İnsan sadece hür olmak istiyor

Açılım ile ilgili röportajlar dizisinin bugünkü konuğu Gaziantep işadamlarından Eyüp Özcan

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

 

Gaziantep, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin en büyük, Türkiye'nin ise 6. büyük şehri olup nüfusu, ekonomik yapısı, turizm potansiyeli ve Büyükşehir statüsü ile bir metropol şehirdir. Gaziantep’in Nüfusunun yüzde 60’ını doğudan gelenler oluşturmaktadır. O nedenle “Kürt Açılımı” çerçevesinde bakıldığında dikkate alınması gereken illerin önemlilerindendir.

 

Diyarbakır, bu işin siyasi açıdan merkezi hüviyetini taşıyor olsa da sanayi ve ticaret açısından bakıldığında asıl merkezin Gaziantep olduğu görülür. Çünkü, Diyarbakır da ekonomik açıdan Gaziantep’in etkisi altında olan 18 ilden biridir. Yani, siyasi anlamda olmasa da ekonomik anlamda stratejik öneme sahip bir ildir. Açılımda Gazianteplileri de dinlemek onların da görüşlerini aktarmak bu açıdan önemli. Bugünkü konuğumuz ise Eyüp Özcan.

 

Eyüp Özcan kimdir?

 

Beyşehir Doğanbey kasabasında doğdu. İlk, orta, lise eğitimini aldıktan sonra üniversite eğitimi için gittiği Gaziantep’te kalmaya karar verir. Uzun süre kaldıktan sonra görev icabı Eskişehir’e oradan Manisa’ya, ardından Ankara’ya gider idari görevlerde çalışır. Daha sonra emekli olup Ay Merkez’in başına geçer. Halen Ay Merkez’in Gaziantep Plazasının Mağaza Koordinatörlüğü görevini yürütmektedir.

 

Üç yıldan beri de Gaziantep MÜSİAD Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yürütmektedir. HÜRSİAD (Hürriyetçi Sanayici ve İşadamları Derneği) üyesidir. İl Genel Meclisi Üyesidir.

 

Son günlerin konusu açılım hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

 

“Kürt Meselesi” yıllardır ülkenin gündeminde olan bir meseledir. Herkes üzerinde kafa yoruyor ve sürekli gündemi meşgul ediyor. Ve bugüne kadar da henüz bir çözüm bulunamadı. O nedenle ben bilinenleri değil de farklı bir bakış tarzımı arz etmek istiyorum.

 

Bu konuda iki önemli unsur var. Öncelikle statik kurallarla halledilmediği meydandadır. O nedenle delice düşünmek lazım (başka bir tabir bulamadım), ezber bozan bir açılımı/anlayışı tercih etmek lazım. Bu da çok büyük boyutlu risk almayı gerektiriyor.

 

 

Bence bu mesele herkesi ilgilendiren bir mesele, karşılıklı huzur ve güvenin sağlanmasıyla ancak çözülebilir. Çünkü bu kadar kaynaşmış, adeta kenetlenmişiz, bu kadar geniş iletişim var. Kim ne yapıyor, ne ediyor, herkes tarafından biliniyor. O nedenle meselenin sadece siyasi boyutu yok. Sosyal boyutu, insani boyutu, ekonomik boyutu bir de dış politikayı ilgilendiren boyutu var. Ama büyük bir kıskaç altındayız. Çok büyük huzursuzluk, gerginlik yaşıyoruz.  O nedenle dediğim gibi ezber bozan, cesaretle risk alan toplu bir anlayışa ihtiyaç var.

 

Elbette bu herkesin katılımı ile olmalı, elbette maksimum konsensüsle olmalıdır. Buna ihtiyaç var. Şöyle bir bakış açım daha var. Ben doğu vilayetlerini sıkça geziyorum. Bu üniter bütünlük denilen, tarihi birliğimiz var, dini birliğimiz var, bunlarla ilgili her şeyi herkes biliyor. Ve bu bütünlüğe Şarktaki vatandaşlar tam destek oluyorlar. Farklı düşünmüyorlar. Bir istismar varsa, bir arıza varsa -ki var- düzgün düşünenler, art niyeti olmayanlar, iyi düşünenler bile tepki gösteriyorlar.  Arayış içerisindeler, zor durumda kalıyorlar. Yani olaya bakanlar tarihte bazı hatalarla karşılaşıyorlar, bazı hatalar yapılmış. Biz bugün bunlarla karşı karşıyayız.

 

Yani, kendi hatamızı, bir insan olarak, toplum olarak, devletin kurumları olarak görmek durumundayız. Bu sorunlardan sürekli kaçmak hiç kimseye hiçbir şey kazandırmıyor. Bu haksızlık, şarktaki vatandaşlarımızın bu isyanı, bu itirazı, biriken üzüntüler. Nitekim sis perdesi aralandıkça, açıldıkça çok vahim şeyleri de öğreniyoruz. Burada bir tespit yapmak istiyorum. Bu sıkıntılar, bu mağduriyetler, bu vahim haller sadece Şarkta değil ki, garpta da var, Orta Anadoluda da var kuzeyde de var. Köyünde, kentinde her yerde var.

