‘…Kaypak bir çamur olan mayamız,
Kinle bereketlenmektedir.’
(Cumali Ünaldı Hasan Nebioğlu’nun Semud şiirinden)
Beşer, hayat denen macerasında oyun ve oyalanmayı pek sevmiştir.
Hem zaten, dünya hayatı oyun ve oyalanmaktan ibarettir değil mi?
Kundaktaki bebek bile eline tutuşturulan tabletten fıtri bir şekilde görüntüler izlerken bir süreliğine sakinleşip annesini meşgul etmeyip rahat bırakmıyor mu?
Ya da babasının cep telefonunu veya TV kumandasını…
Doğar doğmaz oyuncakla, oyunla meşgul olmuştur.
Gözlerini dünyaya açar açmaz avuçlarının arasına oyuncak, oda dolusu oyuncaklar, ekranlar, kulaklıklar, tabletler, laptoplar, PC’ler…
Ergenlikte ve büyüyünce başka başka oyuncaklar…
İnsan yavrusu hep önemli olmak istedi.
Önemli, değerli ve yükseklerde olmak.
‘Ben, ben, ben, ben…’
‘Ben’ demenin ötesinde ilah veya tanrı olmak gibi mevzularla da alakadar olmuştur.
İnsan, dünyaya geleli gücü ele geçirdiği andan itibaren önce cinslerine, varlığa ve canlı cansız her şeye karşı tanrıcılık oyununu oynamaya çalışmıştır.
Kıyamete dek sürecek bu insancık hezeyanı dönem dönem renk, elbise ve dökülen ‘sos’u değiştirmişse de ortaya çıkan şey aynı olagelmiştir.
***
Oysa ifrat-tefrit-vasat üçlüsünün en ölçülüsü vasat idi.
Amenna!
Allah!
Nefhasından üflediği ve hazreti insan dediği mahlûkatının en azizi, kıymetlisi ve muhatabı ilan ettiği insandır.
Bu muamele vasatta sebat edene tekabül etmektedir.
Bir tek otoriteye itaat ve bir tek otorite karşısında had bilmekten ibaret bir kavilleşme, sözleşme varken, aşağılık insan bir tek otoriteye itaat dışında binler milyonlarca otoriteye itaati ve kulluğu seçerek yazık etmiştir kendisine.
Bir olan ilah dururken, neredeyse kapısında beslediği ite dahi tanrı muamelesi çekmiştir.
Paraya ve para sahibine, güce ve güç sahibine, zulme ve zalime, makama ve makam sahibine… vesaireye…
Yalakalığın ve köpekleşmenin dibi yoktur.
Çünkü aç olan mide doysa da aç olan göz doymamaktadır.
***
Bir olan ve yegâne otorite olarak kabul ettiğimiz Aziz ve Celil olan Allah, mübarek kitabı aziz Kur’an-ı Kerim’in Kalem sûresinin 10.11.12.13.14 No’lu âyetlerinde şöyle buyurur;
"Muhammed!
Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme!"
Ölçü ve ölçüt gün ışığı gibi, güneş kadar parlak bir şekilde bellidir, nettir, apaçıktır.
İnsan olmanın asaleti, dik duruşun, şerefin, onurun ve dahi hayvandan aşağı olmamanın zombileşmemenin ölçüsü budur.
***
Allah Musa’ya (a.s) rahmet etsin…
Hani Musa (a.s) kavmine demişti, firavun zalimdir, firavun alçaktır, firavun aşağılıktır diye…
Kavmi, Musa’ya (a.s) tüm bunları biliyoruz ve farkındayız fakat karnımızı firavun doyuruyor demişti…
Açlık, aç kalmak, kimsesiz kalmak, sahipsiz kalmak, itibarsız veya değersiz, sevgisiz kalmak çoktan öte zordur.
Zor durumlardır.
Bir maaşa bir menfaate bir makama ebediyen kendini feda etmek daha kötü değil midir?
***
İtibar istenilmez verilir.
Muteber olmak yarın muteber olacağın anlamına mı gelmektedir?
İtibar kim isterse onun olsun izzet insan olana yeter.
Bir adam anlatıyor…
Babam ile birlikte Mekke’de Ukaz Panayırı’na gitmiştik.
Uzaktan birini gördüm.
Genç bir adamı gördüm.
‘Ey insanlar La ilahe illallah deyin kurtulun.
Ey insanlar!
Allah’tan başka güç, otorite yoktur.’
Arkasından da iki kişi onu takip ediyordu.
Birisi ‘Bu adam benim yeğenim delirmiş aklını kaybetmiş, boş verin bu adamı ve söylediklerini’ diyordu.
Diğeri de; genç adamın arkasına yüzüne yerden avuçladığı toprağı atıyordu.
Ve onu çekiştirip kalabalıktan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı…
Bir süre sonra…
Genç adamı kalabalıktan uzaklaştırıp yere attılar.
Biri üzerine toprak atarken diğeri de sırtına pislik dolu ağır bir şey koydu…
Yaklaştım.
Merak ettim.
Bu genç adam ne yapacak diye…
Uzaktan koşarak küçük bir kız geliyor.
Dikkat kesildim.
“Babacığım” demekten sesi kısılmış.
Genç adam, küçük kızın sesini duydu üzerindeki ağır pisliği kaldırıp üzerindeki, sakalındaki toprağı temizlemeye çalıştı.
Şefkatle küçük kızı bağrına bastı doğruldu…
Anladım ki onun kızıydı.
Küçük kız “babacığım” deyip ağlıyordu.
“Sana neden bunları yapıyorlar…”
Genç adam, kızının elbisesini düzeltirken kokluyordu yavrusunu…
Kızını kucaklayıp doğruldu.
Kızına; “Zeynebim canım kızım…”
İtibar onların olsun!
İzzet bizim olsun.
İtibar onların olsun!
İzzet bizim olsun.
İtibar onların olsun!
İzzet bizim olsun… Dedi.
Sonra isminin Muhammed (s.a.v) olduğunu öğrendiğim o genç adamı ve o günü hiç unutmadım.
Yıllar geçmişti.
Babam ve tüm ailemle ile birlikte gidip o izzetli güzel adamın yanında durdum.
***
Nice itibarlı muteberler bir gecede şeytanlaştırılmadı mı?
Nice makamlar, servetler, dostlar, sevenler, sevgililer, ‘sana kurban olurum diyenler’ bir anda, bir günde seni terk etmediler mi?
Malınla itibarın, gücünle veya makamınla sevgi saygı hürmet almak akıl işi mi?
Tüm bunları düşünmemek için aklı sarhoş etmek ve daha çok oyun oyuncağın içine atlamak hazreti insana yakışır mı?
Toprağın altında size kim yardım edecekse O’nun tarafında olmak akıllılık değil mi?
Toprağın altında bana yardım edecek olana, kendisiyle baş başa kalacağım ezeli ve ebedi şanlı kudrete ve güce Allah’a yandaş olmak güzel değil mi…?
Elbette ki en güzeli, en şahanesi ve en azizi budur.
Sonsuz sayıdaki tanrılara, ilahlara köpeklik, kölelik ve aşağılık bir son gelene dek itaat etmektense, şefkatli, merhametli, yüce ve gücü her şeyi kuşatan bir otoriteye, biricik ilahımıza, en güzele teslim olmak daha en daha tatlıdır…