Sevenler birbirinin kalbinde saklanır, sırlanır. İnsanlar en kıymetli eşyalarını en gizli yerlerde saklarlar. Onun değerini hak etmeyen insanlara da göstermezler.
Allah kâinatı bir sır küresi şeklinde yaratmıştır. Ağaç olacak tohumu toprağın kara bağrında, inciyi denizin dibinde bir sedefin içinde saklamıştır. Bir inci insan Hz. Yunus’u balığın karnında / kalbinde saklamıştır.
Bitkileri hayvanlarda, hayvanları insanlarda, insanları evliyalarda, evliyaları peygamberlerde, peygamberleri Hz. Mustafa’da (asm), Hz. Mustafa’yı yeryüzünün en kıymetli incileri Hz. Amine’nin rahminde, Hz. Abdullah’ın kalbinde saklamıştır.
İnsanı anne ve babanın birer damlasında, yağmuru bulutlarda saklamıştır.
İnsanı anne rahminde, annesini babasının kalbinde saklamıştır.
İnsan varlığın incisi, en kıymetlisidir. Yerlere, göklere sığmayan Allah sevdiği insanın incisi kalbine sığmış, kendini oraya saklamış, orada sırlanmıştır.
Vakti geldiğinde ağaç olsun diye tohumu kara toprağın bağrında saklayan Allah, vakti geldiğinde dünya bahçesinde açsın diye insanı anne rahminde saklamıştır. İnsanlardan en kıymetlilerini de cennet bahçesinde açsın diye kara toprağa sırlamıştır. İnsan bu… Tohumu neyse, o dal budak verecek öbür âlemde. Toprağa düşünce kimimiz zakkum ağacı olarak yeşereceğiz cehennemde, kimimiz tuba ağacı olarak yeşereceğiz cennette.
İnsan bütün bunları bile bile şikâyet eder yalnızlığından. Halbuki kalabalıklar içinde zakkum çiçeği olmaktansa yalnızlık içinde cennet ağacı olmak yeğ değil midir. O halde bize cenneti hatırlatıp yaşatacak insanlara yakın olmalı, onların kalplerine saklanmalı. Yoksa zakkum ağaçlarının yaşadığı yerlerde hayatımızı cehenneme çevirme ihtimali var.
Allah’ın ve sevdiği kulların kalbinde sırlanmaya, saklanmaya bakmalı. Allah’ın sevmediği zenginlerin, soyluların, kralların, sultanların başköşesinde olmaktansa Allah’ın sevdiği yoksulların, gariplerin, masumların kalplerinin başköşesinde olmalı.
İnsan yalnızlıktan şikâyet eder. Oysa kabirde gerçekten de yapayalnız kalacağız. Oraya sözde sevdiklerimizin alkışları değil gerçekten sevenlerin duaları ulaşacak. O halde ardımızda dua ettirecek işler yapalım, hallere girelim. Varsın dünyada garip olalım, anlaşılmayalım.
Gurbet kurbettir. Kurbet gariplere verilen hediyedir. Allah gariplerle beraberdir. Gurbet görünüşte sevdiklerinden uzağa düşmektir. Oysa Allah seni kendine yaklaştırmak için yani kurbet için yani seni kendisiyle akraba etmek için yani akrabiyet için gurbeti yaratmış, sana gurbette kurbet ve gariplik duygusu vermiştir. Vermiştir ki garipliğin içinde Rabbini bulup O’nu dost ve sevgili edinesin…
Belki eşinden, dostundan, çocuklarından, sevdiklerinden, yerinden, yurdundan uzaklardasın. Allah seni kendine akraba kılabilmek, garipliğini hissedebilmen için gurbete göndermiştir. Allah sana gurbet yazdı ki anavatanını yani asıl memleketini yani Rabbinin ülkesini özleyesin.
Koza özenle ve özlemle işliyor, kelebek yakında uçacak. Bohça açılacak, bütün sırlar ortaya dökülecek. Yumurta çatlayacak, civciv çıkacak. Tohum çatlatacak, ağaç olacak. Sabret, Rabbin seni en çok sevecek, senin de onu en çok seveceğin kişiye hazırlıyor.
Sevenler birbirinin kalbinde saklı
Rabbi varlık içinde en çok Hz. Mustafa’yı sevmiş, kadınlar âleminden en çok sevdiği Hz. Hatice’yle onu birbirlerine yar eylemek için kalblerini birbirinde sırlamış, saklamıştı. İki cennet güvercini birbirine sımsıkı sarılmış, birbirlerine hem sığınak hem de sırdaş olmuşlar, bütün zorluklara katlanmışlar, böylece âlemlerin en kıymetlileri olmuşlardı. Belki yalnız olduğunu, insanların seni sevmediğini düşünüyorsun. Bil ki seni Rabbin Hz. Haticelere, Hz. Mustafalara saklamış. Günü gelince sır ifşa olacak, seni hak edenler seni bulacak. Hz. Hatice’si, Hz. Mustafa’sı olanın şikâyet etmeye hakkı var mıdır hayattan.
