Ömrünü insan yetiştirmeye adamış bir gönül ustası, ölüm döşeğinde son nefeslerini vermek üzereyken, yanındakiler, "Sevgili Efendimiz, Aziz can dostumuz, bizi bırakıp ebediyet yurduna göçüyorsunuz, giderken bizlere son bir tavsiyede bulunun, nasihat edin", derler. O güzel insan da, "evlatlarım, insan olun, insan. Seksen küsur yıl ömür sürdüm, çok şey gördüm, ama insan olmak kadar zor bir iş görmedim. İnsan olun", der.
Hz. Mevlânâ da bir şiirinde: "Dün şeyh, elinde fener, bütün şehri dönüp dolaşmadaydı; şeytanlardan, canavarlardan usandım; insan arıyorum diyordu. Biz de aradık, bulunmuyor dediler; o bulunmayan var ya dedi, işte onu istiyorum ben." der.
Rabia Hatun'la ilgili şöyle bir olay naklederler: Bağdat'ın kalabalık caddelerinden birinde yüzü açık bir halde gitmekte olan Rabia Hatun, tasavvuf büyüklerinden biriyle karşılaşınca yüzünün yarısını örter. Bunu gören zat, "ya Rabia, şu kadar insan içinde yüzünü açmış gezerken, beni görünce neden yüzünü örtmek ihtiyacını duydun?", der. Rabia Hatun da "sen hangi insanlardan söz ediyorsun? Hani göster de yüzümü kaçırayım", diyerek kalabalığı işaret eder. Hazret, bakınca çevresinde bir sürü hayvanatın gezmekte olduğunu görür.
Bağdat'ta Behlül Dânâ'yı, Harun Reşid'e şikâyet ederler. "Senin Behlül içimize girmiyor, bizden hep kaçıyor, söyle de bizim de içimize karışsın, bizimle de oturup kalksın", derler. Harun Reşit Behlül'ü çağırtıp: "Halk senden şikâyetçi, bizi adam yerine koyup da içimize girmiyor, bizimle halvet olmuyor, derler", deyince, Behlül: "Durun bir danışıp da geleyim. İzin verirlerse girerim", der ve huzurdan çıkar. Harun Reşit ardından adam gönderip: "Git bak bakalım kimlere danışacak, öğren de gel", der. Biraz sonra Behlül huzura çıkıp: "Hayır, izin vermediler, bu insanların içine girersen sen de bizim gibi olursun, dediler," der. Ve huzurdan izin isteyip çıkar. Görevli memur çağrılıp: "Nereye gitti, kimlere danıştı, söyle, ne gördün?" Denildiğinde memur: "Efendim helaya girip biraz eğleştikten sonra huzurunuza girdi, başka bir yere gitmedi," der.
Bir müddet sonra Behlül'ü tekrar Harun Reşit'e şikâyete gelirler. "Yine ne var, ne yaptı size Behlül," deyince, halk: "Senin Behlül, Bağdat caddesinin ortasında, insanların içinde def-i hâcet eyledi, ihtiyaç giderdi, hiç utanma, sıkılma yok mu bu adamda?" derler.
Harun Reşit, "Behlül'ü bulup getirin derhal", der. Behlül huzura getirilince: "Bre Behlül sen ne edersin? Nasıl olur da gündüz gözüne, hem de caddenin ortasında, insanların içinde hacet giderirsin, utanıp sıkılmaz mısın?" deyince: "A be Sultanım, hangi insanların içinde?.. Gel gidelim de göster", der. Harun Reşit merak edip Behlül'ün peşine düşer. Denilen yere varınca Sultan ne görsün, etrafta bir sürü mahlukat kaynaşmakta. Behlül, Sultan'a dönüp der ki, "A Benim Sultanım, siz şurada sıkışsanız. Bir küçük su dökme ihtiyacı duysanız ve ihtiyacınızı giderseniz, bir şey lâzım gelir mi?", deyince, Harun Reşit söyleyecek söz bulamaz.
Baştan beri söylenenler hep aynı kültür ve medeniyet zemininde cereyan eden yani İslam toplumunda yaşanan veya yaşandığı kabul edilen olaylar. Bunlar, o kültür ve medeniyetin insan anlayışını, insana bakışını dile getirmektedir. Bu medeniyette insan, eşref-i mahlûkattır. Yaratılmışların en şereflisi, en üstünüdür. Bu yaratılmışların zirvesinde de Hz. Muhammed vardır. Hz. Muhammed, İnsan-ı Kâmil'dir. Tam insandır. Yüce Yaratıcının istediği evsafta, övdüğü, yücelttiği kıvamda bir insan... Yüce Allah O'nu âlemlere rahmet, insanlığa örnek olarak yarattığını söylüyor. O Kâmil insan da kendisini Rabbinin terbiye ettiğini ve en güzel şekilde terbiye ettiğini bildiriyor. İnsanlığın eşrafı olan diğer örnek insanlar da Hz. Muhammed terbiyesinden geçtikleri, O'nu örnek aldıkları için örnektirler.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen
Yani, özüne güzelce bak ki bütün âlemin özetisin sen; kâinatın, oluşlar âleminin gözbebeği olan insansın, sen, diyen Şeyh Gâlib de o İnsan-ı Kâmil'i anlatıyor. Kâmil insanın muhtevası budur, diyor. Mevlânâ Hazretleri de Kâmil insanı baştanbaşa gözden ibaret görür. İnsan, gözden ibârettir, gerisi et ve kemiktir. O etten sarhoşlara meze, o kemikten de güzellere tarak yapılmaz, der.
Bediüzzaman Hazretleri de insanı nazar ve niyetten ibaret görür. Buna göre insan, nazarı ve niyetinden ibarettir. Görüşün ve niyetin ne ise sen o kadarsın. Hem Mevlânâ hem Bediüzzaman Hazretleri eserleriyle ve hayatlarıyla bir görüş ortaya koyarlar. Bu görüş, Rabbânî bir görüştür. İmânî ve islâmî bir görüştür.
Hazreti Mevlânâ: "Dünyayı görmen senin idrakin kadardır; temiz olmayan hissin temizleri görmene perde olur. Hissini görüş suyuyla yıka, sofilerin çamaşır yıkaması böyledir, der. Her iki gönül mimarı da hayatları boyunca beşere imânî ve islamî bir bakış, bir görüş kazandırmak için çalıştılar.
İnsan, Tanrı'ya, tabiata, topluma ve tarihe nasıl bakıyorsa ve hayatını ne kadar bu bakış doğrultusunda yaşıyorsa o kadar anlam taşır, o kadar insandır. Bu bakışların odak noktasında da Allah'a bakış yer alır. Diğer bakışları belirleyici temel, esas bakış odur çünkü.
İnsan olmak, görüş sahibi olmaktır. Allah'ın gör dediklerini görecek ufka, idrake ulaşmak ve ona göre yaşamak demektir.
Yeni Şafak