Psikoloji ilminin belki temeli olan ruh, Kur’an-ı Kerim’de “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir“ (Kur’an, 17:85) diye tarif edilir. Ruh’u bir emir veya kanun olarak görmek mümkün. Kainattaki kanunlara bir ceset ve şuur verilseydi, onlar da insan olurdu. Aynı şekilde insanda ceset ve şuur olmasaydı o da bir kanun olurdu. Kanunlar sabit ve değişmez olduğu gibi, ruh dahi ebedi olarak var olacaktır.
Ruh bedenin enerjisi gibi. En pahalı ve kaliteli bir telefon enerjisiz, yani pilsiz, sadece oluşturduğu maddenin değeri kadardır. Hiçbir şeye yarayamadığı için değeri de hiç yükmündedir. İnsanın da ruhu olmasaydı, sadece et parçasından ibaret olurdu. Dolayısıyla insanı insan yapan ruhtur.
İnsana benzeyen harika çalışan robotlar yapmamız mümkün. Fakat hiçbir zaman o robotlara ruh vermemiz mümkün olmayacaktır. Ruh olmadığı için vicdan, irade, ahlak, his, sevgi, mes’uliyet gibi duyguları da veremeyiz. Yani insanı insan yapan ruh’u ve bu duyguları oluşturmamız imkansız. Bu ise ruhun önemini ve mahiyetini gösteriyor.
Ruh cesedimizi elbise gibi kullanır. Üstümüzdeki elbiseler hareket etmez, vücudumuz hareket ettiği için elbiseler de hareket ediyormuş gibi gözükür. Hareket eden de aslında vücudumuz değil, ruhumuzdur. Bütün azalarımız ruh tarafından harekete geçirilir ve kontrol edilir. Ruh çıkınca vücudumuz da çıkarılan bir elbise gibi hareketsiz kalır. Vücudumuzun sürekli değişmesine rağmen ruhumuz değişmiyor. Bundan dolayı herkes ruhunda bir bakilik hissedebilir.
İnsanın elindeki en kıymetli mallarını teslim ederken emin ellere teslim etmek ister. Varlığın aslı olan ruh ise en kıymetli maldır. Onu Azrail’e teslim ederken tertemiz teslim edebilmek için hayatımızdaki meşguliyetlerimizi, peşinden koştuğumuz gayeleri gözden geçirmek gerekir. O peşinde koştuğumuz hedefler ruhumuzu ne hale getiriyor? Ruhumuz yara alıyor mu? Yoksa güzelleşiyor, olgunlaşıyor, tekemmül mü ediyor?
İnsanda farklı kuvvetler mevcut: şehvet, akıl ve zararlı şeyleri def etme kuvveti. Bu kuvvetler veya duygular örneğin aşırılık sebebiyle insanı kötülüğe sevk edebileceği gibi iyiliğe de sevk edebilir. Kötülük veya iyilik yapmakta insan hürdür. Hür olduğu için ve seçeneklerini kendisi yaptığı için ahirette mes’ul olacaktır. İnsandaki bu “sistemin“ farkında olduğumuz zaman doğru (müstakim) hareket etmek de daha kolay olsa gerekir.
İçimizdeki ene’nin mahiyeti anlaşıldığı zaman insan kendisini dolayısıyla psikolojisini de daha iyi anlayabilir. Ene lugat olarak benlik manasına gelir. Ene’yi kıyas yoluyla Cenab-ı Allah’ı tanımakta kullanabiliriz. Yani insan kıyas yaparak ene, akıl ve şuur sayesinde Allah’ı anlama fırsatı bulur.
Ene bir nevi insana verilen emanetten bir parçadır. İnsan Cenab-ı Allah’ın verdiği bu emanetleri tekrar O’nun yolunda kullanırsa hayatında huzur bulur. Kur’an-ı Kerim’de insanın emaneti kabul ettiği bildirilir: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.“ (Kur’an, 33:72). Yani insan bu emaneti kabul ederek, bir nevi imtihan edilmeyi de kabul etmiş oluyor. İmtihan etmeyi kabul ettiysek başımıza gelen olayları da ona göre yorumlayabiliriz. Bir iş görüşmesine gittiğimizde bize farklı soruların sorulmasını, yeri geldiğinde imtihan yapılmasını normal olarak karşılarız. Hayatımızda karşılaştığımız olaylar da bu şekildedir. Tabiri caizse bu dünya hayatı bizim iş görüşmemiz. Başımıza gelen olaylar iş görüşmesindeki sorular ve imtihanlar. Eğer bize verilen emanetleri yerinde kullanabilirsek imtihanı geçeriz ve cennet mekanını hak ederiz.
