İnsan, her an konuşan bir varlıktır. Bu hükmü ispat etmek için iç düşüncelerin bir an bile bizi yalnız bırakmayan seslerini duymak yeterli. Hatta birden fazla sesin içimizde, kendi aralarında konuştuğu söylenebilir. Bu seslerin birden fazla grup halinde kolonileştiğini de söyleyebiliriz.
Farklı organlarımızın/temsillerimizin/donanımlarımızın/latifelerimizin oluşturduğu gruplardan bahsediyoruz.
Kalp dairesi içinde konuşulanlar, kızılan veya sevilenler, sonra yapılanlar hakkında değerlendirmeler sürekli değişebiliyor. Kalbin kendi içinde iki ayırım halinde görüşlerin olumlu-olumsuz olarak birbirlerini eleme çabası iç konuşmaların kalp ülkesindeki yansımalarıdır.
Kalp ülkesine, sınır komşusu olan akıl ülkesinden de misafir gelebiliyor. Farklı bir açıdan ve sorumlulukla kalbe katkı yapıyor.
Bu arada akıl gurusunun kendi içinde yürüttüğü muhakeme, aldığı kararlar ve ikna etme çabaları ile yanıltıcı deliller ile ispatlı bilgilerin birbirini kıyasıya yorduğu akıl sofrası ise ayrı bir atmosferi temsil etmektedir.
Bir binanın ayrıcalıklı mekanlarından olan kalp ve akıl dairesinin dışında bir de vicdan dairesi var. Hepsinin üstünde ve denetleyici/değerlendirici durumda. Olanların, düşünülenlerin ve söylenenlerin vücut binasına ve insan sistemine/yaratılışına/fıtratına uygunluğu açısından bakar. Anayasal kuruluş gibidir adeta. İlahi sistem açısından bakar her şeye. Uygunluk ya da uygunsuzluk belirler.
Ruh dairesinin, vücut binasından önce plan/proje olarak var olduğu ve anne rahminden itibaren ete kemiğe büründüğü ve hayata hazırlandığı düşünülürse, ruh binanın temeli ve esasıdır. Dünya öncesi döneme ait özgünlüktür.
Ruhumuza üflenenler, ruhumuzdan kalbe, akla, vicdana ve diğer latifelere giden anlamlar, ilhamlar, mesajlar ayrı birer doku halinde dokunuyorlar, işleniyorlar. Her daire/ülke kendi alanında onları değerlendiriyor.
Ruhun konuşmasının, bütün sisteme hükmettiğini ve mesajını ayrı ayrı suretlerde ve siretlerde yansıttığını, onlarında buna uygunluk derecelerine göre standardı/kaliteyi/fıtriliği yakaladığını söyleyebiliriz.
Ruhun terennüm alanı, iç boğuşmaları, daralmaları, genişlemeleri, ötesine geçişleri, kontrol edilemezliği, üflenişi, geçici bir mekan olarak vücut giymesini düşünürsek, ruhun alanları o kadar çok ki, her birisini ayrı birer tarz ve temsille diğer sistemin parçalarına/organlarına gönderiyor.
Bir de sır dairesi var ki, çözemediğimiz ama var olan, inceliklerine vakıf olduğumuz, bize has ve değişken, bazen açıklanabilir uçları görünen, bazen tamamen gizemli, bazen saklı, bazen de manalarını hissettiğimiz ve keşfetmekte aciz kaldığımız farklı kapıların açıldığı yeni hazineler diyarı.
Ruhun, aklın, kalbin, vicdanın sırları burada birleşir kim bilir? Ya da daha derin bir manayı korurlar. Beden, mekanında ruhu incitmesin diye.
İç konuşmaların akıl almaz sürekliliği, kalbi doyurmayan ikilemleri, ruha aşina gelmeyen ve vicdanı tatmin etmeyen halleri, hep sırlı dünyanın sırları arasında insan aleminde ve insan binasında ve insan odasında kendine cevapsız sorular, meraklı hayaller ve çözümsüz endişeler bırakır.
İç konuşmalar, sanılandan çok fazladır. Kendi kendine konuşma, her ne kadar delilik/velilik olarak algılansa da hep olmuştur.
İnsan en çok kiminle konuşur sizce?
