İnsanları sıfatsız sevebilir misiniz?

Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ

Bir gün Nasreddin Hoca Timurlenk ile birlikte hamama gider. Göbek taşına otururlar…

Konuşma sırasında, bir ara, Timurlenk gururlanarak sorar:

“Hoca, ben köle olsaydım, acaba kaç akçe ederdim?”

Nasreddin Hoca şöyle bir bakar:

“Elli akçe” cevabını verir.

Timurlenk kızar ve sert bir sesle:

“Hey, insafsız adam! Elli akçe, yalnız belimdeki kuşağın değeridir” der.

Hoca’nın cevabı hazırdır:

“Ben de zaten ona değer biçmiştim…”

***

Geçenlerde kulağıma çalan bir müzikli bir şiirde, âşık, maşukuna şöyle bir cümleyle sesleniyordu:

“Ben sıfatsız sevdim seni.”

Şarkının devamında “güzel” sıfatının ne olduğunu bilmediğini, sevdiğini böyle sıfatlarla tavsif etmeden, sırf sevgili olduğundan dolayı sevdiğini söylüyor ve ekliyor: “Sevdim; düşünmedim kim olduğunu ve neye benzediğini… Ben sıfatlandırmadım sevgini…” diyordu.

“Sevmeye dair” çok önemli gördüğüm ve gündelik hayatta insanlarla olan iletişimi anlamak açısından bu cümlenin bana ilham verdiğini söyleyebilirim.

Gündelik hayatta insanları anlamak ve onlarla iletişim kurmanın yolu, uğraştıkları meslek veya sanatı üzerinden geçmektedir.

Daha doğrusu, insanlar arası iletişimde toplumların iletişimi sanat ve sanatın kaynağı olan sıfatlar (vasıflar) üzerinden yürüyor.

İnsanları isimleriyle hatırlasak da o ismin yer aldığı beyin hücresinde (korteks) çuvallar dolusu klasör var ve bu klasörlerdeki bilgiler açıldığında kişi hakkında biriktirdiğimiz malumatla yüz yüze kalırız.

“Tüm sırların deşifre edileceği o günde” (Tarık suresi) açılacak o dosyalar, bu dosyalar olmasın?

İnsanın iletişimi sıfatlar üzerinden gerçekleşiyor.  Çünkü ismi isim yapan sıfattır. İsimler hakkındaki yargılarımızın kaynağı kişilerin sıfatlarından başka bir şey değildir.

Sevgimiz ve düşmanlığımız da sıfatlara olmalı.

“Bizim cemaatımizin meşrebi, muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani, beyne'l-İslâm muhabbete imdat ve husumet askerini bozmaktır. (Divan-ı Harbi-i Örfi)

Benim mezhebim, muhabbete muhabbet etmektir, husumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdiğim şey muhabbet ve en darıldığım şey de husumet ve adavettir. (Münazarat,70)

***

Biz insancıklar, hayatımızda, birbirimize yapıştırdığımız etiketlerle iletişim kuruyoruz.

Birey seviyesindeki iletişimden toplumsal iletişime değin, insanları farklı sıfatlarla ve isimlerle gruplandırıyoruz. İlkel beynimiz kategorik düşünüyor ve çoğunlukla ilkel beyinle yaşıyoruz.

“Ya sev ya terk et!” derken, ilkel beynin sulanmış tarlasına husumet tohumları ekiyor; karşılığında adavetin zehirli meyvesini yiyoruz.

Kategorileştirme bölmedir, gruplamadır. Gruplara ayırmadır. EBOB’tur (EBOB: Matematikte En Büyük Ortak Bölen).

Kategorik düşünerek insanları anladığımızı düşünüyoruz.

Aslında anladığımızı sandığımız şey, insanların beynimizdeki şablonlara olan uygunluklarıdır.

Her şey zihnimizde gerçekleşiyor.

Doğru iletişim doğru bir noktadan ve doğru yöntemle başlıyor ve sürüyor.

100 kapılı insan sarayına doğru kapıdan girmek, doğru sözler ve davranışlarda bulunmak insanı “ferd” (birey) yapan etkenlerdir.

Sevginin, karşılığı olmayan kaynağı “mükemmel olmaktır.”

“Eğer kemâl ise, başka bir sebep, bir garaz lâzım değil; o bizzat sevilir. Meselâ, eski zamanda sahib-i kemâlât insanları herkes sever; onlara karşı hiçbir alâka olmadığı halde istihsankârâne muhabbet edilir.”

***

Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur’la Kur’an-ı Kerim’e tam bir yansıtmada bulunuyor.

Yazılarımızla ilgilenenler biliyor; daha önce psikoloji, sosyal psikoloji ve sosyoloji alanlarında Risale-i Nur’un söyleyecek çok sözü olduğunu ifade etmiştik.

