İnsan yaratılış itibarı ile donanımı en mükemmel varlıktır. Binlerce duygu, latîfe ve havas ile donatılmış, mahlukatın en şereflisidir. Kendisine verilen bu tür his, heves ve duygularını dengeyle kullanabilen insan ahsen-i takvim sırrına masadak hareket etmiş olur. Aksi takdirde bu fıtri his ve kuvvelerin yanlış kullanımı sonucu esfel-i sâfilin derekelerine acıyla yuvarlanacaktır.
İşte insana bahşedilen bu üç kuvvet Üstadımız Bediüzzaman’ın ifedeleriyle; ‘‘Tegayyür, inkılab ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def’ için kuvve-i sebuiye-i gazabiye. Üçüncüsü: Nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.
Kuvve-i Şeheviye : Arzu, iştiha ve cismani hazların kaynağı olan kuvvettir.
Kuvve-i gadabiye : Zararlı şeyleri def'e sevkeden his ve kuvvettir.
Kuvve-i akliye : belli ölçüde de olsa hakikatleri görüp, fayda ya da zarar getirecek şeyleri birbirinden ayırma melekesidir
‘‘Şeytan; insana saldırınca, hedef aldığı üç nokta vardır. Bunlar; şehevî, gadabî ve aklî zaaflarımızdır.’’ İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Yaratıcı tarafından sınırlandırılmamıştır. İnsanın cüz-ü ihtiyarisiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler adeta başıboş bırakılmıştır.
Bu kuvvetlerin her biri’si, tefrit, vasat, ifrat basamaklarıyla üç mertebeye ayrılırlar.
Mesela, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.
Makbul ve muteber insan odur ki bu duygularını vasat mertebesiyle kullanarak imtihanı kazanabilsin.
Bu ilk iki kuvve terbiye ve tezhip edilirse, yani doğruya yönlendirilirse, sahibini alay-ı illiyine çıkarır. Yok, şeytana bende olur, onun idaresine verilirse, insanı esfel-i sâfiline atar. Yani hayra ve şerre kabil iki kuvvedir. Hatta bu iki kuvve, insanlığın hayır ve şer binasının temeli gibidir. Bütün hayırlar ve şerler bu iki kuvve üzerine bina edilir.
Üstad Hazretlerinin ‘‘Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur." şeklinde dile getirdiği ölçüye göre, günümüz de edepli insan; iffetle, meşru daire içinde yaşayıp gayr-i meşru sahaya nazar etmeyen, el uzatmayan, adım atmayan insan demektir. Dolayısıyla, iffetli bir insan, göz, kulak, el, ayak gibi bütün âzâların helal dairedeki lezzetleriyle iktifâ etmeli, hiçbir şekilde ve hiçbir yolla haram işlememeli, izzet ve haysiyetine dokunacak durumlardan da sakınmalıdır.
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahu anh) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: Bir adam Allah Resûlü'ne "Bana nasihat et!" dileğinde bulundu. Resûlullah ona, "Gazaba kapılma, öfkelenme!.." buyurdu. Bunun üzerine, o şahıs, Resûl-ü Ekrem'den tekrar tekrar nasihat etmesini istedi; Efendimiz de her defasında ona "Gazaplanma!.." öğüdünü verdi
Gazap hissi yaratılış icabı bir durumdur. Bazıları, gazap hissinin de bir yaratılış gayesi olduğunu bilemez ve normal insanları çok kızdıracak meseleler karşısında dahi öfke tavrı ortaya koyamazlar; dahası hiç korkulmayacak şeylerden dahi korkar, sürekli vehimlerle oturup kalkar ve değişik paranoyalarla hayatı yaşanmaz hâle getirirler; bunların halini "cebânet" (korkaklık) kelimesi ifade eder. Fakat, bazı insanlar da vardır ki, onlar da hiç yoktan yere küplere binerler, en önemsiz hadiseler karşısında dahi aşırı hiddet gösterirler ve bir anda saldırganlaşırlar; akıbeti hiç düşünmeden, ölçüsüzce ve muhakemesizce her işe girişirler. Kuvve-i gadabiyenin bu ifrat halidir. Bu’na ‘‘tehevvür’’ (korkusuzluk ve saldırganlık ) hali denilir. Bu mes’ele nin vasat ve istikamet üzere olan hali ise ‘‘şecâat’’ hali’dir.
Bu meseleye tefekküri bir nazarla bakan herkes görecektir ki; Yaratılışımız da bu üç kuvvenin her birisinin sınırı ve haddi yoktur. Ancak şeriatın sahibi fıtraten sınırsız gibi görünen bu üç kuvvetin her birine bir sınır ve hudud çizmiştir. İnsana verilen bu hasselerin veriliş gayesi insanı yüceltmek ve kemale erdirmektir.
Şöyle başta nefsimize ve etrafımıza bakalım. Bugün insanımız bu duygularını kontrol etmede hangi seviyede duruyor. Kendini haz alma trendi’ne göre formatlamış yığınlar. Edep ve haya duygularını yitirmiş kontrol dışı bir nesille karşı karşıyayız.
Toplumun önünde gözüken’ler bile meydanlarda ve ekranlarda hangi tehevvürle konuşup duruyorlar hep birlikte müşahede ediyoruz. Kasetler, şantajlar adeta havada uçuşuyor, eline beline ve diline sahip olamayanlar, topluma ne verebilirler ki.? Özellikle bir da’va adına yola çıktığını söyleyenlerin bu üç duyguyu kontrol etmede ve imtihanı kazanıp kaybetme de daha duyarlı ve hassas olmaları gerekmez mi.
Yakup Aksoy