Rabbi Sevgililer Sevgilisi Hz. Mustafa’yı habib, sevgili bilmişti. Çağın kirlerinden sakındırmak, en kutsi sırları O’nun kalbine saklamak için Hira Mağarasına çağırmıştı. O da çağrıya uymuş, mağaraya sığınmıştı. Zaman içinde Rabbin, hakkın ve hakikatin sırrına ermiş, sırlı sözler kitabı Kur’an kalbine ağmıştı. Mağarada sesi çalkalana çalkalana kıvama ermiş, mağaranın eşiğinden dünyaya yayılmıştı. O sözler insanlığı sonsuz saadete çağıran seslerdi. Rabbi o gün en sevdiği varlığı, Hz. Mustafa’yı kendisiyle baş başa kalması için yanına çağırmasaydı, Sevgililer Sevgilisi de çağrıya uymasaydı, bugün sırlar kitabı, iki dünyanın saadet anahtarı Kur’an kalblere yazılamaz, ruhlara işleyemezdi.
Sabret, yalnızlığına sevin. Rabbin seni de kendine yar seçti. Çağın kirlerinden arındırmak, seninle daha fazla baş başa kalabilmek, kalbine Kur’anî hakikatleri sırlamak için seni yanına, yalnızlığına çağırdı. Gün bu gündür. Aç seccadeni, dök gül yaşı gözyaşlarını. Dök ki için arınsın kalbin, dök ki arınsın dünya.
Dünya aşkıyla yanıp tutuşanlar, Rabbine aşkla bağlı Sevgililer Sevgilisini (sav) öldürmeye kast etmişlerdi. Rabbi bu sefer, onu hem korumak hem yeni bir şehri fethe hazırlamak için Sevr Mağarasına çağırmıştı. Sevgili (sav) mağaraya gitmiş, yine kendini orada sırlamıştı. Üç günlük mağara hapsinin sonunda sabrının karşılığını almış, Medine’nin, dolayısıyla dünyanın kapıları sonuna kadar onun için açılmıştı.
Şikayet etme, şükret
Bugün belki bir Sevr yaşıyorsun. Sıkıştıkça sıkıştın. Dünya dar geliyor sana. O gün Rabbi Hz. Mustafa’yı yalnız bırakmamış, yeryüzünün erkekler içindeki en kıymetli ikinci varlığı Hz. Ebubekir’i arkadaş kılmıştı. Sevr’de Hz. Mustafa’yı yalnız bırakmayan, O’na Medine’nin ve dünyanın fethini açan seni şu dünya mağarasında yalnız bırakır mı; sevgini, ilgini hak eden gönüllerin kapılarını sonuna kadar sana açmaz mı?
Bediüzzaman, zamanın garibiydi. Kılığı kıyafeti, sözleri ve halleriyle etrafındakilerden hep farklıydı. “Beni anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar” diyordu. Yine de ilahi hakikatlerin saklı hazinesi Hz. Mustafa’nın izinden gitmekten geri durmuyordu. O’nun yolunda zahmet de vardı rahmet de. Bediüzzaman da bunlardan nasibini alacaktı. Nitekim 1926 yılında Şeyh Said Hadisesi gerekçe gösterilerek Van’dan Barla’ya sürülmüştü. Aslında her şey bahaneydi. Rabbi onu kem gözlerden korumak, onunla baş başa kalmak, Barla’yı bir Hira eylemek için onu Barla Dağlarına çağırmış, o da kadere teslim olup gelmişti. Bediüzzaman Barla Dağlarında bir yanına kâinat kitabını diğer yanına da Kur’an kitabını alarak Nur risalelerini yazmaya başlamıştı. Gün gelecek, onun efsunlu sözleriyle milyonlarca insan iki dünya saadetine erecekti. Bediüzzaman için Barla’yı Hira eyleyen senin için şu dünyayı neden Barla ve Hira eylemesin... “Sabret” demeyeceğim sana şükret. Şükret ki Rabbin şu dünyayı senin için Hira ve Barla eyledi; kalbine ilahi hakikatlerin tohumlarını atmaya başladı.
Çok görüneni, gün gelir çok görürler, uzaklaşırlar. Çok görünüp çok görünmektense kendini yaratana görünmek daha güzel değil mi?
O halde yalnızlığa sevinmeli; onu bizi cennete götürecek binek bilmeli…
O halde yalnızlıktan şikâyet etmemeli, yalnızlığa şükretmeli.