Müntesiblerinin kahir ekseriyeti mason, hedefi de dünya siyonizmine hizmet etmektir İttihad ve Terakkî’nin. Sahneye buyur ettikleri, bir avuç şuursuz maceraperest Türk. Maceraperest ve Avrupaperest Türk!.. Sahnedekilere yapılan telkinlere göre, Cemiyet’in birinci maksadı, Sultan Abdulhamid’in müstebid idãresini yıkmak ve yerine daha hürriyetçi bir idãre kurmaktır; daha demokrat, daha ãdil ve daha insãnî bir idãre... Yalan!.. Hakikat-ı halde sahnedekilerin aslî vazifesi, Osmanlı’nın Müslüman amme efkârını iğfal ile zahirî maksada inandırmak, cemiyetin aslî ama gizli maksadını perdelemektir. Sahnede gördüklerimiz muhtar öncüler değil, tahta kuklalar...
Maksadımız İttihad ve Terakkî’yi anlatmak değil, ama bu tesbite ihtiyaç vardı. Mason loca ve teşkilâtlarının büyük çapta şeklî mãnãda da bir kopyası olan İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin çarpıcı benzerliklerinden biri de Mason locaları gibi, azalarını ağır bir yemin merasiminden sonra bünyeye dahil etmesidir. Bir ön çalışmayı kılı kırka yaran bir eleme tãkib eder. Sonra elemeden yüzlerinin akıyla çıkanlar, bir akşamın alacakaranlığında, yeminin yapılacağı merasim hücresinden uzak bir yerden gözleri bağlanılarak alınıyor, şehrin altını üstüne getiren bir dolaştırma ile iyice serseme çevrilip, hãfızaları da bağlı gözlerine yardımcı olamayacak kadar körleştirildikten sonra nihãyet hücreye sokuluyorlar.
Yüzleri maskeli yemin teşrifatçılarının cellatları andıran buz gibi soğuk ve ürpertici rehberliğinde silâh ve mensub oldukları inancın mukaddesatı üzerine yemin ettirilen namzedler, sokakların zifirî karanlığına Cemiyetin mensubu olarak salıverildiklerinde büyülü ve tehlikeli bir eşikten atlayarak istihale geçirmiş canavarlar gibidirler. Yemin merasiminde iki şey zihinlerine kazınmıştır: Cemiyetin menfaatleri gerektirdiğinde hayatlarını fedãdan çekinmeyecek, cinãyet işlemekte tereddüt etmeyeceklerdir... Bir de ihanet ettiklerinde cezalarının ölüm olduğunu asla unutmayacaklardır. Böylesi bir durumda ya intihar edecek, ya da infaz edileceklerdir. Üçüncü şık yok...
Cumhuriyetin kurucu kadroları, büyük çapta İttihad ve Terakkî komitacılarının bãkiyesinden müteşekkil bir zümredir... Cemiyetin komitacılık, tertip, cinãyet ve intihar mekânizması habis bir miras gibi kalır kurucu kadrolara. Savaş sonrası inşã ve kökleşme safahatı bütünüyle bu mirasın eseridir. Devlet terörü, İstiklâl Mahkemeleri, Kürt bölgelerinde başgösteren isyanlara karşı girişilen ağır tenkil ve katliamlar, Ankara’nın sokaklarında, Meclis koridorlarında işlenen cinâyetler hep aynı meş’um kaynaktan fışkırırlar...
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ise Türkiye tam bir tertip ve entrikalar Cehennemidir. Devletin derin unsurlarıyla inşã ettiği bu Cehennem, Türkiye’de yaşayan herkesi yakmış, herkesi sindirmiş, herkesi insanlıktan çıkarıp haysiyetsizleştirmiştir. Direnebilenler, imân dâvâsının bir avuç serdengeçtisi... Maarif ve silahlı güçlerin tezgâhından geçirilerek şuuru iğdiş edilen kitleleri bekleyen daha hazîn akibet, on yılda bir darbelerin cenderesinden geçirilerek, ismi hapishãne olan, gerçekte Ortaçağ Avrupasının kör zindanlarına rahmet okutan işkencehãnelerde, işkencenin bin türlüsüyle insanlıktan çıkarılmak olmuştur.