 

Ben diyorum ki, bu meseleye sadece “Kürt Meselesi” olarak değil de temel insan hakları adına diğer problemleri de halletmek, bu şekilde bakılırsa dâhilde bir takım istismarlara, karşılıklı sürtüşmelere, farklı yönlere çekmelere de mani olunur. Mesela milliyetçiliği ele alalım, Türk olmak, Laz olmak, Çerkez olmak, Kürt olmak insanın elinde değil ki, hatta insan olmayı bile biz seçmiş değiliz.

 

O nedenle buradaki hikmeti, hem tarihi seyri içerisinde, hem insani anlayışta, hem ilmi anlayış içerisinde, hem de dinin bu meseleye bakışı içerisinde bakmak, yani bu meseleye bakılabilecek tüm açılardan bakıp öyle halletmek. Sathi değerlendirmeler yerine işin özüne, esasına yani işimize gelmeyen boyutuna inmekle karşı karşıyayız. Bugün bu hükümet bu meseleyi halletmek için, siyasi risk aldıysa, siyasi geleceğini tehlikeye atarak her şeye rağmen çözmek istiyorsa tebrik etmek lazımdır.

 

Bu işi çözmek mümkün olabilecek mi?

 

Ben bütün dünyada şunu görüyorum. Bütün dünyada bir arayış var. Zengin ülkelerde farklı sıkıntılar var oralarda farklı arayış var. Kalkınmakta olan ülkelerde, istibdatla yönetilen ülkelerde daha başka bir arayış var. Ortadoğu bir arayış içerisindeyse, aynı zamanda dağılan parçalanan Rusya’da da, Çin’de de bir arayış var.

 

İnsanoğlu ne kadar büyük kandırma ve baskı altında olursa olsun. Zaman içerisinde kedisindeki o fıtri meyelanla, tabii yönelişle o meseleleri bir gün geliyor aşıyor. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi “insanlar esir olmak istemedikleri gibi ecir olmakta istemezler”, insan hür olmak istiyor. Serbest olmak istiyor ve kendini keşfetmek istiyor. Kendi tercihlerini kendisi belirlemek istiyor.

 

Elbette toplu yaşamda kurallar olacaktır. Ama bu kurallar birinin elinde diğerlerine baskı unsuru olmamalıdır. Bir sistem olacak bir ahenk olacak, bunun adına meşveret diyoruz, katılımcılık diyoruz, bunun adına insan hakları diyoruz. Hiç kimse hiç kimseye zarar vermeden hatta kendine de zarar vermeden yapsın diyoruz. Bunun için en güzel sistem olarak demokrasiyi öneriyoruz ama onu da istismar ediyorlar. Önemli olan sistemi kurmak olsa da ondan daha önemlisi kurduğunuz sistemi uygulayabilmektir.

 

İnsanlık adeta bir imtihandan geçiyor. Bu arayış esnasında fıtratını iyi okur da dürüstçe bir sisteme meylederse güzel bir zemin hazırlanmış olur. Şu anda da öyle bir yöne doğru gidiyor gibi, güzel bir çalkantı var. Ama işte o sisteme istihkak kesbetmek lazım, layık olmak gerekir.

 

Haklının kuvvetli olduğu, temel insan haklarının, hürriyetlerin ön plana çıktığı, adaletin sağlandığı liyakatin esas alındığı bir sitem olan demokrasinin benimsenmesi açılımı ve yerleşmesi ile ilgili bir süreç var. İnşaallah ona zemin hazırlanıyor diye düşünüyorum.

 

Ama saltanatı elinde tutan ve baskı yapmaya alışmış bir takım güçler, bürokrasinin bazı unsurları bu sistemi uygulamak işlerine gelmiyor. Onlar dışarıdan ve içeriden buna engel olmaya çalışıyorlar. Ama şükür ki, bugün tüm kurumlarda bu konular konuşuluyor ve tartışılıyor. Farklı düşüncede olanlar farklı inanca sahip insanların ortak paydası demokratlıktır. Demokratlık asgari müşterek değil azami müşterektir. Bu bana göre maksimum ortak paydadır. Ve şarktaki, garptaki insanlar, sivil toplum örgütleri bu haklara sahip çıkıyorlar.

 

Aksine hareket edenler bir süre sonra yalnız kalacaklar gibi geliyor. Risk var sıkıntı var. Ama buna ilanihaye seyirci kalmak bizi çok kötüye götürür. Esas bölünme ve esas parçalanma o zaman gerçekleşir. O zaman birbirimize gireriz. İnsanız biz hata yaparız, hata yapmayan insan yoktur. Ama hatayı görünce telafi etmek lazım. Hoşgörü içerisinde, anlayış içerisinde herkesin menfaati anlaşmaktan geçiyor.

