Düşünelim. Ben, gayet aç ve açık ve gayet perişan bir halde iken, birisi beni evine alır. Gayet güzel saray gibi evinde muhteşem mobilyalarla donatılmış odalarında beni ağırlar. Üstelik ben çok acıkmış bir halde iken, her çeşit lezzetlerin olduğu mükemmel ve mükellef bir sofra hazırlayıp bana ikram eder. Hiç de minnet etmez, başıma kakmaz. Hem de bu cömertliğini her zaman göstereceğini haliyle ve sözleriyle ifade eder.
İşte, bütün bu iyilik ve güzellikleri bana yapan bu adama karşı duygu ve düşüncelerimi aşağıda gelecek kavramlarla ifade etmenin insaniyetimin bir gereği, yani insani duygularımın bir zorunlu sonucu olduğunu vicdanımda hissettim:
Takdir, o adamın bana ikram ettiği yemekleri, o adamın bana karşı iyilik ve güzelliğini takdir etmeyi vicdanen bir gereklilik, bir borç biliyorum.
Temaşa, en güzel yemekleri hazırlayan, harika ortamlarda beni ağırlayan adamın bu güzel eserlerini temaşa etmeyi, gözlemleyerek hayretlerimi sunmayı vicdanımda bir gereklilik biliyorum.
Tefekkür, en nefis yemekleri yapıp bana ikram eden adamın yemeklerini yerken, o yemeklerin kalitesini düşünerek, tefekkür ederek, o adamın aşçılıktaki kapasitesini anlamaya çalışmayı fıtraten, vicdanen bir vazife biliyorum.
Sevme, ben bunca perişan halde iken bana bunca iyilik yapan, ikramda bulunan adamı en yoğun, en ciddi duygularımla sevmeyi vicdanen bir borç biliyorum.
Övme, bu kadar iyiliğini, ikramını gördüğüm adamı övmeyi fıtraten bir ihtiyaç biliyorum.
İkram, hiç minnetsiz bir şekilde bana onca iyiliği ve güzelliği yapan adam, benim hiç bir şeyime muhtaç değil ama ben de bu iyiliklerine karşılık, "yarım elma gönül alma" kabilinden o adama bir iyilik yapmayı, ona bir ikramda bulunmayı kendime bir vazife sayıyorum.
Teşekkür, bunca zor durumda ve onca perişan halde iken, bana bunca iyilik yapan, onca güzel ikramlarda bulunan bu adama karşı en derin kalbimle teşekkür etmeyi ve memnuniyetimi sunmayı vicdani bir görev biliyorum.
İlan, bana böyle iyilik ve güzellik yapan adamı bütün çevremde ilan etmeyi, fıtri bir duygu olarak içimde hissediyorum.
İsteme, yine zor durumda kalsam, minnetsiz bir şekilde bana bunca iyilik yapan adamdan ihtiyaçlarıma yardım etmesini istemeyi, insani bir gereklilik görüyorum.
Peki, beni tüm kâinatla birlikte yok iken var ediyor. Başta hayat nimeti ile tüm kâinata yayılmış olan ihtiyaçlarımı bana her an veriyor. Güneş, hava ve suyu veriyor. Kuru odundan meyveleri, otlardan sebzeleri, inekten sütü, eti, arıdan balı ve tavuktan yumurtayı, denizden balığı “umulmadık yerlerden”, yani hiçten, yok iken icad ederek bana veriyor. Yani kısaca her bir anda, beni sayısız nimetleriyle var edip yaşatıyor olan yaratıcıma karşı insaniyetimin, vicdanımın gereği olarak ne yapmam gerekir?
Takdir ile, temaşa ile, tefekkür ile, sevme ile, ikram ile, teşekkür ile, övme ile, ilan etme ile, isteme ile bütün varlığımla O’na bağlanıp, kendimi O’na ait kılarak her bir şey ile O’nu tanımaya çalışmak, bütün varlığımla O’nu sevmeye gayret etmek, insaniyetimin, vicdanımın ve fıtratımın bir zorunluluğu değil midir? Böyle yapmamak ise insaniyete ve vicdana ters değil midir?