi, aff-ı umumi ve ref’i imtiyaz lâzım. Tâ ki; biri, bir imtiyaz ile başkasına haşarat nazariyle bakmakla nifak çıkarmasın.” (Tarihçe-i Hayat s.72)
Risale-i Nur ref-i imtiyaz nasıl yapılır bunun talimini yapıyor ve usullerini bize öğretiyor.
Bediüzzaman Birinci Söz’de “Ey Kardeş” demekle en ziyade imtiyazlı olabilecek bir konumu imtiyazdan azlediyor. “ben de sizin bir ders arkadaşınızım” “ben de Risale-i Nur’un talebesiyim” diyor.
Tarihçe-i Hayattan naklettiğimiz cümleden anlıyoruz ki imtiyaz, başkalara haşarat nazarı ile bakmayı netice veriyor. Hususen belli bir yaşa gelenlere bu cümleyi izaha hiç hacet yok. Senelerce bu memlekette (güya) imtiyazlı doğan bir güruhun nasıl da kendilerinden saymadıklarını hor gördüğü izaha muhtaç değil. Dünyada dahi kendini imtiyazlı zannedenlerin ne çok bölünmelere, zulümlere sebeb oldukları malumdur.
İmtiyaz, bölünüp parçalanmanın da sebebidir. Küçük olsun veya büyük olsun bir grupta imtiyazlı bir şahıs varsa ona yakın olanlar ve olmayanlar olarak grup derhal ikiye bölünüverir. Böylelikle imtiyazlı şahıs ve çevresindekiler sairlerine haşarat nazarı ile bakıp kendilerini asıl diğerlerini ise olsa da olmasa da fark etmeyenler olarak konuşlandırıverirler.
Risale-i Nur’un tarzı hep ref-i imtiyaz üzerine gidiyor. Şahs-ı maneviye dahil olan en küçük fert ile en büyük fert kıymet ve ehemmiyet ve rey hakkı olarak eşittirler. Öyle ki Bediüzzaman, Hazret-i Ali’nin (ra) tokatını yemek ihtimali olan bir konuyu bile uygulayıp uygulamamak hakkında Nur’un talebeleri ile istişare eder.
Ref-i imtiyazın tarihsel süreç içindeki yerine bakmak istesek elbette Asr-ı Saadet’e de bakmamız gerekir. Dışarıdan gelen biri, Peygamberimizin bulunduğu bir toplulukta peygamberin hangi fert olduğunu bilemeyecek kadar imyitazdan uzak olmuştur Efendimiz aleyhissalatü Vesselam. Ve karşısında titreyen bir bedeviye “ben kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” demekle içlerinden biri olduğunu çekinmemesi gereğini ihtar etmiştir.
İmtiyazın bölünmelere sebeb olduğu en büyük hâdise ise belki şeytanın “ben imtiyazlıyım” diyerek Adem Aleyhisselam’a secdeyi reddetmesidir. Şeytanla insan böylelikle birbirine düşman olarak yeryüzüne indirilmiştir.
İnsaniyet âlemindeki bu iki misale kıyasen bizim de iç âlemimizde en çok sıkılıp daraldığımız anlar kendimizde bir imtiyaz vehmettiğimiz anlardır. “bana nasıl bunu yapabilir” “ben bunu haketmedim” “bana yer vermeli değil miydi” ve benzeri ifadeler hep kendimizi imtiyazlı addettiğimiz anların ifadeleridir.
En rahat sakin ve huzurlu olduğumuz anlar ise karınca ve arı ile kardeş olduğumuzun idrakinde olduğumuz, bir hürmet veya ihsan beklentisi içine girmediğimiz zamanlardır.
Halktan istiğna ile girilen korunaklı alan çok kıymetli bir konfor alanıdır. Hele ki bu asırda…
İmtiyaz hiç mi yoktur ve olmamalıdır diyecek olursak Allah katındaki üstünlük hakiki bir üstünlüktür ve bu da takvadan başka bir kritere bağlanmamıştır.