Bir mimar; binler çeşit yapının planlarını çizmesini bilir. Bu bilmek ilimdir. Yine aynı mimar bu ilmi yeteneğiyle çizmesini bildiği binlerce yapının projesi içerisinden tek kubbeli çift minareli bir caminin projesini çizmek istedi yani tercihini cami planını çizmeden yana kullandı. Cami projesi çizmeden yana tercihini kullanması irade’dir. Planını bildiği ve planını çizmeyi tercih ettiği camiyi, mali imkânlarla yapmaya başlaması ve camiyi bitirip faal hale getirmesi kudrettir. Yani kudret sıfatına sahip olduğunu gösterir.
Yine yüzlerce mağazaların bulunduğu bir caddede yürüdüğümüzü farz edelim. Etrafa sathi yani yüzeysel bir şekilde, alışkanlık perdesi altında vitrindeki eşyalara göz ucuyla bakarak, onları bildiğimizi bilerek yürürüz. Bu etrafımızı bilmemiz ilim sahibi olduğumuzu gösterir. Sonra bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız binler vitrin eşyalarının içersinde bulunan bir fotoğraf makinesi dikkatimizi çeker ona yönelir ve ona dikkatimizi yoğunlaştırarak o makineyi yakından inceleriz. Bu bakış sathi bakmaktan ziyade bakılan şeye yoğunlaşmadır ki bu müşahededir. İşte bu müşahedemiz yani o makinede yoğunlaşma isteğimiz iradeye benziyor. Sonra Mağaza içerisine girip paramız varsa makineyi almamız kudretimizin olduğunu gösterir.
Her şeyin vücudu âdemde iken ve onu kuşatan binler ihtimaller içerisinde, semeresiz yollarda durağan iken, ona karşı karışık sel gibi muvazenesiz, ölçüsüz akan ölü maddelerden, fevkalade bir ölçü ve nazik bir tartı verilen nizami bir vücut ve hassas bir şekilde hadsiz şekiller içerisinde verilen münasip bir şekil, intizamlı bir şahsiyet, o şeyin hadsiz sıfatlarla muttasıf olması ihtimali var iken lüzumlu ve özellikli ve faydalı sıfatlarla o varlığın sıfatlanması gözümüzle gördüğümüz üzere her şeyde bir irade-i külliyenin tasarruf ettiği anlaşılıyor.
İşte her bir şey, özellikle zihayat olanlar, çok karışık hadsiz ihtimaller içersinde kararsız ve mütereddit iken, gayet mükemmel ve muntazam ve faydalı bir vücut ve sıfatlar ile özellikli bir şahsiyetle yaratılması, onu var eden Halik’ın nihayetsiz ve her şeyi bilen bir İlim, hadsiz bir irade-i külliye sahibi ve dilediğini yapmaya kadir bir kudretinin olduğunu aşikâre gösterir.
Her şeyin özellikle canlıların muayyen ve hikmetli ve faydalı keyfiyetli sıfatlarla cihazlanmış olarak kusursuz yaratılması, ab açık bir şekilde bir kast ile bir hikmet altında bir Zat’ın tercihi ve tahsisi ve husussan iradesiyle o özelliklerde ve o has keyfiyetlerde ve sıfatlarda irade edilerek kasten yaratıldığı anlaşılıyor.
Çünkü sonsuz ihtimaller içersinde hikmetli ve muntazam bir vaziyeti seçmek, tercih etmek bir tahsis, bir tercih bir kast ve bir irade ile olur. Tercih, istek bir müreccihi yani tercih edeni bir arzu edip talep edeni gerektirir. İşte o ihtiyar sahibine tercihi yaptıran ilimle birlikte hareket eden nafiz iradesidir.
Bu kâinat ve içersindeki her şey nizam ve mizan içerisinde, mucizane sanatkârane kusursuz hüsnü sanat içersinde yaratılıyor Bu hakimane tasarruf ve faaliyetler, ilim, irade ve kudret sıfatlarını birlikte gerektiriyor.
Bütün muntazam ve sanatlı mahlûkat, Sani’inin İlmi muhitini gösterdiği gibi, o ilim sahibinin sonsuz irade sahibi olduğunu da ispat eder.
