Sekizinci Mukaddimede geçen iki tabirin kısa bir açıklaması
Bu iki terim Sekizinci Mukaddimede geçtiği gibi, Risale-i Nurlarda birkaç yerde ayrıca kullanılmıştır. Ama bu iki kelimenin üretilmesine neden olan insaniyet kelimesi ise Risale-i Nurda 269 defa kullanılmıştır. Değişik manaları havi bu kelime Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinde ve dilinde icazlı bir hal almış ve belki de kullanıldığı sayıda manalar içerecek bir seviyeye ulaşmıştır.
İnsaniyet: Biz bu kelimeyi insanlık olarak kullanıyoruz, insaniyet kelimesinin yerini tam anlamıyla tutmasa da halk dilinde bu şekilde kullanılıyor.
Üstad, insaniyet kelimesini bir çok şekilde kullanmıştır, konu başlığına taşıdığımız o iki kelimenin dışında insaniyetin adi derecesi, diye kullandığını görüyoruz veya insaniyet nimeti diye de kullanmış, bir başka yerde bab-ı insaniyet, alem-i insaniyet, insaniyetin cihazatı, insaniyetin mahiyeti, illiyyin-i insaniyet, saltanat-ı insaniyet, vazife-i insaniyet diye devam ediyor.
Bir yerde de mide-i insaniyet diye kullanmış, bir başka yerde şahsiyet-i insaniyet, vücud-u insaniyet, gaye-i insaniyet, insaniyetperverlik, maden-i insaniyet, şeref-i insaniyet, hakiki insaniyet, şen-i insaniyet, insaniyetkarane, nefs-i insaniyet gibi bir çok manaları içerecek şekilde kullandığını hayretle ve takdirle müşahede ediyoruz.
Bir kelimeden bu kadar çok kelime üretmek ancak ona mahsus bir kabiliyettir. Bunu özellikle mi yapmış yoksa konuların anlaşılmasında bu şekilde kullanması gerektiğinden mi? Kullanmış bilemiyorum. Bildiğim bir husus varsa o da bu kelimeleri ilk defa ve bizzat kendisi üretip kullandığı halde hiçbir zaman konunun dışına çıkmadığı veya konunun anlamına gölge düşürecek bir şekilde kullanmadığıdır. Aksine manayı ifade edecek en güzel tarzda ve şekilde kullandığıdır. Bu beceriyi göstermek ancak, Ona mahsus bir özelliktir.
Bu kelimenin geniş anlamda manasını anlamamıza yarayan kelime insaniyet nimeti dir. Bu kelime açıldığında insaniyet kelimesinin ne anlama geldiği hakiki anlamda kavranmış olacaktır.
İnsaniyet nimetinden maksat, İnsanın, aklını ve duygularını kullanması neticesinde ortaya çıkardığı eserlerin ve medeniyetin bütünüdür. Onu hayvandan farklı kılan da zaten bu davranışıdır.
Evet, İnsan, dünyaya gönderildiğinde ilk işi (utanma duyusunun etkisiyle) avret yerlerini örtmek olmuştur. Bunun için aklını kullanmıştır. Nasıl örtünebilirim? Sorusuna cevap aramış ve Allahın yardımıyla da bulmuştur. Daha sonra bu düşüncesini geliştirerek binlerce çeşit elbise, ayakkabı, giyim, kuşam geliştirmiş ve bununla koca bir medeniyeti ortaya çıkarmıştır.
Yine, kıtlığa ve yokluğa maruz kalınca çareler üretmiş, aç kalabileceğini düşünmüş tarım yapma kabiliyetini geliştirmiş, dünya da bulunan bitkilerin tohumlarını saklamak suretiyle bir sonraki yılda ekin yapma ve açlığını gidermenin kolay yolunu keşfetmiştir.
Hayvanların daha güçlü olduklarını ama akıllarını kullanamadıklarını tespit etmiş, onları kullanmayı denemiş ve itaat ettiklerini kavrayınca da onları ehlileştirmiş ve eğitmek suretiyle onlardan faydalanmayı bilmiştir. Etinden, sütünden, derisinden, yağından çok büyük medeniyetler kurmuş, her duygusunu tatmin edecek yiyecekler üretmiştir.
İnsan hayali geniştir, aklına bin türlü yaşam biçimleri gelir ve gelmiş, o tarz yaşamları sağlamak içinde yapılabilecek şeyleri yapmaya çalışmış ve birçok sanayi ürünleri meydana getirmiştir.
Yine diğer ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla elektriğinden, benzinine, cep teflonundan, televizyonuna birçok kullanım araçları geliştirmiştir. Kış gelince soğuklara dayanamamış, sıcak ortamlar üretmiş, taşları üst üste koyup duvar yapmasını bilmiş, üstünü örterek eve dönüştürmeyi başarmış, bugünkü gökdelenleri yapmaya kadar işi götürmüştür.
