Ne olursan ol, hangi ırktan, hangi mezhepten, hangi renkten ve hangi beldeden olursan ol, inananların, Allah’a iman edenlerin, Müslümanların işaret parmaklarının gittiği mekân, ellerin avuçların tekbir sadası ile yöneldiği mekân, önünde Allah için baş eğilen ve secdeye gidilen mekân, olgunluğu ve azameti ihtivâ eden siyah örtüsüne bakmak bir ibadet olan mekân, gözyaşlarının sel gibi aktığı, mânevî iklimlerin her mevsim yaşandığı mekân, mazinin bütün izlerini gösteren, öğreten ve dellâlı olan mekân, şeksiz ve şüphesiz Kâbe-i Muazzama’dır.
Bu kıblegâhı, bu İlâhî emrin mihrak noktası, beş vakit teveccüh ettiğimiz Kâbe’yi anlatmak ve yazmak, bitmeyen satırlar ve kalemler ister. Geçen hafta gözlerimi açtığım Van’da bazı arkadaşlar sordular “Nerelisin?” diye. “Hindistanlı’yım” dedim, “Çünkü Âdem babamız (as) oraya inmişti. Şimdi, 1.650 etnik kesim var ve nüfusu 1 milyar 100 milyon. Biz onun torunuyuz.” Baktım ırkçılık ortadan kalktı gitti ve “Kâbe’de beraberiz” dedim.
İşte ilk babamız, asırlar önce feryadı figan içinde Rabbimizden Cennetteki gibi bir “beyt-i ma’mur” ister. Emr-i İlâhî içerisinde ve meleklerin de yardımı ile bugünkü yerde Kâbe-i Muazzama inşâ ve ardından tavaf edilir. Yine asırlar sonra bir çok tarihî sır içinde Hz. İbrahim Peygambere (as) yine emr-i İlâhî içinde yeniden tamir ve inşâsı emredilir ve yine cennetten indirilen Hacerü’l-Esved taşı yerden 1,5 metre yüksekliğe yerleştirilir.
Elbette Kâbe’yi sevenler olduğu gibi yıkmak isteyenler de vardı. Bunların başını çekenlerden birisi Yemen valisi Ebrehe, büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli “Mamud” adlı fili önde olduğu halde Mekke’ye altmış bin asker ile yöneldi. M.S. 571 yılında. Efendimizin (asm) dedesi Abdülmuttalib, “Ben develerin sahibiyim. Kâbe’nin de sahibi var, O onu korur” diyerek, develeri ve bütün ailesini alarak dağlara çıktı. Kâbe’ye hücuma kalkan zalim Ebrehe ve ordusu semadan milyonlarca ebabil kuşunun ağızlarından attıkları nohut büyüklüğündeki ateş topları karşısında helâk ve perişan olup kaçtılar. Kâbe’nin sahibi onu korumuştu.
Kısa bir müddet sonra Efendimiz (asm) ve eşi, annemiz Hz. Hatice (r.anha) ve Hz. Ali (ra) müşterek tavaf yaparlar. Fakat Ebûcehil taifesinin müthiş hücumuna ve hakaretlerine maruz kalırlar. Nihayetinde emr-i İlâhî ile Efendimiz (asm) hicret eder. Hicretten 8 yıl sonra 10 bin kişilik bir ordu ile Mekke fethedilir. Kâbe’nin içindeki bütün putlar işaret-i Peygamberi (asm) karşısında hep yıkılır ve temizlenir. İsra 81. âyet nazil olur: “Hak geldi batıl zâil oldu.” Bu âyetin bugüne bakan mânâsı da ayrı bir makale. (Bakınız: B. S. Nursî, Muhakemât, 8. Mukaddeme)
2008 hac döneminde 5 milyon kişi günlük tavaf etti. Bugün itibariyle günlük yüz binleri ve milyonları aşan ehl-i imanla umre tavafı devam etmektedir. 14 asır ile bugün kıyaslandığında, müjdelerin tahakkuk ettiği bir gün ve asırda olduğumuz çok açık olarak görülmektedir. 14 asırdır farz namazları hariç ve 24 saat hiç durmadan tavaf edilen dünyanın mihrak noktası nazargâh-ı İlâhî ve en çok tekbirin getirildiği ve dünyanın en büyük zikirhanesi Kâbe-i Muazzama’dır. Onun karşısında huşu ile dururken, rikkat ve dikkatle dinlerken, tavafın ritmine ve nağmesine katılırken dünya ve her şey unutulur.
Güneşin kendi mihrak noktasında dönmesi, dünyanın hem dönmesi hem de sür'atle seyri, atom parçalarının dönmesi, bütün zerrâtın neşvü nema bulması, Kâbe-i Muazzama tavafındaki huşu dönüşleri, tekbir sesleri ve ilâhî haykırışlar karşısında semadan yere, yerden semaya bakıldığında bir “amud-u nuranî”nin tecelli ettiği aşikâr görülmektedir. Böyle bir İlâhî musîkinin dışında kalmak ne büyük hicran ve ne büyük bir elemdir. Ah keşke bu İlâhî nağmelere onlar da katılsalar ve onlarla birlikte vatan-ı aslîmize gitsek.
2009 itibarıyla 2 milyara ulaşan Müslümanlar, büyük dünya ailesi içinde ve 193 ülkenin neresinde bulunursa bulunsunlar, Kâbe’ye dönerek kaldırdıkları elleri kayıt altına alınmaktadır. Hacerü’l-Esved’e dikkatle bakıldığında bir İlâhî kamera tarzında kayıt yaptığı görülmektedir. İlim dünyası, fizik ve kozmoğrafya âlimleri bunun için çalışma yapmaktadır. Her ânı Allah için geçen Kâbe’de bir olmak, ne büyük bahtiyarlıktır.
Yeni Asya