Ben, anlayan, yorumlayan, düşünen, sorgulayan bir akıl ile ve hadsiz duygularımla sınırsız ihtiyaçlarımı hissederken bu kadar anlamlı, amaçlı ve her şeyin yerli yerinde mükemmel yapılıyor olduğu bir kâinata, bir hayata muhatap oluyorum. Bu muhatabiyetin sonucu çürümek olmamalıdır Bu özelliklerle şu güzelliklere muhatap olmanın sonucu yok olmak, ölümle çürüyüp gitmek olamaz.
Böyle bir varoluşta/var edilişte bir amaç, bir gaye ve bir hedef mutlaka olmalı. Çünkü her bir varlık noktasının, her bir var edilişin binlerce amacı ve gayesi varken bütün kâinatın ve kâinat içindeki en mükemmel varlık olan insanın bir amacı, bir gayesi olmaması hiç mümkün olur mu?
Nefes almaya muhtacım, hava burnumun dibine sokulmuş. Acıkıyorum, yiyecekler sınırsız bir şekilde dünyaya yayılmış. Susuyorum, her yerde su var. Fiziki ihtiyaçlarımın karşılığı bu şekilde karşılanıyor ise bu kâinatın, bu hayatın ve insanın varlığının bir manası, bir amacı mutlaka olmalı diye soran aklımın, vicdanımın ve duygularımın da karşılığı mutlaka olmalı.
Bana susama duygusu verilmiş. Su var. Acıkma verilmiş. Yemek var. Nefes alma ihtiyacı verilmiş. Hava var. Peki, bende bu varlığın bir amacı olmalı, yokluğa gitmeyi insanî duygularım asla kabul edemiyor, sonsuz bir hayat olmalı duygusu ve arzusu var. Peki, bunların karşılığının olmaması hiç mümkün olabilir mi?
Bir kere; bu hayatın, insanlığımın ve kâinatın bir amacı olmalı. Bir sonsuzluk olmalı. Ebedî bir yaratılış biçiminde ebedî saadet olmalı. Ben ölümle çürüyüp gitmek istemiyorum. Ebedî mutluluğu arzulayan bu duygularımın, arzularımın varlık kaynağı ne olabilir? Bunlar içimdeki bilinçsiz, iradesiz etin, kemiğin ve genlerin tercih ettiği bir şey olamaz. Çünkü et, kemik ve gen bir duygu, bir arzu üretecek hiçbir özelliğe sahip değiller. Bu sonsuzluk ve sonsuz saadet duygusunu, arzusunu ben bu dünyada öğrenmiş de olamam. Çünkü ‘bu dünyada’ sonsuzluk ve sonsuz saadet diye bir şey yok.
Öyle ise bana bu sonsuzluk ve sonsuz saadet duygusu nerden geldi? Bana bu duyguyu ancak sonsuz olan ve sonsuzluğun sahibi olan bir varlık vermiş olmalı. Başka türlü asla olamaz. İşte o varlık ancak bu kâinatın yaratıcısı, var edeni olabilir. Çünkü bana sonsuzluk duygusu veren ancak beni yaratan olabilir. Beni yaratan ise ancak tüm kâinatı yaratan olabilir. Başka türlü asla olamaz. Çünkü benim varlığım tüm karalarıyla, denizleriyle atmosferiyle tüm dünyaya bağlı. Hatta güneşe ve tüm gökyüzüne bağlı. Dolayısı ile ancak bütün galaksileri, yani tüm evreni yaratan benim varlığımı yapabilir. Başka bir şekilde bir fikir, bir önerme benim düşünme kapasitem ile tutarlı olamaz.
Eğer beni bir var eden, yaratan var ise onun beni bir amaç ve bir gaye için yaratmış olması gerekir. Yani, beni yaratmasıyla bana vermiş olduğu gerçeklik, benim yaratılış amacım olmalıdır. Öyleyse benim ‘tek derdim’ bu amaca, bu gayeye çalışmak olmalıdır. Yani, kendi gerçekliğime ters düşmemeye çalışmalıyım. Kendi gerçekliğimle çelişmeyen tercihlerde bulunmalıyım. Çünkü tüm kâinatı yaratan ancak beni yaratabilir ise ve beni yaratan mutlaka bir amaç için yaratmış ise benim yaratılış amacım, kendi gerçekliğimle çelişmemelidir. Yaratılış amacımın dışına çıktığımda, yani kendi gerçekliğime ters tercihlerde bulunduğumda, kendimle çelişmiş olurum, kendimle barışık olamam.