Son bir yılda, Ergenekon ve Kürt bölgelerinde işlenen fail-i meçhul cinãyetler sebebiyle isimleri ifşa edilen rütbeli askerlerin intiharları, akla ziyan “tesãdüf” veya “onura dokunulmuş” olmak gibi abesiyetlerle izah etmek kabil mi? Savcının her dãveti intihar sebebi olsa, bu coğrafyanın sâkinlerinin mühim bir kısmının beynine birer kurşun sıkmış olması iktizã ederdi. Adalete, şeref ve haysiyet kırıcı bir çirkinlik atfeden bu mantığın arkasına seksen yılın tertip ve entrikalarını, onbinleri aşkın fail-i meçhul cinãyetleri, zindanlarda gerçekleştirilen infaz ve insanlığın yüz karası ağır işkenceleri saklayamazsınız...
Yıldırım Beğler adlı Genelkurmayın Kürtçe tercümanının Cihan Haber Ajansına yaptığı itiraflara; “Senaryo!” deyip geçemezsiniz. Geçemezsiniz, zirâ Beğler’in anlattıklarının yüzlerce benzeri başkalarınca da itiraf edilmiş, mahkemelere mevzu olmuş ve çoğu teyid edilmiştir. Dine hasım bir izmi devletin resmî ideolojisi olarak putlaştırıp silahlı kuvvetler ve diğer devlet unsurlarının himayesine emanet eden zihniyetin milleti karşısına almaktan başka çâresi yoktu. Ankara’nın korku ve telaşlarını seksen küsur yıllık bu çâresizlik besliyor, milleti tehlikeli ve düşman addetmelerinin sebebi de bu. Zirã biliyorlar ki, bu milleti herşeye rağmen dinsizleştirmeye muvaffak olamamışlardır. Görünürdeki mebzul ahlâksızlığın menşei ise dinsizlik değil, basit bir alışkanlık, amelî bir zaafiyet... Çünkü bu memleketin rakı içmeye hazırlanan ayyaşı bile besmele çekmeden yudumu almıyor; “Elhamdulillah!” demese içi rahat etmiyor.
Uzatmanın ãlemi yok... İntiharların müdellel sebeplerini ortaya koyamadığımıza göre, akla yakın ihtimallerden hareket etmeye mecburuz: Bir kere, peşpeşe gelen bu intiharların benzerliği ve müntehirlerin bir şekilde Ergenekon ile münasebetlerinin mevcudiyeti tesadüf ihtimalini şuursuzların bile zihninden tardeder... Savcılık dãvetini “onursuzluk” diye yaftalayıp intihara sebep yapmak, akıl ve iz’ana ziyandır. Yeryüzünde aklı başında hiçbir insan bu hezeyãna inanmaz.
Geride iki ihtimal kalıyor ve ister istemez İttihad ve Terakkî’nin o meş’um yeminini hatırlıyorum. Ya, bu intiharlar bir ahidleşmenin neticesidir, konuşmamanın en kestirme yolu olarak ihtiyar edilmiş bir mecburiyet; aynı zamanda bir ahde vefa... Ya da aynı kapıya çıkacak bir infazın önüne geçmek için mecbur kalınmış daha erken ve belki daha az acılı bir tercihtir. Hangisi olursa olsun, intiharların arkasında yatan gerçek sebepleri artık saklamanın imkânı kalmamıştır... Suç ve yalanda ısrar yerine, cezanın temizleyiciliğine rãzı olmak evlâdır.
Suçluyu, dünyada da, ahirette de ceza ile temizlemediğiniz takdirde, ruhu daha büyük azabların Cehenneminde kavrulur, daha derin acılara düçâr olur... Masumlar gibi, suçluların karşısında da ãdil değilsiniz. Yapmayınız!.. Darbe tertipçilerine, fail-i meçhul cinãyetlerin faillerine ve diğer suçlularınıza yapacağınız en büyük merhamet, onları müstehak oldukları ceza ile temizlemektir. Adaletten maksat, acıtmak ve tahkir değil, temizleyip kazanmaktır; suç ile kaybettiklerini ceza ile iade etmektir... Hiçbir iktidar suçlularını cinnet ve intihar gibi bir cehenneme süremez, sürmemeli... Yoksa, bu kadar da mı merhametiniz yok?..