İki tarz-ı nazara dair kısa bir değerlendirme
“Tarz-ı nazar ikidir; biri zulmettar, diğeri ziyadar.” (Kastamonu Lâhikası)
Eve geldiniz. Baktınız ki mutfakta harika bir sofra kurulmuş. Envaiçeşit nimetler sizin için dizilmiş. Böyle bir sofraya yalnız analitik akılla yaklaşarak “Sofrada şu kadar çeşit yemek var. Yemeklerin yağ oranı şöyle, tuz oranı böyle vs…” demeyiz. Bize özel hazırlanmış o harika sofraya karşı bu derece bir nankörlük yapmayız. Böyle bir tepki, kadın lügatinde “öküzlük”tür. Elbette orada denecek şey “Annecim ya da hanımım, bize ne güzel bir sofra hazırlamışsın. Allah senden razı olsun.” vb. ifadelerdir.
Aynı misali “kâinat sofrası” için de uygulayabiliriz. Kuru bir topraktan bizler için binler çeşit nimet çıkarılıyor. Rengi gözümüze, tadı damağımıza, vitaminleri vücudumuza göre ayarlanıyor. Hatta soframızın yanına rengarenk çiçekler serpiştiriliyor. Ve o harika sofra-yı ilahîye karşılık nasıl bir tepki verdiğimize dikkatle bakılıyor…
Materyalist bilim cephesi sadece analitik akılla yaklaşarak bazı ölçümler yapıyor. Maddeci ön kabulleri gereği o incelediği şeylerin asıl var edilme amacı olan şükür, tefekkür gibi değerleri es geçiyor. Belki direkt inkâr etmiyor ama “Orası bizim alanımız değil” diyerek topu taca atıyor.
İyi de soru şu: Ya bu sofrayı kuran Zâtın, sofrası üzerinde böyle “tarafsız” bir incelemeye rızası yoksa? Başta verdiğimiz misali düşünelim; özene bezene kurduğu sofra üzerinde “tarafsız” bir incelemeye ev hanımının rızası olur muydu yoksa sofraya bakıldığı an teşekkür, hayranlık gibi duyguların harekete geçmesini mi beklerdi?
Kısadan söyleyelim: Eğer insansan orası da senin alanındır. Çünkü sen eşref-i mahlûkat olarak bu hikmet için yaratılmışsın. Ruhuna takılan akıl, kalp gibi latifeler, teşekkür duygusu bunun için var edilmiş. Maddi ve manevi bütün cihazların bunun şahidi. O halde ölçümü güzel yapmalı ama ölçen biçeni de görmeli ve ona hayran olmalı.
İ’lem eyyühe’l-aziz! Basar masnuatı görüp de, basiret Sânii görmezse çok garip ve pek çirkin düşer. Çünkü o halde Sâniin mânen, kalben görünmemesi ya basiretin fıkdânındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır. (Mesnevi-i Nuriye)
Yoksa bütün bilgi ve bilimleri, mahkeme-i kübrada aleyhlerine delil olacaktır…
Neticeyi şöyle bağlamak istiyorum:
Kâinattaki materyalleri akıl ve kalbimizi kullanarak incelemek “tahkikî iman”a vesile olur.
Kâinattaki materyalleri akıl ve kalbimizi kullanmadan incelemek “materyalist insan”a vesile olur.
Abdülhamid Karagiyim-Vukufiyet