Tüm kâinatın sahibi olan, her şeyin Varlık Kaynağı olan bir Zat benim yaratıcım ise, O her şeyi bana verebilir. Eğer ihtiyaçlarımı karşılamak için çalışmam gerekiyorsa bu, yaratılış gayemin bir gereği olan, içinde yaratıldığım şartlara uyarak, bu âlemin yaratılış maksadına uygun davranmam içindir. Yoksa yaratılış gayemi terk edip sanki hayatımı ben yaşatıyormuşum gibi ‘geçim derdine’ düşmem ancak gaflet olur. Bir nefes havayı var edemeyen ben, tüm kâinatla birlikte kendimi ‘nasıl var edebilirim?’ Kendi varlığımı nasıl garanti ederim. Tüm kâinatı yok iken yaratanın yaratığı olarak benim yapmam gereken, yaratılış gayemi unutarak, gerçek Yaratıcıyı ihmal ederek sanki ben kendim, varlığımı garanti edeceğimi zannederek eşya ile ilişki kurarsam, hiçbir şeyin yaratılmasını ve varlığının devamını ben kendim garanti edemeyeceğim için taşınmaz bir yükün altında kendimi bulurum. Ancak Yaratıcımın bana verdiği fıtratın gereği olarak, bana vereceği rızka bir fiili dua olsun diye kâinattaki düzenine uyan bir tercih yapmalıyım.
İşte, insanlığımın gereği olarak anlıyorum ki bu harika yaratılışın, bu mucizevî varoluşun mutlaka bir amacı olmalı. Üstelik duygularıma bakıyorum, müthiş bir şekilde bir sonsuzluk ve bir sonsuz saadet istiyorlar. Sonsuzluğu ve sonsuz saadeti bulmadan ben; gerçek bir insan gibi değil, ancak diğer canlı varlıklar gibi bir yaşayışla bu dünyadan göçüp bedenen çürüyüp giderim. Yaratılış amacıma, yani kendi gerçekliğime uygun tercihte bulunup Yaratıcıma bağlamakla sonsuzluğa tutunursam ancak gerçekten mutlu olabilirim, gerçekten keyifli olabilirim. Yoksa kendi gerçekliğime ters olan tercihlerimle sonsuzluğa tutunmadığımda gerçekten insaniyetim mutlu olamaz, ben de gerçekten keyifli olamam. Mutlu olacağım, keyifli olacağım diye kendi gerçekliğime ters düştüğümde sadece kendimi avutmuş oluyorum. Kendi gerçekliğime ters düşerek anlık mutlu olma, keyifli olma denemelerimin içinde bile aklım, duygularım, vicdanım ve ruhum kendimi avuttuğumun farkındadırlar. Bu farkındalıkla beni alttan ve derinden ikaz ederler. Ben de aklıma, duygularıma, vicdanıma ve ruhuma rağmen mutlu olmaya çalışmakla kendimi daha bir çıkmaza, daha bir buhrana sokmuş oluyorum.
İnsanlığıma ve vicdanıma zıt bir şekilde ve inatla bir hayvandan yüz kat daha üstün özelliklere sahip olduğum halde yalnızca bedenimin ihtiyacını karşılamak için yiyip içip yaşamayı gaye edinirsem kendimi mahvederim. Bana verilen elmas değerindeki özelliklerimi birer cam parçası hükmünde toprak altında çürütürüm.
Kendi insanlığıma şöyle hitap etmem gerek: Bu hayatı kendi gerçekliğine zıt bir şekilde yaşamayı tercih ettiğinde anlık, geçici ve küçücük bir lezzeti acısıyla birlikte tadarsın. Sonra da çürüyüp gidersin. İnsaniyetim bu olamaz ve olmamalı. Bu kadar mükemmel bir yaratılışın benim açımdan sonucu bu olamaz ve olmamalı. Bu kadar mucizevî özellikleri içeren insaniyetimin sonucu bu kadar basitçe ve doğum ile ölüm arasına sıkıştırılmış bir yasayışla çürüyüp gitmek olamaz ve olmamalı.
Yani, anlıyorum ki cehennem, insanlığımın gereğini yapmamanın bir sonucudur, bir neticesidir. İnsanlığımın gereğini yaptığım oranda gerçekten mutluyumdur ve cennetteyimdir. İnsanlığımın gereğini yapmadığım ve insanlığıma ters düştüğüm ölçüde de mutsuzumdur ve cehennemdeyimdir. Hem maddeten hem manen. Hem cismen hem ruhen. Hem bu dünyada, he ahirette.