Mustafa Aydın'ın yazısı:
“Herbir zamanın insî bir şeytanı vardır” diyordu Bediüzzaman, 96 yıl önce. Ve devam ediyordu: “Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas, altı hutuvatıyla âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor. Kiminin hırs-ı intikamını, kiminin hırs-ı câhını, kiminin tamahını, kiminin humkunu, kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.”
Bu satırlar 1920 tarihli Hutuvat-ı Sitte adlı bildiri ya da broşür diyebileceğimiz zehir zemberek eserden alınma. İşgal İstanbul’unda işgalci İngiliz’e verilmiş en ağır cevap buydu. “İblis” diyordu kısaca İngiliz’e. Bunu derken de birbiriyle fikren ilgisi-alakası olmayan kesimleri nasıl kullandığını da bir cümle içinde güzelce ifade ediyordu. Aynı İblis yine sahnede. Kimi zaman Amerika, kimi zaman İsrail maskesi takarak. Ha, Irak, Suriye, Ürdün, Mısır vs. maskelerini saymıyorum.
Türkiye olarak, çok kritik ve keskin bir virajdayız. Ve kubbedeki “kilit taşı”yız. “Biz”i çektiğiniz zaman tüm sistem yerinden oynuyor. Şu an yeryüzünün efendisi rolünü oynayan İblisler, kontrollü kaos için Türkiye tuğlasını yerinden oynatma peşinde. 15 Temmuz gecesini 241 şehit vererek atlatan ve FETÖ denen “İngiliz anahtarı”nı kırınca sevindirik olan bizler için o geceyi yeniden ince ince analiz etmekte fayda var. O gecedeki katmerli “İngiliz aklı” henüz deşifre edilmiş değil.
Judeo-İngiliz düşünce sistemini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Mücadele planında “dessas, hannas ve vesvas” olan İnferno’cu “müsbet abileri” tanımadan herhangi bir şeye ulaşmamız zor gibi. (Teoman Duralı hocamızın “Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti” kitabını bir kez daha okumakta fayda var.)
Bu sıra dışı entrika ve kaos çetesine karşı Cenab-ı Hakk’ın nusretini celp edebilecek tek sığınağımız ihlas ve samimiyet. Çünkü zahiri sebeplere bakarsak dinlisi, dinsizi, takkelisi, cüppelisi, fötrlüsü dâhil her kesimi kendi siyasetine çok rahat âlet edebilen bu yapıya karşı onun silahıyla ve onun istediği zeminde savaşıp zafer kazanmak pek kolay değil. (Hadi dâhî çocuklarımızı toplayalım, özel okullarda yetiştirelim, onlarla mücadele edelim dedik, hepsi “badem bıyıklı” James Bond’lar olup çıktılar karşımıza!)
1947’den sonra İngilizlerin bizi Amerikan mandasına devretmesine aldanmayalım efendim. Adamlar kadife eldivenle işlerini sessiz sedasız yürütebiliyorlar. Abdülhamid-i Sânî merhumu indirdiklerinden beri payitahtımızda “iç güveyisinden” hallice, bir hayalet olarak dolaşmaya devam ediyorlar. Onu bazen takkeli, koca burunlu bir bedduacı, bazen fötrlü bir jakoben, bazen “aydınlık” savunucusu bir Maocu ya da komünist, bazen “cüppe”li bir yargıç, bazen bir sakallı “derviş” olarak görebilirsiniz.
Siz Lawrence’nizi nasıl alırdınız acaba ;)
Hâmiş: Piers Dixon’un, “Double Diploma” kitabında İngiltere’nin Türkiye büyükelçisi Sir Percy Loraine’in Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderdiği 1938 yılına ait bir “telgraf” yer almaktadır. Mustafa Kemal, son ziyaretinde ölüm döşeğindeyken kendisine akıl almaz bir teklifte bulunmuştur. Acaba o teklif neydi? (Gugıllayınız efenim ;)
Twitter: @tirsaktaci
Kaynak: CF dergisi