Elbette kendisiyle. Hem de beş koldan. Birde hayalleri ve tasavvurları katın. Hem de giriş katında karşılıklı iki daire şeklinde.
İnsan binasında ruh, akıl, kalp katına çıkacak olanlar, bu hayal ve tasvir girişinde karşılanırlar. Yeni kurgularla karşılanır ve kafaları yeni mecralara sürüklenircesine çeşitlendirilir, yeni seçenek ve kontrolsüz öneriler yığını arasında bombardıman edilir.
Üst kata, akıl dairesine geçmeyi, oraya kadar kendisine eşlik edebilen hayal ve tasvirlerle ancak akıl sofrasında müzakere yapmasını ve ona göre karar vermesini bilenler, hemen hayalden hakikate giden yolun ikinci, üçüncü basamaklarına böylelilikle çıkarlar.
Bütün binanın bir konservatuar gibi ilahi musikinin birer nefesi gibi kendi iç bölmelerinde ve bölümlerinde bir şeyleri seslendirdikleri, ifade ettikleri düşünülürse, sanılandan fazla ve kontrol edilemez çok sıkı, değişken, bazen de gevşek ama sürdürülen iç konuşmalarla sürekli kendini yenilediği, taze fikirlerin sardığı bir yapıdır insan sarayı.
Bilişimin bu denli etkili olması, sosyal medyanın bu kadar zengin menülere sahip olması, insanların buna ciddi zaman ayırmasının belki de en önemli sebebi, sınırlanamayacak ve engellenemeyecek bir özgürlükte kişinin kendi iç konuşmalarını aktarabiliyor olmasıdır.
İç konuşmaların yüzde biri, hatta milyonda biri bile yeryüzünün bilgi dağarcığını, keşif alanlarını ve sabitelerle değişkenlerin yer değişimini çok ciddi etkilemekte ve belirlemektedir.
Sosyal medya, aslında insanın iç konuşmalarının tedavüle çıktığı bir teknolojidir. İç konuşmaların bu güne kadar en özgürce ve kesintisiz bilişime girdiği bir mecradır.
İnsanın iç konuşmalarının dağınık labirentlerinde seçici davranmayıp, iç müzakerenin kontrol sistemini devre dışı bırakıp, tabiri caizse bekçiyi uyutup anahtarlarını alır ve gelişigüzel farklı dairelerden kapıları açıp, oralardan tasnif edilmemiş konuşmaları/malzemeleri deşifre ederse, o zaman sosyal medya tam bir felaket olur. Her şeyin çirkinleştiği, kural tanımaz, haksızlığa açık bir savaş alanına döner.
Ama bu iç konuşmalar, iç konuşmanın yönetiminde insan iradesinin tepkilerine ve hırslarına yenilmediği bir iç kontrolle sistemik bir bütünlükle dışarıya yansısa, o zaman insanlık bütün dünyanın hafızasını bir günde kullanır hale gelecek.
Elbette iç konuşmaları doğru tercüme etmek, yazarken bile evirmemek, o anki fırsata kurban etmemek önemlidir. Makulü dışlayıp tepki sarmalına fazla girmek, aslında iç konuşmalara karşı, tabiri caizse insanın derin devletinin normal sistemine yaptığı bir darbedir.
O zaman çıkan her söz bir lav gibi yakar, söylenen her şey bir kılıç gibi yaralar ve ortalık karşılıklı toz dumana döner.
İç darbeye ve konjonktürel etkilere maruz kalıp, varlığı yara alan ve iç darbe ile iç konuşmalarının yeri, konumu ve ifadesi değiştirilen insan yazsa da, yazdığı değildir, başka bir şeydir. Realitenin dışına çıkmış bir sanallığın canavarıdır artık.
İç fırtınadan ve kargaşadan fırsat bulup iç darbe yapan bir çete, kendi sistemini tahrip ettiği gibi etrafa yayma ve yayılma hızı en yüksek bir teknoloji ile engellenemeyen bir şekilde bilişmeyi, didişme yapabiliyor. İç darbelerin bu bozguncu kuvveti, zaman içinde zararlarını makineye yükleyen birer zararlı alet haline geliyor.
İç konuşmaların selameti, su-i zan etmemek, hüsn-ü zanla bakmak ve şeytandan istiaze ile mümkündür. Gayesine uygun hedeflerle düşünmek ise moral ve huzur verir.