Alandaki akademisyenleri sürekli Risale-i Nur üzerinde çalışmaya davet ediyorum.

Bu yazıda da iletişimcileri davet ediyorum. Özellikle iletişim sosyolojisi alanında çalışanlar bu yazıya odaklansınlar.

Risale-i Nur’un iletişim alanında da söyleyecek çok sözü var.

Kişiler arası iletişimde kendimizi ve başkalarını nasıl anlamalı ve nasıl anlamlandırmalıyız? sorusu mesela…

İşte Bediüzzaman’dan bazı tüyolar…

“Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir.”

“Öyleyse her bir Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez.”

“Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın?”

“Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” (Münazarat, 40)

Buradan şu sonuçları çıkarabiliriz:

  1. Kişiler hakkındaki takdirimiz ve bu takdirin kaynağı, takdir edilen kişinin sanatındaki yeterliliğidir. Müşterisini memnun eden ancak sizin dininizden olmayan birinin sanatı takdir edilmelidir.
  2. Sıfatların kaynağı sanattır. Şimdi İsrail’de yaşayan komşum kuyumcu “Can” dindar bir Yahudi idi; bununla birlikte iyi bir altın işleme ustasıydı. Sahi siz 1980’lerin başında, Beyoğlu’ndaki “Terzi Agop usta”ya elbise diktirdiğinizi hatırlamıyor musunuz?
  3. İsimlerle sıfatlar örtüşmeyebilir. Adı Abdullah olup, davranışları Abdullah olmaktan çok uzakta olan Müslüman tanımıyor musunuz?
  4. Bir din mensubunun tüm sıfatları ve tüm davranışları inandığı dini değerlerden kaynaklanmayabilir. Bu nedenle “insafı elden bırakmayın!” İnsanları kategorize ederek, itibar ve insanlık katliamı yapmayın.
  5. Harun, bir resmi görevle gittiği ABD’de kalmak için “Hıristiyan” bir hanımla, evlenmişti. Çocuklarını Müslüman olarak yetiştirme şartını koşmuş ve anlaşmışlardı. Üç çocuğu oldu ve anlaştıkları gibi, Hıristiyan olan eşi, çocuklarını bir Müslüman olarak büyüttü; çocuklarının bir Müslüman olarak büyümesi için verilmesi gereken tüm İslami eğitimleri aldırdı. Her hafta sonunda İslam merkezinde eğitime götürdü. Harun, ehl-i kitaptan annelik sanatını harika bir şekilde yerine getiren eşinden çok memnundu ve çok çok mutluydu.

İlahi olan sıfatlarla iletişim kurmaktır.

Bir resim tablosu üzerinden düşünelim:

Resmetme fiilini mükemmel işleten bir Ressam, mükemmel sanatıyla (sıfat) kemalde bir zâtı olduğunu ilan eder.

Burada resmetme (fiil) Resmeden (isim) Mükemmel sanatı (sıfat) Kemal - Zat ve ulviyet-i mahiyet (Zât) sıralamasıyla davranışlarımız şekillenir.

Sıfatsız sevmek, ne yaptığından, neler yarattığından, hangi sıfatlara sahip olduğundan bağımsız olarak, O’nun ulvi mahiyetini bilmek ve ona doğrudan yönelmektir.

Rabbimiz kendisini bize tavsif eder. Verdiği nimetlerle kendini bize sevdirir.

Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendi zâtını, "bütün eşyayı işitir ve görür" sıfatıyla tavsif eder—tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul hikmetlerini göstersin.” (25.söz 2. şule)

Risale-i nurun bu çağa armağanı kişileri değil, sıfatları değerlendirmektir.

Sıfatlara adavet etmek, sıfatları sevmektir. Kusuru sıfata vermektir.

Fıtri olan da bu değil midir?

Adalet-i mahza da budur; adil yargılama sıfatlar üzerinden yapılır.

22. Mektup bunu fısıldar; “Adil ol”, der “bütüncül hüküm verme!”

İnsaflı olun; bütünde olan güzellik parçalarında bulunmayabilir.

Eğri büğrü taşlar bahçenin güzellikleridir.

O halde âdil olmak istiyorsan, iletişimin şu 4 prensibini elinde fener olarak tut; insanlar hakkında acele edip mesnetsiz ve merhametsiz hüküm verme:

Önce bir bak!

“Kim söylemiş?” (Kaynak)

“Kime söylemiş?” (Alıcı)

“Ne demiş?” (Mesaj)

“Nasıl? Hangi makamda demiş” (Kanal)

***

“Sıfatsız sevmeye” tekrar dönelim.

İhlas: Sıfatsız sevmektir.

Peki, böyle bir aşk iletişimi mümkün müdür?