İşte, Yine insanoğlu bu işleri yaparken tek başına yapamayacağını anlamış ve toplu halde yaşama sanatını geliştirmiştir. İlk zamanlar bu işi gayet amatörce ve iptidai bir şekilde yaptığı halde zamanla bu durumu geliştirerek büyük topluluklar kurmayı ve yönetmeyi başarmıştır.
Bu işi yaparken bazı taktikler geliştirmiş, bir takım teknik bilgiler keşfetmiştir. Bu sayede büyük kitleleri emir altına almayı başarmış, köle gibi, esir gibi kullanacak bir kabiliyete ulaşmıştır. Yönetilenlerin tepkisini yumuşatmak veya her tepkiye yeni bir tarz geliştirmek suretiyle yönetim sistemlerini sürekli geliştirmiştir. Bu sayede bir çok yönetim şekli ortaya çıkmış, bu yönetim şekillerini uygulamayı başarı ile sağlayan ekipler oluşmuş, padişahlar, krallar türemiş zalim yöneticiler iş başına geldiği gibi adil padişahlarında zaman zaman yönetimi ele aldıkları görülmüştür. Netice olarak bugün gelinen noktaya baktığımızda bu meselede de hayli mesafe alınmış, demokrasi denen bir sistem oluşturulmuş, peygamberlerin ve dinlerin yardımıyla eskiye nispeten çok daha adil düzenler kurulmuştur.
Bu sayede insaniyet topyekûn bir gelişme kazanmıştır. Bir yandan giyim kuşam, bir yandan yeme içme, diğer yandan eğitim ve bilim ve en önemlisi yönetme, yönetilme şekilleri ve medeniyetleri birlikte geliştirilmiş ve birlikte bugünlere gelinmiştir.
İnsanoğlu bu noktada duracak mıdır? Hayır! bu günkü geldiği noktayı çok daha ileriye götürecek ve belki de bu gün hayal dahi edemediğimiz noktalara kadar ulaşacaktır.
İşte bunların bütününe, yani insan olmanın verdiği avantajlar sayesinde oluşan nimetlerin bütününe insaniyet nimeti deniyor. Bu ifade Bediüzzamana aittir. Bir başka yerde İnsaniyet-i Suğra diyor. Yani, bugünkü medeniyet artı demokratik bir yapı ve insan hakları evrensel kriterleri ile top yekun parlak bir yaşam biçimine (ki, buna asırdaşlarımız çağdaş uygarlık diyor), yani, ehl-i dünyanın öve öve bitiremediği bu hayat standardına Bediüzzaman Said Nursi İnsaniyeti suğra diyor, küçük insaniyet. Veya bir diğer ifade ile insaniyet bir derece tecelli etti. (Muhakemat sh.31) diyor.
Bediüzzaman hazretlerinin; uzun asırlar çalışılarak vücuda getirilen bu medeniyete insaniyeti suğra demesindeki hikmet hakaret anlamına gelmemelidir. Zira, O meydana gelen bu gelişmelerden hareketle yaptığımız yapacaklarımızın teminatıdır kaidesince bu gidişatın ulaşacağı noktayı dikkatlere sunuyor.
Yani, böyle giderse bir felaket başına gelmezse, bugünkü başarıyı elde etmiş olan bu insanlar daha iyisini de yapabilir. Asıl medeniyeti, gerçek medeniyeti oluşturabilir. Daha ileri gidebilir. Çok daha mükemmel bir medeniyet kurabilir. İşte, O böyle bir medeniyetin oluşturulmasını ve kurulmasını istiyor. Ayrıca, o medeniyetin kurulmasının yollarını gösteriyor.
Ve tarif ettiği bu medeniyete de İnsaniyeti Kübra ismini veriyor.
Bilinen veya bilinecek her türlü güzelliğin yaşandığı, teknolojinin hayırlı işlerde kullanıldığı, sosyal adaletin sağlandığı, hayatın kolaylaştırıldığı, yaşamın cennet haline dönüştürüldüğü, topyekûn kalkınmanın sağlandığı, namusluların namussuzlara üstün geldiği bir medeniyet.
İnançlı, özgür, hürriyetçi, Allahtan başka kimseye itaat etmeyen, boyun eğmeyen, her işini konuşarak meşveretle halleden bir yaşam biçimini, bir yönetim şeklini öneriyor. İnsaniyeti Kübrayı ve saadet-i uzmayı, bir diğer ifade ile şeriatı garrayı öneriyor.
Buyurun karar sizin!