Nihayetsiz değişik tarz ve şekillerde tezahür eden bitki ve hayvanlardaki esas uzuvlardaki birlik, Saniin vahdetini ve dakik bir sırrı Ehadiyetini göstermekle birlikte, onlardaki hikmetli değişiklik, manidar özel haller ve sıfatlar, saniin bir İrade-i külliye sahibi olduğunu gösteriyor ispat ediyor.
Bu kâinatı hadsiz semeresiz yollar içinde mevcut şekliyle hayattar ve hayatı netice verecek bir fabrika şeklinde muntazam olarak halk etmek bir irade-i külliyeyi gösterir.
Galaksileri, Samanyollarını, Güneşimiz ve gezegenlerini binler ihtimaller içerisinde mükemmel büyüklüklerde, çok hassas süratlerde çok manidar mesafelerde ve hizmetlerde bir Mevlevi gibi döndürüp, teshir etmek, intizamla gezdirmek yine bir irade-i külliyeyi gösterir.
Küre-i arzımızı bir sapan taşı gibi güneşe bağlamak, hayata menşe ve medar olacak şekilde tanzim etmek, aynı olan zerreleri değişik manidar sıfatlar ve has tabiatlarla cihazlandırmak, zihayatın yaşamasına en münasip bir şekilde zemini toprak ve sularla tefriş edip yaymak, atmosferini zihayata hizmetkâr yapıp kalkan etmek ve hadsiz işlerde hakimane dalgalandırmak, zemini hazineli dağlarla vikaye edip sükûnetini sağlamak ve zihayatın yaşamasına münasip nebatat ve hayvanatla şenlendirip hassas bir denge içerisinde hayatiyetlerinin devamını sürekli kılmak üzere hakimane tedbirleri almak, zihayatın her birisini bir fıtri bir vazife ile tavzif etmek ve vazifesini ikmal edecek has cihazlar ile teçhiz etmek bir ilmi muhitin yanında nafiz bir irade-i külliyeyi gösterir.
Kâinat sultanı bin bir esmasının eşyadaki cilvesine, yalnız bir âyine ve bir ma’kes olan tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tayin etmiştir. Ve o tabiatın dışa akseden yönüne mazhar olan cihetini, kudretiyle icad etmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halketmiş.
Tabiatıyla hareket etme istidadı verdiği camit eşyaya tabiatlarının gereğini bazen yaptırmayarak (Yazın şiddeti hararetinde nazik yaprakları Güneşe yaktırmayarak, nazik köklere sert kayaları şak ettirerek ) eşyanın kendi tabiatlarıyla bu işleri yapmaya muktedir olmadıklarını ve ancak Saniin iradesiyle ve istemesiyle kendilerine verilen tabiatlarının gereğini yapabildiklerini göstermiş.
Demek her şey ve her şeyin her şe’ni ve hususiyeti bir İlmi muhit ve muhtarın irade ve meşietiyle olur. İsterse olur, istemezse olmaz. İstediği olur, istemediği olmaz. Sebepler perde ve bahanelerdir. İsterse sebepsiz olarak’ta her şeyi halk eder. O İsterse esbap ve tabiat fıtratlarının gereğini yapamazlar, mânia olamazlar,Güneş yakmaz,su ıslatmaz,zehir tesir etmez.
Ümmi olan Resul-i Ekrem (ASM)’e geçmiş gelecek ulum ve fünunu bildirerek insaniyete rehber eder,üç aylık tahsili olan Bediüzzaman’ı İlim dünyasına ve insaniyete üstad eder.Resul-i Ekrem’in (ASM) parmaklarından su akıtır, Tekeden süt çıkartır, hapishanede olan üstada Camide namaz kıldırtır,, babasız İsa (AS) ı yaratır, en son bilim dünyasını şaşkına çeviren arsenik zehirinden canlı yaratır ve hakeza.
Hiç bir şey âdemden yokluktan, bir bilen ve bir isteyen ve onu yapmaya muktedir olan olmadığı sürece vücuda gelmez, gelemez. Gelse de bir kıymet ifade etmez. Zira bir şeye benzemez. Bir sanat ve hususiyet ve sıfat taşımaz.
