Risale Haber - Haber Merkezi
Tarihçi Mustafa Armağan Zaman gazetesinde yayınlanan "Meğer asıl "Camiler kışlamız" diyen İnönü'ymüş!" yazısında İnönü döneminde camilerin nasıl hoyratça kullanıldığından bahsetti. Mecliste, Erdoğan tarafından okunan Camiler kışlamız şiirine itiraz eden Kemal Kılıçdaroğlu'na hitaben Armağan yazısına şöyle devam etti:
"...
Kılıçdaroğlu Tek Parti devrinde camiler buğday deposu, ahır, asker alma dairesi, müze, hapishane, CHP ilçe başkanlığı veya Halkevi yapıldı deseydi (satılanları veya yok yere yıkılanları saymıyorum) muhakkak ki daha doğru bir şeyler söylemiş olurdu. Üstelik bunlar tamamen gerçektir ve hepsinin tek tek delilleri elimizdedir.
İşte camilerimizin hali
Mesela Sultanahmet Camii kapatılarak senelerce asker alma dairesi yapılmıştı. İçinde askerler yatıp kalkıyordu. İbadet yasaktı. Bizzat kalanlardan dinlediklerim var.
Diyarbakır Ulucamii depo yapılmıştı. Halk Ramazan'da olsun teravih kılmak için açmalarını istemişti ama Ankara'daki devletlulardan haber gelmişti, 'Evlerinde kılsınlar' diye!
Bursa'daki Alacahırka Camii'nin askeriyeye verildiğini, onların da camiyi yıllarca ahır olarak kullandıklarını bugün bile o mahallede yaşayanlardan hatırlayanlar var.
İstanbul Dolmabahçe Camii, müze yapılacak başka bir yer kalmamış gibi Deniz Müzesi yapılmıştı. 1960 darbesinden sonra askerler tarafından Yassıada İrtibat Bürosu yapılıncaya kadar da müzeydi (demek ki istenince uygun bina bulunabiliyormuş!).
Öte yandan 23 Temmuz 1940 tarihli "Yenigün" gazetesi Hatay'da hangi caminin kaç liraya satışa çıkarıldığını ilan etmiş. Buna göre Halebi Osmaniye Camii'ne 400, Kurmalı Mescid'e 120, Kantara Camii'ne 50, Sadık Efendi Mescidi'ne ise 100 lira değer biçilmiş. (Türkiye, 14 Temmuz 2011).
Daha bunlar bir şey değil. Asıl dosyayı ileride açacağız ama benim asıl üzerinde durmak istediğim husus farklı. Kılıçdaroğlu'nun o garip tepkisine dönmek istiyorum. Camiler kışla olarak kullanılmış da, askerin kalacağı yer mi varmış! Başbakan'ın şahsında vicdansızlık ve ihanetle suçluyor bizleri.
Erdoğan Meclis'te "Camiler kışla" diye şiir okuyor, Kılıçdaroğlu ise camileri asıl kışla yapanın İsmet İnönü olduğunu itiraf ederek Tek Parti devrini savunmaya kalkıyor. Doğrusu ben asıl buna mana vermekte zorlanıyorum. Hani Çingene'nin merdi kahramanlıklarını anlatırken hırsızlıklarını açıklarmış ya. O hesap.
"Camiler kışla" diyen Başbakan'ı eleştireyim derken, asıl kendi partisinin eski marifetlerinden birisinin camileri kışla yapmak olduğunu savunabiliyor ve bu yakıcı çelişkinin dahi farkında değil.
Hatta şu da söylenebilir ki, Erdoğan camilerin kışla olduğunu sözle ifade ettiği, yani bu sözü fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceği halde, partisinin yeni genel başkanının dediğine göre, İnönü onları bizzat kışlaya çevirmiş! İşin garibi, İnönü aynı şeyi 'yaptığı' için alkışlanırken, Erdoğan bunu 'söylediği' için ihanet etmiş oluyor! (Neye ihanet acaba?)
Bu hakikaten anlaşılması zor bir bilmece ama sözün sahiplerinin bu çelişkiyi dahi kavrayabileceklerinden şüpheliyim.
Mihrabı tuvalet yapılan cami
Bu arada türlü kılıklara giren camilerin hapishane dahi yapıldığına dair bir tanıklığı sizlerle paylaşmak istiyorum. Divriğili değerli tarihçi Necdet Sakaoğlu'nun anlattığını naklediyorum.
"Çocukluğumu geçirdiğim kasabada, Cedid Mustafa Paşa Camisi hapishane olarak kullanılıyordu. Taş bir bina olduğu için tercih edilmişti; zaten o yıllarda camilerin çoğu kapalıydı. Mahkûmlar ayaklarını pencereden dışarı çıkarırlar, türkü söylerlerdi akşama kadar. Sokaktan geçerken, mahkûmlardan korkardık, sanki pencereden üzerimize atlayacaklar gibi gelir, ta uzaktan geçmeye çalışırdık. Camide tuvalet de, su da yoktu. Yıllar sonra benden yaşça daha büyük olan ve o yılları daha iyi hatırlayan bir emekli hâkime, mahkûmların tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini sordum. "Mihrabın önüne büyük bir küp konmuştu. İki yanına inşaat iskelesi gibi iskele kurulmuş, iki de tahta uzatılmıştı. Mahkûmlar bu iskeleye çıkıp küpü kullanıyorlardı. Küp dolunca da gardiyan, kulpundan sırık geçirip iki mahkûmun omzuna veriyor, dereye boşalttırıyordu."
Camilerimize bu alçakça hakaretlerin yapıldığı tarihlerde İstanbul'da garip bir hazırlık vardı. Şimdi Taksim Gezi Parkı diye bildiğimiz parkın adı, o zamanlar İnönü'nün adını taşıyordu ve merdivenlerle çıkılan meydan girişinin ortasına devasa bir heykel kaidesinin dikilmesi gündemdeydi. Yiyecek ekmek bulamayan İstanbullular heyecan içinde(!) nasıl bir "şaheser"le karşılaşacaklarının heyecanıyla yanıp tutuşuyorlardı. Askerlerine kışla, mahpuslarına hapishane, atlarına ahır bulamayan devletimiz, Viyana'daki bir heykeltıraşa 1 milyon küsur lira ödemiş, devasa kaidesi için de 300 bin lira kadar bir para harcamakta sakınca görmemişti. Ve tam 35 ton ağırlığındaki muazzam heykel 1944 yılında yurda getirilmiş ama hemen ardından çok partili hayata geçildiği için bir türlü yerine dikilememişti.
Şimdi İnönü'nün Taşlık'taki evinin bahçesinde bulunan heykelin parasının günümüzde kaç lira tuttuğunu iktisatçılar hesap ededursun, biz Kılıçdaroğlu'na soralım:
O günün parasıyla çoluk çocuk bütün Türkiye nüfusunun en azından bir gün karnını doyurabilecek olan bu kadar parayı çöpe atmanın hesabını nasıl vereceksiniz? bir. Askerine kışla yapamayan devletin en acil ihtiyacı Viyana'ya heykel siparişi vermek midir, iki.
"Kışla yok, yer yok"muş! Sanki Taksim Kışlası'nı yıktırıp da gezi parkı yaptıran bizzat İnönü değilmiş gibi. Ne pişkinlik Yarabbi!"