Risale Haber-Haber Merkezi
DKM’de Sa’y konulu üniversite seminerini Veysi Demirok sundu. Sa’y seminerinin başlıkları; “Kâinattaki Sa’yin Sırrı”, “İman Meyelan-ı Sa’yı Kuvvetlendirir” ve “Hayatın Yakazası; Sa’y” şeklindeydi.
Sa’yın ne olduğunu anlatan Demirok, ilk başlığına nazarları kâinata yönlendirerek başladı. Varlıkların karşılıklı ve kendi görev yerlerindeki duruşuna dikkat çeken Demirok, verdiği her bir örnekte, zahiren görünmüyor gibi dursa da hakikatte bir el tarafından istihdam edildiklerini belirtti. Ve sözlerine şu şekilde devam etti; “Kendini bilen insan için hepsinin ne anlama geldiği aşikârdır. Çünkü insan; semere-i âlemdir, en âciz, en zaif ve en latif olmakla beraber en câmi, en bedii ve en aziz, bir mu'cize-i kudrettir. Maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber mana itibariyle ve sanatça kâinatın kalbi, mu'cizat-ı sanatının meşheri, sergisi, ekser tecelliyat-ı esmasının mazharı, nihayetsiz faaliyet-i Rabbaniyenin meşheri, hükmündedir.”
İnsanın, kâinatta işleyen sistemin bir cüz ’ünü, cismi kadar küçük bir örneğini anlayıp kendi hayatına uygulaması gerektiğini söyleyen Demirok, kâinattaki varlıkların muavenetlerini, çalışmalarını ve iş taksimatlarını takip edip anlayabilmek için ism-i Kuddüs’ü inceledi: “Bu kâinat büyük bir fabrika ve her an dolup boşalan büyük bir misafirhane hükmündedir. Bildiğimiz gibi böyle büyük fabrikalar, misafirhaneler, hanlar çok kirleniyorlar. Eğer iyi temizlenip süpürülmezse insan onda boğulur. Hâlbuki kâinata bakıldığında özellikle insanın bulaşık elinin değmediği yerlerin ne kadar temiz olduğu görülebilir. Sayısız hayvanat ve nebatat cenazeleri öyle bir titizlikle yapılıyor ki her bir canlı kendi vazifesini yapar ve ona çalışır. Bu sırdandır ki insanların dikkatini celp ediyor. Hayretler içerisinde izleniliyor.”
Bunları söylerken akıllara, “Bu mevcudat vazifesini yaparken o vazifeden lezzet alabiliyor mu?” sualinin gelebileceğini söyleyen Demirok, Bunu şöyle açıklayabileceğimizi söyledi: “Cenâb-ı Hak, bütün mevcudatın bağrına hareket etme ve çalışma meyli koymuştur ve kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını, hizmet içinde yerleştirmiştir. Amelin ücretini, nefs-i amel içinde koymuştur. İşte bu sır içindir ki, yaratılan her şey kendi hususî vazifelerinde lezzet alırlar. Arıdan, sinekten, tavuktan tut; ta Şems ve Kamer'e kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki, akılları olmadığından akıbeti ve neticeleri düşünmeden, mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.”
Bu konuda tavuğun yavrularına bakma çabası içindeki haleti ve nar ağacının meyveleriyle olan irtibatını örnek veren Demirok, insanın bu sırları anlayabildiği ölçüde hayatından lezzet alçağını söyledi. “Çünkü insanın aza ve duyguları yaptığı hizmet neticesinde lezzet alabilir. Hatta o azanın çalışmasını terk etmesi o uzuv için bir azap olur” dedi.
“Kâinattaki bu çalışma sırrını anladıktan sonra kendi çalışma hayatımızda bu sırrı hem bu dünya ham de ahiret için nasıl kullanabiliriz?” sorusunu seyircilere yönelterek ikinci başlığına (iman meyelan-ı sa’yı kuvvetlendirir) geçti.
“İnsan fiil ve amel cihetinde ve sa’yi maddi itibariyle zayıf bir hayvan ve aciz bir mahlûktur. O yüzden malikiyeti o kadar dardır ki elini nereye uzatsa ondaki acz ve fakrı ona engel olur. Ona asıl vazifesini hatırlatır.
İnsan öyle bir Kerim’e misafir olmuş ki nihayetsiz hazinelerini ona açmış. Ve ona öyle bir sahra vermiş ki gözünün değil hayalinin gidebildiği yerden geniş. Eğer insan, enaniyetine dayanıp hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek derd-i maişet içinde bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur. Ona verilen bütün cihazat ve letaif, ondan şikâyet ederek ahirette onun aleyhinde şahitlik ederler.
Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zatın izni dairesinde ömrünü sarf etse öyle geniş daire içinde uzun bir hayatı ebediye için güzel çalışır ve istirahat eder. Sonra ala-i illiyine çıkabilir. Ahiret hayatına çalıştırdığı bütün letaif ve cihazatları onun lehine şahitlik ederler.
