RÂH-I GURBET
Bu ne yaman sefer, ne gurbettir böyle!..
Allâh için ne olur dile gel söyle.
Cemâl-i Mutlak’ı seyrederken şöyle…
Dünyaya geliş, nasıl iniştir öyle!..
Bu destânı kim yazdı, kimler okusun?
Kuldaki bu örgüyü kimler dokusun?
Adem babamızla başlayan bu destân,
Efendimizle son buldu büyük hicrân.
İnişten çıkışa insanın tek yolu,
Efendimize uymak başka yok yolu.
Yolun rehberi Efendimiz ve Kur’ân,
Uymayan çûn hep alçalış, daim hüsrân.
Miracı Nebi gurbetin bitişiydi…
Urucun ve kurtuluşun zirvesiydi…
Yalnız değil insan râh-ı gurbetinde,
Namaz miracıdır O’na kurbetinde… (Necip Kaçar)
Başlığa uygun olarak önce insanın yolculuğuyla ilgili bir şiir ile yazıma başlamak istedim Çünkü kendimce ifade etmeye çalışacağım hususları sanki başka söze hacet bırakmadan özellikle insanın bu dünyaya gönderiliş hikâyesini güzel özetlediği kanaatindeyim.
Evet insanın hayat yolculuğu rahmı maderden başlamıyor. O âlemi ervâhta tayarân ederken gurbete atılacağını biliyor muydu bilmiyoruz ama Elest Bezminde Rabbimiz onu muhatap alıp şereflendirdiğinde muhtemelen öğrenmiş olmalı en erken.
İnsan yolculuğa çıkarken mutlaka ihtiyaçlarını gözden geçirip tedarikini gidererek çıkar. Yoksa sonu hüsran ile biter veya bitmeye namzettir bu seyahatin. Aynen onun gibi dünyaya gelip gurbete ilk adımını attığında azık olarak yanında Namazı bulacak ve ondan gıdalanacaktır. Gözlerimizin nuru dünyamızın aydınlığı Namazdır. Ahirette ise nasıl olacağı hepimizin bildiği gibi izahtan varestedir.
Namazın hikmetlerini aslen Üstadımızın (R.A.) yazdıklarına havale ediyorum. Fakat bir seher vakti kalemimden dökülen kırıntıları sizlerle paylaşmak istedim. Ola ki bir duaya mazhar olabilirim.
Namazda malum olduğu gibi gündüz ve gece olarak eda edilenlerde hafî yani içinden okuma ve cehrî dışından okuma hususiyetleri bulunmaktadır.
Sabah, Akşam ve Yatsı Namazlarında Kıraatın sesli olup Öğle ve İkindi Namazlarında sessiz olması çok hikmetli ve tefekküre sevkedicidir.
Gündüz vakti insanlar işleriyle meşgul olup bütün hayvanât ve mahlukât ise Cenab-ı Hakkı tesbih ve takdis etme zamanlarıdır. Gece ise hayvanat ve mahlukat umum itibariyle istirahate çekilip meydanın Hak erlerine bırakıldığı bir zaman dilimidir. Bu nedenledir ki en büyük kul ve peygamber olan Efendimiz ASM a hem İnsanlığı hem umum kâinatı temsilen Teheccüd Namazı farz kılınmıştır. Eğer biz de O’na bu umumi temsilde yoldaş olmak istiyorsak teheccüde devam etmeliyiz. Teheccüdde neden çok büyük sevap olduğu bu sırda gizlidir zannediyorum.
İnsan gündüze başlarken Sabah Namazı ile geceye başlarken akşam namazı ile bütün hayvanat ve mahlukatla beraber tesbih ve takdisini Rabbimize arz ederken Öğle ve İkindi’de onları dinler. Yatsı ile artık insana yol verilmiştir istediği gibi Rabbine sehere kadar tesbihini arz edebilecektir. Bu nedenle geceler bizim olup gündüzler hayvanâta aittir ve her iki nev birbirinin tesbih ve takdisine ancak sessizce iştirak etme hakkına sahiptir. Allahu a’lem bu veya bilemediğimiz pek çok hikmetlere mebni olarak gündüz hafî, gece cehrî’dir.
VE MİRAC’A GİDEN YOLCULUK
İnsan neden gariptir bu dünyada? Neden kendini gurbette hissetmekte verilen nimetlerle tatmin olmamakta neden hep değişiklik arzulamaktadır?
İnsanlığın atası ve Hz. İnsanı bilkuvve hem maddesinde hem manâsında mündemiç olan Hz. Adem ASM cennetlerde süzülürken yalnız kalmasın diye kendisine eş olarak verilen Annemiz Hz. Havva yı aramıştır ve aradığını zannettiği şey kendine verilmiştir. Bununla beraber arayış devam etmiş ve bunu fırsat bilen İblis her ikisine de gurbetin ve arayışın en acısını tatmalarına sebep olacak fiili işlemelerine sebep olmuştur.
Artık insanlığın dünya sürgünü başlamıştır. Cennet ve Rabbe komşu olmak gibi bir yücelikten karanlıklar içinde bir alçaklığa nüzul etmiştir. Bu hikmete mebni indikleri yere Dünya yani alçak denmiştir belki de. Fakat bu ne yaman gurbettir ki burada da yolculuk akılları aşan ve zorlayan bir zaman dilimi içerisinde hâlen devam etmekte ve sadece Rabbimizin bildiği bir zamanda bu gurbet hem cüzi hem külli son bulacak.
Barındırmış olduklarıyla Hz. İnsan yani en mükemmel bir şekilde Rabbe muhatap olan insanın ki bu Efendimiz ASM dan başkası değildir Miracı ile aslen külli olarak son bulmasına rağmen tek tek bütün insanların da bu miraca çıkması ve bir bakıma kulluğunu Rabbine takdim etmesi gerektiğinden insanlara Miracın yolu olarak ve bizzat Mirac olarak Mirac mucizesinde hediye olarak gözlerimizin nuru gönlümüzün süruru Namaz verilmiştir. Namazda da likanın yani kavuşmanın zirve noktasını secde temsil etmektedir.
İnsanlığın zirvesine nasıl ki bizzat Miracın kendisi verilmekle Efendimizin ASM şahsında insanlık O’nun alnından öpüldüyse Rabbimiz tarafından tek tek bütün insanlar da Namazdaki secdeleriyle bir mânada Allah tarafından yolculuklarını tamamlamalarının sertifikası olarak alınlarından öpülmüş gibi tebrik edilmektedirler. Yani secde kulun eğilip alçalması değil doğrulup yücelmesidir. Bunu da en kamil ve mükemmel mânâda Efendimiz ASM gerçekleştirdiği için Mirac O’na verilmiştir.
Burada ince bir nükte şudur ki : İnsan yolculuğuna Hz Adem ile başladığı için Namazdaki hareketlerin cemi elif, dal ve mim olarak okunmakta fakat hem Namazın hem yolculuğun sonu mim olarak görülmektedir. İnsanın secdede iken aldığı hâl Muhammed (Mim) den başka bir hâl değildir. Yani insanlık yolculuğuna Efendimiz Hz. MUHAMMED ASM ile Mirac vasıtasıyla son noktayı koyarken Muhammedileşmiş her bir Mümin secdesiyle yolculuğunu taçlandırmaktadır. Bu hikmettendir ki Namaz için mü’minin Miracı denmiş ve kulluğun zirvesi sayılmıştır. Ve bu hikmete binaendir ki secde kulun Rabbine en yakın olduğu andır. Rabbim miracımızı bol eylesin.