 

 

Sizce birkaç cümle ile ifade etmek gerekirse Kürtler net olarak ne istiyor?

 

Hep beraber izliyoruz. Amaç şu bence: geçmişteki yanlışlarımızı görmeliyiz. Mesela ben size bir hata yaptıysam bunun üstünü kapatarak, göz ardı ederek ben seninle bütünleşemem. Ne yapmam lazım “ben farkında olmadım bu hatamı kabul ediyorum” demem lazım o zaman sen rahatlarsın ben de rahatlarım böylece oturur meseleyi çözeriz ve geleceğe bakarız.

 

Yani, öncelikle yanlışlar ortaya konmalı, yanlışlar görülmeli… Herkes kaçıyor. Gerek doğru gerek eğri sebeplerle bu insanlar yok edilmiş… Bunları vatandaş biliyor. Kuyulara atılmış toprağa gömülmüş, bir sürü cinayet var. E şimdi bunları bilen ve bu kızgınlık içerisinde bir insan… Artık her şeyini kaybediyor… Değer ölçülerini kaybediyor… Ve haliyle diğer çocuğu dağa gidiyor. Ondan sonra kafası gözü yıkanıyor, insaniyetten çıkarılıyor ve canlı bomba olarak senin başına bela oluyor.

 

İşte yapılan bu yanlışlar sadece silahla, sadece kaba kuvvetle, halledilmeyeceği anlaşılmıştır.

 

“Siz bölgede çok gezip dolaşıyorum” demiştiniz. Bu seyahatlerinizde temas kurduğunuz halk kitleleri ayrışma ile ilgili olarak neler düşünüyor, neler söylüyor. Biraz onlara tercüman olur musunuz?

 

Bakın bu hükümet şarka çok ciddi önem verdi. Bunun karşılığını da aldı Milletvekillikleri kazandı, belediye başkanlıkları kazandı vs. Ama bakın iki tane hata… Ne dedi? “Ya sev, ya terk et” bunu belki iyi niyetle söyledi ama bakın o şarklının damarına dokundu ve infial gösterdi. İkinci olarak ne dedi: Dedi ki, “Ben şu kaleyi istiyorum… Diyarbakır’ı istiyorum..”

 

Siyasi hatayı da halk affetmiyor. Yani, kimi fethediyorsun, nerden alıyorsun. Madem sen onun bir parçasısın, etle tırnaksın, kaynaşmışsın, bütünleşmişsin, tarz bu mu olur? Madem ayrınız gayrınız yok…

 

Bakın bu elbette iyi niyetle yapılmış bir hata, kötü niyetle yapılmamış ama bu yanlışı bir takım art niyetliler kullanıyor ve halk da dersini veriyor. Bu demokrasi çok güzel bir şey… Demek ki, halk orada daha pazarlıksız, daha samimi kucaklaşmak istiyor. Ayrı bakmayı bile hazmetmiyor. “Ya sev.. Ya terk eti” o ayrı anlamında anlıyor.

 

Bunları seçimden önce bu memleket için her şeyini verecek temiz insanlar hep dile getirdiler. Bunun çok büyük bir hata olduğunu söylediler. Gerçek fotoğraflar bunlar bundan herkesin ders alması lazım. Yani, sadece sözde, “biz tarihte beraberiz, hiç ayrımız gayrımız yok” demekle iş bitmiyor. Yahu adam diyor ki, “benim kendi lisanım var, lisanım zayıf bir lisan da olabilir, ama benim bu lisanla birlikte oluşmuş kültürüm var.” Sen bunu görmezlikten gelemezsin.

 

Mesela, Beyşehir’in farklı ilçelerinde farklı farklı kültür var. Bu farklılık düşman olmayı gerektirmez ki, bu bir zenginliktir. Bu zenginlikse ki, kimse bunun aksini iddia etmiyor. E.. “Sen Kürt değilsin, aslın Kürt değil, Kürt diye bir ırk yok, Kürtçe bir dil yok” dediğin zaman bu ona hakarettir. Bu ırkçı anlayış maalesef Türkiye’ye yerleştirildi ve buna karşı infial oldu ve biz bu yanlışın ceremesini çekiyoruz.

 

Yani, ırk partisi olmaz, mezhep partisi olmaz, din partisi olmaz, bölge partisi olmaz, zümre partisi olmaz. Sen ırkı milliyetçiliği tekeline alırsan, ötekisi İslamiyet’i tekeline alırsa, öteki laikliği tekeline alırsa o zaman kalite düşer, o zaman kör döğüş olur.

 

Bunları aşıp her türlü istismara kapatarak kimsenin inhisarına almasına izin vermeden herkesin saygı duyacağı bir konuma yükselterek, hizmetin yarış halinde olduğu seviyeli bir anlayışa geçmemiz lazım.

Demokratik Açılım Haberleri