Dünya ile meşguliyet çoğu bizim uydurduğumuz ve hakiki bir ihtiyaç olmamasına rağmen kendimize zaruri ihtiyaçmış gibi baktığımız fuzuli ihtiyaçlardır. Güya binler senemiz varmış gibi o işlere zamanın çoğunluğu harcanıp, en önemli işlerimizi bazen unutabiliyoruz.
Boş işlere Risale-i Nur’dan örnek verecek olursak; ”
“Hâlbuki insan ubudiyet için halk olunmuştur. Rızka çalışmak emr-i ilahi dairesinde bir nevi ubudiyettir. Evet, bahtiyar odur ki, iktisat ve kanaatle, helal çalışmasını bir fiili dua olarak bilip minnettarane ve müteşekkirane o helal çalışmadan gelen rızkı kabul eder. Bedbaht odur ki hırs ve israf ile helal çalışmayı bırakarak her kapıya başvurup tembelkarane davranıp ellerden medet umar.”
(Necm, 53/39)-“İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez”
Ayet-i kerime mealini aktaran Veysi Demirok, insan için ancak çalıştığının karşılığının olduğu bilincinin onu çalışmaya sevk ettiğini söyledi. Üstad Hazretlerinin, “Namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim'in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir” diyerek, namaz kılanın diğer dünyevi mubah amellerinin güzel bir niyetle ibadet hükmünü alabileceğini bize müjdelediğini de ilave etti.
Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin çalışanlara verdikleri müjdelere ve teşviklerine deyinen Demirok, farz ibadetler yerine getirilmeden yapılan çalışmalar sadece dünyevi ve bereketsiz bir nafakaya sebebiyet verdiğini, asıl büyük mükâfat ve nafakadan mahrum kalınmış olduğunu söyledi.
“Hayatın Yakazası; Sa’y
Kur’an’ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölümü mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir.
Medeniyetin getirdiklerine bakacak olursak;
Eskiden bir adam dört beş şeye muhtaç iken, medeniyet onu yüzden fazla şeylere muhtaç ettirip fakir ettirmiştir. Sa’yi helali, masraflarına yetmemiştir.
Özellikle kişi ahir-zamanda ihtiyaçlarını saymaya çalışacak ihtiyaçlarının saymakla bitmediğini görecektir.
Önünde yollar belirecektir; bu yollardan biri olan “sa’y yani helal yoldan çalışma yolu” gidilecek en güzel yoldur. Eğer bu yoldan kendisine gelen rızık kendisinin ihtiyaç telakki ettiği şeylere yetmiyorsa diğer yola bakar. Ümitsizlik yolu; çoğu ihtiyaçları karşılanmadığı için haram yollara başvurulur.”
“Biz biliyoruz ki: “Sa’y, vücudun hayatı, hem hayatın yakazasıdır.” Bu düsturlara örnek verecek olursak; hayatından en çok şikâyet edenlerin işsiz insanlar olduğunu görüyoruz. Buna kahvehanelerde ve sokaklarda zamanlarını boşa harcayanların ettikleri şikâyetleri göz önüne getirebiliriz. Bu yüzden insanları, hileye, harama sevk etmiştir. Kişide vahşet, cinayet, hıyanet ve ahlaksız davranışlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.”
“Bunlar insanlıkta yaralar açmış ve Kur’an’dan medet istenilmediği zaman, bu yaralar daha da şiddetlenip günümüze kadar gelmiştir. Üstad bu iki yaranın; “ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne” ve “Sen çalış, ben yiyeyim” olduğunu söylüyor.
Evet, sosyal hayatta zenginler ve fakirler ancak birbirlerini muvazene ve muavenetleriyle rahat yaşayabilirler. Bu muvazenenin esası; zenginlerin fakirlere merhamet ve şefkat, fakirler ise zenginlere hürmet ve itaat etmesidir. Normal ve asıl olması gereken muavenet budur.”
Şimdi bu iki yaranın getirdiklerine bakalım;
Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne; zenginleri zulme, ahlaksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. Bu kelimenin örneklerini istiyorsak günlük hayatta, haberlerde çokça görebiliriz.
Sen çalış, ben yiyeyim; fakirleri kine, hasede, kavgalara sevk edip insanlığın rahatını bozmuştur. Bunun örneklerini geçmişteki ihtilallerden, günümüzde ise yaşanan hadisatlardan anlayıp görebiliriz.
Kur’an-ı Kerim bu iki yaraya şu iki çözümü getirmiştir;
Birinci kelimeyi “zekât” ile tedavi etmiştir. Evet, zekât köprü görevini görür. Zenginler ile fakirler arasındaki köprü. Bunun en güzel örneklerini asr-ı saadette görebiliriz. “Komşusu açken, kendisi tok yatan bizden değildir.” Hadis-i Şerif’ini örnek verebiliriz.
İkinci kelimeyi “faiz yasaktır.” Deyip tedavi eder. Evet, Kur’an-ı Kerim, kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız der ve şakirtlerine girmeyiniz diye emreder.
Evet, hayatın zevkini ve lezzetini istiyorsak bu düsturlara kulak vermemiz gerekir.
Son olarak Risale-i Nur’da “Haydi, göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rûy-i zemini, her tarafı her birinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.” diyerek çalışmaya davet etti.