Allah’ı inkâr eden, kendini de inkâr etmeli, her şeyi sevdiklerini de inkâr etmeli. Malına canına kastedenlere, ceza sisteminin de devreye girmesini arzu etmemeli, nasılsa kendisi yok; malı mülkü de yok. O ki hiç bir şey yok, malını çalan hırsızda yok, sevdiklerini yakınını öldüren katilde yok; ona haksızlık edende yok. Dolayısıyla polise de ihtiyaç yok, mahkemeye de, hapishanelere de. Madem biz varız ve tüm kâinat var elbette bizim bir Hâlıkımız var. Madem Allah var, kendimize ve kâinatın varlığına inandığımız gibi Yüce Allah’a inanmak bize verilen duyguların ve başta aklın gereği olduğunu vicdan sahipleri bilirler.
İnsan, gördüğü bir kötülüğü içinde çöreklendirir, kötülüğünü gördüğü insanı ömür boyu öfkesinde hapseder. İhanet gören kadın, erkeği affı çok zor olan nefretinin zindanında zincirlere vurur. Yapılan bir yanlışla dostluk cezalandırılır. Bu kadar ceza meraklısı, afta eli titrek insan, kalkar Allah’ın vereceği cezayı nasıl sorgular: “ İnsan bir inkârla, nasıl ebedi cehennemlik olur” der. Ya da aynı insan, bir anlık öfke ve namludan çıkan mermi ile kaybettiği sevdiği için, katilin ömür boyu hapisle, mümkünse idamla cezalandırılmasını ister. Mahkeme ise, katilin beş on sene yaşayacağını düşünüp, ömür boyu hapsi vermez. Gerçekten ömür boyu hatta bazen birkaç kez ağırlaştırılmış ömür boyu ceza verir. Bu arada ölenin yakını kalkıp “ Neden böyle bir caza verdiniz? Daha kısa, daha hafif, daha insancıl bir ceza verseydiniz” Demez. İnsan kendine ihanette yâda yapılan kötülükte af yetkisini devreye sokmasın, cezanın en ağırını arzu etsin, Allah’ı inkâr edene ve günahkâra cehennem cezasını insafsızlık görsün hiç samimi değil ve sığındıkları akılcılık hiç değil.
Geçtiğimiz günlerde, bir televizyon kanalının “Öteki Gündem” isimli programında, “Din akıl ilişkisi” konulu tartışma yapıyorlar… Katılımcılardan bir hanımefendi inkârdan dolayı, günahtan dolayı, ebedi cehenneme itiraz ediyor. Aşka ihanet edene müebbet hapis, asla af olmadan; olsa bile ağzından burnundan getirilir, aşkın ve kalbin yaratıcısını ve imanın esaslarını inkâr edene ebedi cehennem olmasın. Tersi olsa idi Allah’ın izzetine sığmayacaktı. Her müşkülde elimizden tutan Bediüzzaman bu mevzuda da dehasını konuşturuyor:
Sual: Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennemde hapis nasıl adalet olur?
Elcevap: Sene 365 gün hesabıyla, bir dakikada katl, 7 milyon 884 bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken, bir dakika küfür bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfürle ölen bir adam, kanun-u adaletle, 57 trilyon 201 milyar 200 milyon sene, beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette adalet-i İlâhî ile veçh-i muvafakati bundan anlaşılıyor. Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrip ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal, zâhirî âdete göre, on beş sene maktulün hayatını selb eder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, bin bir esmâ-i İlâhîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemâlâtını inkâr ve hadsiz delâil-i vahdâniyeti tekzip ve şehadetlerini reddetmek olduğundan, kâfiri, bin seneden ziyade esfel-i sâfilîne atar, hapseder.
Küfre ebedi ceza için itiraz eden diller, Allah’ı tam manasıyla tasdik edemediklerindendir. Okulda zayıfın olması, öğrencinin illaki onu alması için değildir. Zayıfta var, pekiyi de var. Öğrenci özgür iradesini kullanır birini hak eder. Zayıf alan diyemez: “ Devlet, eğitim sisteminde bu zayıfı bulundurmakla bana zulüm etti. Oysa çalışmamakla tercihi kendisi yapmıştır. Hanımefendi diyor ki: “İmtihansız bir dünya söz konusu olamaz mıydı?” O zaman rastgele insanları doktor veya mühendis yapabiliriz. Sokakta birinin kolundan tutup her hangi bir görev verebiliriz. Diyelim ki siz ağır hasta olan bir yakınınızı diplomasız, imtihan görmemiş bir doktorun eline teslim edip, ameliyat yapmasını isteyebilir misiniz? Ehliyetsiz birine evinizi arabanızı yaptırabilir misiniz? Tohum bile kış, fırtına ve yağmur imtihanından sonra başak oluyor, ağaç meyve veriyor. İnsan düşe kalka büyüyor, tecrübeler büyük sıkıntılarla oluşuyor. İnsana imtihanlar neticesinde, liyakati başarısı tecrübe ve bilgisi ödüllendirilip, görev makam verilmiyor mu?
Hanımefendi diyor ki: ”Allah kötülük olmadan kendini anlatamaz mıydı? ”Önce kötülük olmasaydı diyor, sonra cennette her şeyin güzel mükemmel olması, kötülüğün olmaması tat vermez, öyle cennete gitmek istemem diyor. Cehennem daha eğlencelidir diyor en azından odun taşırım ona buna sataşırım diyor. Ve bu insan dünyada kötülüklerin olmasına imtihanın olmasına itiraz ediyor. Bu ne çelişki? Acaba bunları söyleyen insanlar, pazardan çürük malzeme alıp, evine bozuk mal sokuyor mudur? Tam tersi her şeyin iyisine koşuyorlar. Malın iyisine, maaşın iyisine, yemeğin en iyisine el uzatıyorlar. Bu insanlar, iradesini kullanıp, dünya imtihanında Allah’ın rızasını kazandıracak şeylere neden talip olmazlar ki? Dünya, zıtların yeri, tercih yeri. Cennet ise, mükâfat yeri. Cennetteki mükemmelliğe rahatsız olan, sıkılan ise Kırkıncı hocamın dediği gibi: ”Sıkılırsanız cehennem orada”
Evet, dünya mükâfat yeri değil ki, ya da her şey dört dörtlük olamaz ki; olsaydı cennet olurdu. Zaten bizlerde cenneti hak edebilmek için, bu türlü meşakkatlere imtihana tabi tutuluyoruz. Zira cennet ucuz değil.