Birisini sıfatlandırmadan sevmek ya da sıfatları için değil zatı için sevmek mümkün müdür?

Hiçbir sanat, fiil ve şe’n olmadan doğrudan Zâtı sevmek; bu, aslında muhabbetin, sevginin, aşkın zirvesidir.

Buna “ihlas” denir.

Onyedinci Lem’a, On dördüncü Nota’da Bediüzzaman bir alıntı yapar İbn-i Kays’ın Kura'd-Dayf isimli eserinden.

Lafı, “Her şeyde bir ihlâs var.” diyerek muhabbete getirir ve  “Hattâ muhabbetin de ihlâsla bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder.”

İşte bir zat bu ihlâslı muhabbeti böyle tabir etmiş” diyor ve ekliyor:

"Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünkü mukabilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet zayıftır, devamsızdır."

“Sıfatsız sevmenin” en güzel örneğini ise insani veya hayvani tüm annelerin sahip olduğunu belirten şu cümleyle bağlar:

“Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum validelerde derc edilmiştir. İşte bu hâlis muhabbete tam mânâsıyla validelerin şefkatleri mazhardır.”

Anneler ve babalar karşılıksız sever. Çocuğunu, çocuğu olduğu için, yani “zatı” için severler.

Demek ki sıfatlar olmadan da sevilir ve sevmek isteyen sıfatlara takılmaz.

Fıtri Olan Sevgi Sıfatlara Oradan Zâta Ulaştırmalıdır.

Bediüzzaman risalelerinde bize Allah’ı tanıtır.

O’nu Esma-i Hüsnasıyla tanımamız gerektiğini öğretir.

“Nasıl ki, mükemmel, muhteşem, münakkâş, müzeyyen bir saray mükemmel bir ustalık, bir dülgerliğe bilbedâhe delâlet eder. Ve mükemmel fiil olan o dülgerlik, o nakkâşlık, bizzarure, mükemmel bir fâile (İsme), bir ustaya, bir mühendise ve "nakkâş" ve "musavvir" gibi ünvan ve isimleriyle beraber delâlet eder. Ve mükemmel o isimler dahi, şüphesiz, o ustanın mükemmel, san'atkârâne sıfatına delâlet eder. Ve o kemâl-i san'at ve sıfat, bilbedâhe, o ustanın kemâl-i istidadına ve kabiliyetine delâlet eder. Ve o kemâl-i istidat ve kabiliyet, bizzarure, o ustanın kemâl-i zâtına ve ulviyet-i mahiyetine delâlet eder. (Otuzikinci Söz İkinci mevkıf)

Fiil – Fâil (İsim) – Sıfat - Kemal-i Zât ve Ulviyet-i mahiyet

Sıfatları sevmenin de sıfatlarla sevilmenin de kaynağı İlahi sıfatlardır.

Allah’ı sıfatlarıyla tanıyor sıfatlarıyla seviyoruz,

Allah’ı (cc) isimleriyle tanımlıyoruz.

İsim tanımak, sıfat sevmek için vardır.

Hayat; isim, sıfat ve zat çizgisinden ibarettir. (Yirmidokuzuncu Söz)

Rabbimiz bize kendi sıfatlarını öğreterek sevdiriyor.

Subuti sıfatlarını bizdeki tecellileri ile tanıtırken, zati sıfatlarıyla O’nun ulviyetini anlıyoruz ve seviyoruz.

O’nun sıfatları zatının şuunlarıdır.

“Ve o evsâfın kemâli, bilbedâhe, şuûnât-ı zâtiyenin kemâline delâlet eder. Çünkü sıfatın mebdeleri, o şuûn-u zâtiyedir.”

“Ve şuûn-u zâtiyenin kemâli ise, biilmilyakîn, Zât-ı Zîşuûnun kemâline ve öyle lâyık bir kemâline delâlet eder ki, kemâlin ziyası şuûn ve sıfât ve esmâ ve ef'al ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemâli ve kemâli göstermiş.” (32. söz 2.mevkıf)

O bize اَللهُ Lâfza-i celâlinin bütün sıfât-ı kemâliyeyi tazammun eden bir sadef olduğunu, 5 vakit ezan mesajıyla sıfat-ı kemaliyesini kâinata ilan ediyor.

Lâfza-i Celâl, Zât-ı Akdese delâlet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemaliyeyi istilzam eder.

Öyleyse, o lâfza-i mukaddese, delâlet-i iltizamiye ile bütün sıfât-ı kemâliyeye delâlet eder. (İşaratu’l İ’caz, Bakara suresi 5. ayet tefsiri)

***

Sıfatsız sevmeye var mısınız?

“Ben sıfatsız sevdim seni…”

“Husumete vakti olmayan muhabbet fedaileri” bunu başarabilir.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.