Yaratma kelimesinin karşılığı olarak İslâmî kaynaklarda en sık geçen kelime halktır. “Halk” kavramı dinî terimlerde özellikle Allah’a mahsus olmak üzere “yaratmak, yoktan var etmek” şeklinde tanımlanır. İbn Sîde mutlak bir ifadeyle, “Allah bir şeyi halketti” denildiğinde bunun, “Yokken var etti” mânasına geldiğini belirtir.[1] İslâmî kaynaklarda yaratmayla ilgili ibdâ‘, ber’, zer’, fatr, sun‘, inşâ’, ihdâs, îcâd, tasvîr, tekvîn, ihtira‘, ca‘l gibi kavramlar da yer almaktadır.
Kur’ân’da 52 yerde halk kelimesi ve 200’ü aşkın yerde halk kelimesinin türevleri geçmektedir. Yaklaşık elli âyette göklerin ve yerin, 100 âyette insanın yaratılışından, elliye yakın âyette genel anlamda yaratmadan söz edilir. Diğer âyetler de ise gece, gündüz, ay, güneş, bitki, hayvan, melek, cin, şeytan, hayat, ölüm, öldükten sonra dirilme gibi varlık ve olayların yaratılışıyla ilgili kullanılmıştır.[2]
Keşfetmek ise “Kainatta var olan fakat var olduğu bilinmeyen bir şeyin bilerek veya farkında olmadan ortaya çıkarılması durumu demektir. Bir diğer tanıma göre ise “Bilgi ve becerilerimizden yararlanarak, daha önce var olan maddelerin bir araya getirilmesiyle olmayan bir eşya çıkarma, yepyeni bir şey üretme” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre keşf iki türlü olmaktadır. Bunlardan biri olan bir şeyi sadece bulmak, diğeri var olan maddeleri bir araya getirerek olmayan yeni bir eşya bulmaktır.
Birincisine örnek olarak ateş, kıtalar ve organlar verilebilir. Buna göre ateş kainatta var olan bir şeydir. İnsanlar onu ilk defa görüp, kullanmaya başladıklarında bir keşif yapmışlardır ancak bunu yoktan var etmiş, yaratmış değillerdir. Yahut gemi ile yapılan seyahatler sırasında keşfedilen kıtalar onlar keşfetmeden önce var olmayan bir varlık değillerdir. Onlar var olan bir şeyi ilk defa gördüler ve insanlara duyurdular. Bir diğer örnek ise insan organlarıdır. Allah insanların vücudunu ince bir ölçü ve hassas bir düzen ile harika bir surette yaratmıştır. İçerisine bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok cihaz/organ yerleştirmiştir. Bu cihazların/organların vücutta binlerce vazifesinin bulunduğu tartışılmaz bir gerçektir. Günümüzde halen bu organların vazifeleri tam olarak tespit edilememiştir. Bununla beraber ilk insandan bu zamana kadar bu organlar insan vücudunda bulunmakta, vazifelerini yapmaktadırlar. Gelişen teknoloji ve bilgi birikimi ile bir organın keşfedilmesi yahut bir vazifesinin açığa çıkması bu organı veya vazifesini keşfeden kimsenin yarattığı anlamına gelmemektedir. Elbette bunu yaratan ilk insanın vücunda dahi bu sistemi kuran kimsedir.
İkinci tür keşif ise icad olarak ta adlandırılan; Allah’ın yarattığı mevcut eşyaları, Allah’ın koyduğu fizik, kimya, biyoloji, tıp vd. kanunlarını kullanarak yeni şeyler keşfetmektir. Örneğin hastalıkları tedavi eden bir ilacın ortaya çıkması, kainatta yaratılan yüzlerce maddenin belli ölçüler ve düzen içerisinde bir araya gelmesi ile gerçekleşmektedir. Bu ilacı bulan kimyager binlerce farklı deney yaparak belli kanun ve hesapları da kullanarak neticeye ulaşmıştır. Burada bu kimyagerin bu ilacı yarattığını söylemek mümkün değildir. Nitekim o ilacı onun yarattığını ifade etmemiz için hem hammaddeleri hem de kanunları onun yaratması gerekmektedir ki bu da muhaldir. İnsanlığın en büyük keşiflerinden birisi olarak değerlendirilen tekerlek de böyledir. Bilinen en eski tekerlek, birbirine tahta mıhlarla iliştirilmiş yan yana üç kalasın yontularak yuvarlaklaştırılması yöntemiyle üretilmiştir. Görüldüğü gibi tekerleğin meydana gelmesinde bizim bildiğimiz kadarıyla ana madde olarak tahta, onların yontulmasında ise kesici maddeler kullanılmıştır. Buna göre tekerlek yoktan var edilmemiş, Allah’ın kainatta yarattığı eşyaların bir araya gelmesi ile keşfedilmiştir.
Ayrıca bu gibi yeni keşiflerin ortaya çıkmasında vesile olan insan dahi Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Onun eşyayı yahut kanunu keşfetmesinde kullandığı akıl, fikir, düşünce, duygu, hayal, el, ayak, göz vs. tüm aletler Allah’ın bir mahlukudur.
[1] İbn Sîde, el-Muḥkem ve’l-muḥîṭü’l-aʿẓam (nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc), Kahire 1388/1968, IV, 388-389.
[2] M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “bdʿa” md
RisaleOnline