Hayatın hakkı için, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlardı.
Gün doğarken o korkunç ses onları yakaladı.
Şehirlerinin altını üstüne getirdik ve başlarına ateşte pişmiş taşlar yağdırdık.
İnce anlayışlılar için bunda ibretler vardır.
Hicr Sûresi, 15:72-75
Sık sık tekrarlıyoruz: Kur’ân kıssaları, üzerlerinde büyük bir ciddiyetle durulması gereken derslerdir. Çünkü onlarda hayattan alınmış canlı kesitler vardır. Zaman değişebilir, ülkeler değişebilir, toplumlar ve kişiler farklı olabilir. Fakat Kur’ân’ın kıssalarında anlatılan hadiselerin özü, şu veya bu şekilde her zaman karşımıza çıkar. Kur’ân’ı okuyan mü’minlere de, böyle hadiselerin anlamını çözmek, ibret almak ve davranışlarına çeki düzen vermek düşer.
İşte bu âyetler de, Lût kavminin âkıbetini bildirirken, bütün çağlara ve toplumlara ibretli bir ders veriyor.
Lût kavmi, Kur’ân’ın daha başka yerlerinde de anlatıldığı gibi, cinsel sapıklıkların yaygınlaştığı günahkâr bir kavim idi. Peygamberleri Lût Aleyhisselâm onları bu hayasızlıktan vazgeçirmek için çok çabalamıştı.
“Sizden evvel dünyada hiç kimsenin yapmadığı iğrenç bir işi nasıl yapıyorsunuz?” diyordu Lût Aleyhisselâm onlara.[1]
Fakat onlar bu çirkin fiilin kendi tercihleri olduğunu ve bu tercihlerine kimsenin karışma hakkının bulunmadığını düşünüyorlar, Peygamberlerine de “Biz seni el âlemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?” diyorlardı.[2]
Daha da ileri giderek, Hz. Lût ile beraberindekileri sürgün etmeye kalktılar. Çünkü öyle temiz insanların böyle rezil bir kavim içinde yeri yoktu.
“Çıkarın bunları ülkeden,” dediler. “Bunlar temizliğe fazlasıyla düşkün insanlar!”[3]
Sonunda, en ziyade azgınlaştıkları ve kendilerine karşı koyacak bir gücün bulunmadığını sandıkları bir zamanda Allah onları helâk etti.
Âyet, “İnce anlayışlılar için bunda ibretler vardır” diyor.
Dünyanın bugünkü hali de bu tespiti doğruluyor ve böyle bir hadiseden ibret almak için gerçekten de ince anlayış sahibi olmak gerektiğini gösteriyor.
Uzun uzadıya tasvirlere hiç gerek yok; hafızalarını yoklayanlar, dünya toplumlarının ahlâk telâkkilerinde bir insan ömrünü bile doldurmayacak kadar kısa bir zamanda nasıl bir aşınma yaşandığını görebilirler. Bir gün sözü bile edilemeyecek kadar iğrenç ve ahlâk dışı telâkki edilen bir davranış biçimi, bir başka gün aleyhinde söz söylenmesi düşünülemeyecek bir değer halini alabilmektedir.
Bu süreç, acaba kendiliğinden ortaya çıkan bir gelişme midir? Toplumlar bu kadar kısa bir zamanda, elbise değiştirir gibi ahlâk telâkkilerini değiştirebilirler mi?
Yoksa bu süreç, bilinçli bir tırmandırma eyleminin bir sonucu mudur?
Medyanın bu konuda oynadığı rol, bir tesadüfler zinciri karşısında olmadığımızı düşündürüyor.
Önce birtakım medyatik kişiliklerin davranışlarında ve yaşam biçimlerinde sapkınlıklar göz önüne seriliyor, adeta özendiriliyor.
Derken bu tür davranışlar, belli çevreler içinde moda haline gelmeye başlıyor.
Bu arada sapıklık kavramı, kişisel tercih kavramına doğru bir evrim geçirmeye başlıyor. Sözüm ona bir kısım uzmanların, yazanların, konuşanların dilinden, bu tür ahlâksızlıkların bir tür cinsel tercih olduğunu duymaya başlıyoruz.
Ondan sonra da, kimsenin araba modeli seçmesine veya öğle yemeğinde ne yiyeceğine karar vermesine karışma hakkımız bulunmadığı gibi, ahlâksızlığı tercih eden ve bunu toplumda yaygınlaştırmayı ilke edinen kimselere de karışma hakkımız kalmıyor.
Sadece karışmak değil, bu durumu ahlâksızlık olarak nitelemek bile suç haline getiriliyor:
Tıpkı Lût kavminin Peygamberlerine karşı tepkisi gibi: “Çıkarın bunları ülkeden; bunlar temizliğe fazlasıyla düşkün insanlar!”
Lâkin Kur’ân’ın bu konudaki sakındırmaları son derece nettir ve inanan insanların tüylerini ürpertecek kadar dehşetlidir.
Tabii, inanan insanların…
Zaten âyet de “İnce anlayışlılar için bunda ibretler vardır” diyor.
İnceden inceye düşünen, araştıran, dikkatle bakan, inceleyen, telkinlere kapılmadan kendi kararını verebilen insanlar için.
Yani, mü’minler için.
İşte bu yüzden, Sevgili Peygamberimiz, “Mü’minin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” buyurduktan sonra bu âyet-i kerimeyi okumuştur.[4]
[1] A’râf Sûresi, 7:80.
[2] Hicr Sûresi, 15:70.
[3] A’râf Sûresi, 7:82; Neml Sûresi, 27:56.
[4] Tirmizî, Tefsir: 15.