Onur’a
Hristiyanlık ve İslam her iki ilahi ve ümmet anlayışlı din, yayıldıkları coğrafyalara göre farklı özellikler kazanmışlardır. İslam dini, düz ile geniş topraklara sahip ve büyük imparatorlukları barındıran Asya kıtasına yayılırken; Hristiyanlık ise özellikle dağlar ile nehirler arasında doğal engellerle ve dar sınırlarla çevrelenmiş devletlerin bulunduğu Avrupa kıtasında daha çok kök salmıştır.
Avrupa son iki yüzyıla kadarki süreçte, küçük prensliklerden oluşan yapısı farklılıkları korurken; sonrasında da dinin içinde mezhebin daha çok ön plana çıkarılmasına neden olmuştur. Son yüzyıllarda ise mezhep ile kazanılan farklı olma durumu, ulusların çekirdek kimlik işlevini görmüştür. Öte yandan İslam dünyasında merkezi yönetimler, dinin tek anlayışının gelişmesinde büyük işlevler yerine getirmişlerdir. Mezhep farklılığı ise bazen rakip hanedan oluşturmada etkili olmuştur.
Batıda mezhebin dinleşmesi süreci işlerken; bizde dinin mezhepleştiği söylenebilir. Milliyetçilik çağı ile birlikte mezhep farklılığına benzer farklı soyut millet inşaları gerçekleşmiştir. Yine günümüzde milliyetçilik etkisinin devam etmesi sebebiyle ırk bazlı birçok din anlayışının ve uygulamanın biz de cari olduğu söylenebilir. Böylece mezhep tutuculuğuna benzer millet ve aidiyet kimlikleri ortaya çıkmıştır. Bir tarafta tutuculuğun baskısından kurtulanlar, serbestleşirken; bizim tarafta da ortak coğrafyanın parçalanmasından sonra parçaların tutuculuğu yönelimi gelişmiştir. Böylece her yerde inanç üzerinden kabul edilen intisap, artık bulunduğu parça üzerinden şekillenmiştir.
Bu durumda, bir önceki yazımda bahsettiğim intisab kavramı, yine karşımıza çıkmakta. Son günlerde, Batı medyasını meşgul eden haberlerden biri, Boris Johnson’un İngiltere’nin başbakanı olması konusuydu. Ali Kemal’in torunu olması, neredeyse tüm Türkiyeliler gibi benim de dikkatimi çekmişti. Fakat nedense Batı medyasında onunla alay eden haberler ve videolar bile bu basit bilgiyi vermeden Johnson hakkında konuşuyorlardı. Bizimkiler ise Johnson’dan bir bahsediyorsa, Ali Kemal’den neredeyse iki bahsediyorlardı. Aman efendim, Çankırılı Boris mi dersiniz yoksa Boris’in başbakanlığı için kurban kesen uzak akrabaları mı dersiniz. Oysa Batı’da Boris’in ne okuduğu, ne sevdiği, ne faaliyetler yaptığı ve neler yapabileceği üzerinden yorumlar ve eleştiriler paylaşıldı.
Neticede ise tekrarlamaktan çekinmeyeceğim şu ki, iman ile şekillenen intisab edinimini, biz Doğulular soya sopa indirgemiş durumdayız. Nitekim Şener Dilek hoca, bir sohbetinde Yaratıcıya imanın intisapla olduğunu, bazı fakir gençlere sorulan “kimin oğlusun” sorusuna gençlerin “ben valinin yeğeniyim” türünden zengin ve makam sahibi akrabalarının adı vererek onların şerefiyle şereflenmek istediklerini belirtti ve bu örneklerle de Allah’a intisabının kaçınılmaz olduğunu vurgulamak istedi. Öte yandan, bu örnek bence bizim için intisabın ne kadar dünyevileştiğinin de bir göstergesidir. Batılı ise neredeyse salt kökenlere hiç bakmadan bireyciliği nazara verir. Sekülerleşmenin getirdiği bir nokta olabilir bu. Biz modern dünyayı süreçsel bir şekilde anlamaya fırsat bırakılmadığımız için ve devrimsel değişimlere de bir inanç şevkiyle yapışmış durumdayız. Bundan dolayı ezikliğimizi, kimlik bunalımımızı ve parçalı toplum yapımızı, zihinsel olarak olsa da sömürge sonrası toplumlar gibi uzun süre atlatamayağız gibi görünmekte. Nitekim, başkası olmaya çalışanın ne başkası olabildiği ne de kendisi kalabildiği meseli meşhurdur.