Abdurrahman Arslan bizim muhafazakar camianın en önemli entelektüel simalarından biri. Sabitelerine, öncüllerine, kutsallarına bağlı kalabilen tek sima belki de. Yıllar önce kitaplarıyla mülaki olmuş ve “Abdurahman Arslan ile Modern Dünyada Müslümanlar” başlığı ile Ezeli Mağluplar’a misafir etmiştim. Dün akşam Şehr-i Urfa’da bizzat dinlemek ve tanışmak nasip oldu. Buram buram samimiyet kokan bir konuşma. Neler söylemedi ki hazret! Anladıklarımı kendi kelimelerimle ve ilave bazı yorumlarla ifade edebilir miyim, bilmiyorum ama denemekte fayda var.
Modernlik insanlık tarihinde bir yol kazası. İnşââllahı olmayan bir yaşam biçimi modernlik. Kadim değerlerin değersizleştirilmesi modernliğin en büyük tahribatı. Müslümanların en büyük sorunu müslümanca düşünememek. Müslüman olmak ayrı, müslümanca düşünmek ayrı. Müslüman çok ama müslümanca düşünen yok. Modernliğe sahih bir eleştiri geliştirebilmek için modernliğin sınırlarını belirlediği hâkim paradigmanın dışına çıkmak gerekiyor. Klasik usulumuz ve kaynaklarımız bu ameliye için şimdilik elimizdeki tek imkan.
Modernlik İslami bir sorun olmadığı için ona kolayca İslam’dan bir cevap, bir çare bulmak çok zor. İslam medeniyeti söylemi sinsi bir tuzak. Hiçbir geçmiş olduğu gibi şimdiye taşınmaz. Geleneğe dönüş demek geleneğin düşünce ve bilgi üretme kodlarına geri dönüş demektir, ritüeline değil. Müslümanlar tek doğru niyyet olan Allah rızasını kaybetti. Klasik tefsirlerin yazılış amacı rızay-ı ilahi ve murad-ı ilahi iken; modern tefsirlerin yazılış amacı İslam'ı modernliğe uydurmak, daha doğrusu İslam’ın sabitelerini modernitenin parametlerine onaylatmak. Bu tavrın her zaman ve her devirde iğreti durması mukaddderdir.
Modernlik ile birlikte müslümanlar ilk defa kendi kutsallarından kuşku duymaya başladı. Tarihselcilik, mealcilik, özcülük, öze dönüş bu kuşkunun farklı tezahürleri. Kitaba dönüş yine modern bir reflekstir, asıl olan sünnete dönüştür. Sünnet kitabın ete kemiğe bürünmüş halidir çünkü. Modernliğin başa açtığı en büyük iki bela; fiziki olarak ulus devlet, entelektüel olarak hakikatin göreceliliği. Kurani kavramlarımızı kaybettiğimiz için Kuranca düşünemiyoruz. Modernlik bir teoloji. Seküler yaşamın teolojisi. İslam’ın tevhid ilkesi var oldukça modernlik ile İslam’ın barışması mümkün değil.
Müslümanca düşünmek çok güzel ve cazip bir retorik. Bütün müslümanların üzerinde bilâ-tereddüt ittifak ettiği bir düşünme tarzı var mı? Bu meyanda belki de sorulması gereken biricik hayati soru bu. Adına modernlik denilen dildârenin efradına cami ağyarına mani bir tarifi yapılabilse eleştirilmesi kolay, zor olan böyle bir tarif yapabilmek. Ne tuhaftır, modernliği ve türevlerini en esaslı bir şekilde masaya yatırıp kritik eden, kıyasıya eleştiren yine onun rahle-i tedrisinden geçmiş olan modernler veya post-modernler.
Ve yine ne tuhaftır, modernliği en fazla eleştirenler modernliğin bütün nimetlerinden en fazla yararlanan ve modernliği herkesten fazla özümsemiş çağdaş Müslümanlar. Hakim paradigmanın dışına çıkmanın yolu yordamı ne, bunu yaparken dışa çıktığımızdan nasıl emin olabiliriz? Biliyoruz ki post-modernizm yöntemi de öldürdü. Her şey izafi artık, nesnel bir şey yok. Mûhitlerden kovulalı yıllar oldu mutlak’ın.
Bütün konuşma boyunca Bediüzzaman’ın şu ölümsüz cümlesi tüllendi zihnimde. “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal.” Yirmi birinci yüzyılda yeni bir yeni bir bilincin arifesindeyiz. Gelecek meçhul, geçmişi olduğu gibi bugüne taşımak ise imkansız. O halde insanlığın umudu olan müslamanlar olarak yapmamız gereken en acil şey, başımızı iki diz kapağımızın arasına alıp bu hal-i pür melal üzerine derince ve teennice düşünmek. Gerekirse yıllarca.