Tesadüfen bir çöldeki kum fırtınası neticesi kum yığınlarında mükemmel bir saray olur mu? Olsa olsa bir kum tepesi olur. Veya bir hurda yığını bir fırtınanın esmesi neticesi Mercedes taksi olur mu? Olsa olsa daha karışık ikinci bir hurda yığını olur. Başkada bir şey olmaz.
İradesiz bir cilve, ihtiyarsız bir tezahür olamaz
Demek, gözümüzle gördüğümüz üzere bütün bu intizamlı işler, harika nizamlar, mizanlı mevcudat ve sanatlı mahlûkatın her birinin harika muayyen, münasip, muvafık sıfatları ve uygun hususiyetleri, özel şahsiyetleri bir kast, bir irade ve bir nihayetsiz hikmetten çıktığı aşikâre anlaşılıyor.
Demek bu kâinat sarayını, Sani’i bilerek yapmış ve irade ve ihtiyarıyla belli bir suret ve mahiyette zerratı ve mürekkebatı tanzim ve tefriş edip zinetlendirmiş. İlmi ezelisinin düsturlarıyla ve tükenmez hikmetinin kanunlarıyla, Rububiyyetinin, iradesinin sonsuz tecellileriyle, tayin etmiş olduğu asulleriyle kâinattan, mizanı kaza ve kaderiyle, karışık maddeleri süzerek hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeye şamil bir iradesi ile zihayata vücut ile hayat vermiş, kemalini ve cemalini onlarda göstermek istemiş.
Her şeye az çok, büyük küçük bir manevi kalıp, bir hususi ölçülü bir miktar ve özellikli vezifedar ve manidar bir sınır ve hudut içinde hakimane vücutlar ve kabiliyetler vererek mutlak bir İrade sahibi olduğunu göstermek irade etmiş.
Her şeyi evveliyatı ve neticesiyle ve hayatının devamını temin ederek irade anahtarıyla onları has bir mizanı nizamla açmış. Kâinattaki her şeyi istidatları ve kabiliyetleri üzerine inkişafa ve kemale meyil vermiş.
Bütün zerreleri kaleminin uçları hükmüne getirerek emir ve iradesinin onlara tayin ettiği vazifelerinde hizmetkâr etmiş.
Kısaca; her şeyin var oluşunda, mahiyetinde kendisine ait sıfat ve şuunatında mükemmel ve kusursuz sanat ve intizamla yaratılmaları ve mütecaviz kuvvetlerin, kâinattaki sonsuz faaliyetlerin had ve nizam altına alınarak hakimane hareket ettirilmesi gösteriyor ki; bir Sonsuz bir kudret sahibinin düsturlarıyla ve bir irade-i nafizenin kanunlarıyla tasarruf ediliyor.
Her şey; faydalı ve gayeli vazifelerde, ona göre vücutları, suretleri ve şekilleri tayin, teşhis edilip, hikmetli miktarda, hususi sıfatlarda yaratılıyor.
Ve madem intizam vermek, düzene bağlamak ve bilhassa faydalı gayeleri takib etmek ve maslahatları gözeterek bir intizam vermek, yalnız ilim ve hikmetle olur ve irade ve ihtiyar sıfatları ile olur.
Elbette ve her halde, kâinattaki harika hikmetli intizam ve bu gözümüz önündeki yerli yerinde ve faydalı çeşit çeşit sanatlı ve intizamlı mahlûkat, ap açık bir şekilde gösterir ve ilan eder ki; bu mevcudatın hâlıkı ve idare edicisi birdir, faildir, muhtardır. Her şey onun kudretiyle vücuda gelir, onun nihayetsiz iradesiyle birer özel hususiyet alır ve onun ihtiyarıyla intizamlı bir vücut ve suret giyer.
Hayatsız, İlimsiz, hikmetsiz, nafiz kudretsiz, meyilsiz, iradesiz, isteksiz, hevessiz arzusuz, mizansız ve muvazenesiz, kayıtsız ve hudutsuz, sıfatsız ve vasıfsız, faydasız ve maslahatsız, kör ve sağır ve âdem kuyusundaki hayali tesadüf yaratabilir mi?
Ey ölü ve ölülerden farklı hayat sahibi, gören, bilen, irade ve ihtiyar sahibi muhtar insanlar siz söyleyin.