Cenab-ı Allah insanın halife olduğunu belirtiyor: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.“ (Kur’an, 2:30). Dolayısıyla insan yaratılışın en mükemmel meyvesidir. Cenab-ı Allah’ın varlığını gösteren ve ispat eden en harika sanat eseridir. Allah’a muhatap olma şerefini elde eden insan, yine Allah’ı tanıyarak, onun davetine icabet ederek kıymet kazanıyor. Allah, insanı yaratırken insanı seçmiş. Herkesi özel olarak yaratmış. Biz de hayatımız boyunca Allah’ı seçebiliyor muyuz? Herşey tercih meselesi. Neyi tercih ediyoruz? Kendi tercihlerimiz bizi ya mutlu ediyor ya da bunalıma sokuyor.
İnsanda kalp ve akıl dışında başka duygular da vardır. Hatta öyle duygular vardır ki, onlar sürekli alıcı fonksiyondadır. Bilinçsiz olarak biz bu duyguları besleriz.
Örneğin bilinçaltımız da böyle çalışır. Her bilgi bilinçaltına gider. Hayatımız boyunca gördüğümüz, kokladığımız, duyduğumuz, okuduğumuz, düşündüğümüz, konuştuğumuz herşey oraya kayıt edilir. Hatta bizim o an fark etmediklerimiz dahi kayıt edilir. Sonradan onları hatırlarız. Dolayısıyla bilinçaltı bir bilgi deposudur.
Bilinç, görünür çevrenin nesneleriyle ilgilenir. Bilgisini 5 duyudan (görme, koklama, işitme, tat alma ve dokunma) alır ve gözlem, deneyim ve eğitim yoluyla öğrenir.
Fakat bilinçaltı böyle değildir. Bilinçaltımıza hangi mesajı yerleştirirsek, doğru veya yanlış, mantıklı veya mantıksız olsun ona inanmaya başlarız, hangi rüyayı veya korkuyu eklersek, onu gerçekleştirmek için bilerek veya bilmeyerek harekete geçeriz. Vesveseler ve panik ataklar çoğu zaman bu şekilde oluşur.
Hipnoz da bu şekilde çalışıyor. Hipnoz edilen kişinin bilinçaltına bir mesaj gönderilir ve o mesaj bütün vücüdu o mesajin gerçekliğine inandırır ve ona göre harekete geçirir.
Bilinçaltımız hiç bir zaman durmaz. Uyurken çalışmaya devam eder. Rüyalarımızda gördüğümüz senaryolar, bilinçaltımıza eklediğimiz bilgilerden oluşur.
Bu sebepten dolayı Ralph Waldo Emerson “İnsan, bütün gün neyi düşünüyorsa, odur” der. Yani neyle meşgul oluyorsa, neyi bilinçaltına yüklüyorsa, o olmaya başlar. Amerikan psikolojisinin kurucusu William James de bilinçaltının, dünyayı hareket ettirebilecek güçlere sahip olduğunu söyler.
Bilinçaltına giden bilgi kalıcıdır. Çünkü oraya bilgi tartılmadan gider. Yani zihnimiz oraya giden bir bilgiye direnç göstermez. Doğru mu yanlış mı, iyi mi kötü mü diye ayırt etmez. Daha sonra biz bu bilinçaltımızdaki veriler ile hareket ederiz.
Bilinçaltının insanı nasıl manipule edebileceğini çok iyi keşfeden bazı sistemler, insanlara bilgileri bilinçaltından vermeye çalışırlar. Bilinçaltına giden bilgi direniş görmez ve kalıcıdır. Başka bir ifadeyle: Herhangi bir bilgiyi okuduğunuz ve duyduğunuz zaman, üzerinde düşünürsünüz. O bilgiye inanır veya inanmazsınız, kabul eder veya etmezsiniz. Fakat bilinçaltına giden bilgide böyle bir muhasebe yok. Oraya hepsi kaydedilir. O kaydedilen sonradan hareket, davranış ve düşüncenize yansıyacağı için çoğu zaman doğruluğunu sorgulamassınız ve kendi tarzınız olarak benimsersiniz. Sorgulamamamızı istedikleri bilgiyi genel olarak filim sektörü veya istihbarat servisleri farklı tekniklerle – örneğin 25. Kare veya subliminal mesaj ile çizgi filimlerde, muzik kiliplerinde - bilinçaltımıza yüklerler. İdeolojilerini gözden bilinçaltına yollarlar ve oradan bu düşünceyi kalbin ve aklın kabul etmesini umutlarlar. Biz fark etmeden düşüncelerimiz karışır. İçine virüs girer. Bu nedenle bu teknikler birçok ülkede yasaklandı.
Dolayısıyla bilinçaltı, psikolojinin en önemli unsurlarından biridir, ne kadar pozitif bilgi yerleştirirsek, o kadar daha mutlu ve huzurlu olmaya başlarız ve korkularımızı ve vesveselerimizi yeneriz.