Hürriyet vehimlerin en aldatıcısı diyor, Bu Ülke yazarı. Hakkı yok mu? İnsanın hürriyeti havaya fırlatılan taşın hürriyetinden farksız Spinoza’ya göre. Havaya fırlatılan taşın aklı olsaydı kendi isteğiyle bu yolculuğa çıktığını söylerdi. Tıpkı insanın tercihlerinde özgür olduğunu söylemesi gibi. Kimse çözemiyor sırr-ı gâmız olan kaderi. Vüzeradan, vükeladan binlercesi gelip geçti, izhar-ı acz edip teslim olmak dışında yapabildikleri bir şey yoktu.
Ülkemizi, şehrimizi, ırkımızı, aşiretimizi, kabilemizi, cinsiyetimizi, ebeveynimizi, kardeşimizi, akrabamızı, rengimizi, tenimizi, dilimizi, dinimizi, mezhebimizi, karakterimizi, ahlakımızı, mizacımızı, genetik şifremizi ve hatta eşimizi biz seçmedik. Sahi biz neyi seçtik?
Akıntıya karşı kürek çekme gafletine düşenlerin peşini bırakmadı ümitsizlik. Bizler kuklalarız, oynatan üstat felek diyordu Hayyam. Kimse çözemez dünya denen şu kördüğümü diyen Neyzen Tevfik çaresizliğini itiraf ediyordu. Sırrı çözdüğünü söyleyenler aslında hiçbir şey çözmüyordu, çözüyor gibi görünüyordu sadece. İbn-i Arabi ayan-ı sabite’ye tutunuyordu, her şeyi çözen bu ayan-ı sabite hazrete göre. Ama çok geçmeden cebrin yalçın kayasına toslamak zorunda kalıyordu. “Cebr-i mutavassıt” bu toslamanın elim bir ifadesi.
Ömer Bin Abdülaziz ve Cili gibi zekalar malum ilme tabidir derken; Hasan el Basri gibi zekalar ilim maluma tabidir der. Birincilerin kanaatleri o kadar müdellel ki görmezlikten gelmek hamakat sadece. Allah varsa ve O’nun her şeyi kuşatan ezeli bir ilmi varsa ve her şey o ezeli ilme göre varlık sahasına çıkıyorsa ve yaş/kuru her şey Mübin olan bir kitapta yazılı ise zerre miskal hürriyetten, yani Allah’ın müdahale etmediği bağımsız bir alandan bahsetmek mümkün mü artık?
Bilim, insan hürriyetinin bir temenniden ibaret olduğunu söylemiyor mu? Bilhassa modern biyolojideki gelişmeler genlerin özgür olmadığını yeterince göstermiyor mu? Yaşamı biz seçmedik, maruz kaldık, onun için şaşkınız diyen şaşkının şaşkınlığını bir parça yaşayabilsek keşke! Sapiens’in yaklaşık yetmiş bin yıllık hayat serencamı bize hürriyetin sümüklü böceğin izi kadar aldatıcı bir şey olduğunu söylemiyor mu? Bir yıl içinde vebadan can veren milyonlarca insan bu talihi nasıl tercih eder? Veya bir aylık savaşta ölen, tecavüze uğrayan, kimliğiyle oynanan, asimile edilen yüzbinlerce insan.
Bu sır üzerinde derin düşünen Cebriye, vasat düşünen Eş’ari, sathi düşünen Mu’tezile, hiç düşünmeyen Modernist olur. Molla Sadra “Hikmet-i Halide” ile bu sırrı aşmaya ve açmaya çalışır. Evrenin yatışmaz yapısını yatıştırdığını söyler ama ikna olan kim? Hazretin metinlerini şerh eden Nasr ve Suruş bile yeterince ikna olmamış iken diğerleri nasıl ikna olabilir ki?
Yoktan var olmak, ilmi vücuttan harici vücuda çıkıştır diyor hûkema. İlmi vücut itibariyle mahlukat ezelidir onun için. Mu’tezile bu vartadan, yani Allah dışındaki bir şeyin ezeliyetini nefyetmek için ilm-i ilahi mahluktur diyor. “Teaddüd-i kûdema” endişesi Allah’a cehalet isnat etme noktasına kadar geliyor. Önceden takdir yoksa önceden bilme de yok. Bilme, şeylere taalluk sonucunda ortaya çıkan bir vasıf ise eğer Allah şeyleri (eşyanın çoğulu) önceden bilmiyor demek. Allah’ı tenzih edeyim derken Allah’ı cahil yapmak ne hazin!
Bunun tersi daha hazin çünkü bütün yollar çar-naçar cebre çıkıyor. Birinciler bunu gördüğü için çaresiz bu yola suluk etmişler. Allah gaybı bilmez diyenlerin herkesten fazla Kuran’dan delil getirebilmeleri o kadar cay-ı hayrettir ki! Aslında hepsinin yapmaya çalıştığı şey tenzih etmek.