Irak Üniversitelerindeki Said Nursi modeli

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof Dr. Gürbüz Aksoy, Kuzey Irak gözlemlerini Risale Haber’e anlattı

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber

Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof Dr. Gürbüz Aksoy Risale Haber'e konuştu:

SOSYAL PROBLEMLERE ÇARELER ÜRETMEK İSTİYORUZ

Mardin Artuklu Üniversitesinde göreve ne zaman başladınız. Artuklu Üniversitesi hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Üniversitemiz 28 Mayıs 2007’de 17 Üniversite ile beraber kurulmuştur. Rektörümüz bir yıldır görev yapmaktadır. Benim göreve başlamam 6 ay oldu, görev sürem bir yıldır. Üniversite, rektörümüzün atanmasıyla faaliyete başladı. O nedenle daha çiçeği burnunda sayılır.
Daha önce Dicle Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulları vardı. O okullarda okuyan 1200 öğrenci var. Bu okullar bize başladı ve yeni fakülteler açıldı. Hızla alt yapıyı oluşturarak bölgesel bir üniversite haline gelmesi için çaba sarf ediyoruz.

Üniversitemizin bünyesinde Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı henüz öğrenci alınmamış, alt yapısı oluşturuluyor. Fen Edebiyat Fakültesinin “Fen”ini attık “Edebiyat”ını kurmayı düşünüyoruz. Onun için izin istedik bekliyoruz. Ayrıca Mimarlık Mühendislik Fakültesinin de Mühendis kısmını terk ile sadece Mimarlık kısmını oluşturmayı planlıyoruz. Yani kurduğumuz fakülteleri vizyonumuza uygun seçiyoruz. Mardin’in tarihi bir şehir olması ve otantik yapısı itibariyle sosyal branşlara daha fazla ihtiyaç var. Zaten vizyonumuzda da bu husus vurgulanıyor. “Çağdaş, saygın ve özgün bir sosyal bilimler üniversitesi olarak, Ortadoğu’nun tarihi ve sosyo-kültürel mirasını yerelden evrensele taşımak.”

Son olaylar da bunun gerekli olduğunu gösterdi. Yörenin yapısı bunu gerektiriyor. Sosyal bilimler alanında yörenin tarihi kültürel mirasını yerelden evrensele taşımak istiyoruz. Ayrıca sosyal problemlere çareler üretmek istiyoruz.
Bu anlamda Sosyal Bilimler Enstitüsü kurduk. Bünyesinde Tarih, Türk Dili ve Edebiyatı, Felsefe, Psikoloji, Arkeoloji gibi bölümler açıldı. Bunları daha da genişletip sosyal branşlarda etkili bir üniversite olmayı hedefliyoruz.

 

SURİYE VE IRAK ÜNİVERSİTELERİ İLE İŞBİRLİĞİ

Basından takip ettiğimiz kadarıyla bir de Kürt Dili-Edebiyatı Bölümü kurma teşebbüsünüz var. O konuda bilgi verir misiniz?

Teşebbüsümüz var ama henüz açılmadı. Bizi buna cesaretlendiren şey hükümetimizin yöre ile ilgili açılımları, ülkede ve dünyada meydana gelen gelişmeler ve üniversitelerin en önemli görevlerinden birinin bu olduğu hakikatı oldu. Amacımız, yöredeki etnik çeşitliliğe ve zenginliğe vurgu yapmaktır. Ve onların kültürlerini yaşatmak, dillerini öğretmek ve o toplumların edebiyatlarını, psikolojilerini, felsefelerini ve tarihlerini bilimsel olarak ortaya koymaktır. Bunun için öncelikli olarak Kürt Dili ve Edebiyatının açılması gerektiği kanısına vardık.

YÖK’ün de bu konuda olumlu bakışı var. Bu bizim için çok önemli çünkü bu bölümü açmak için YÖK’ten izin almamız gerekiyor. Ama ondan önce bu işin zihinlerde çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Önce zihinlerden izin çıkmalı, toplumun ortak görüşü haline gelmeli ki, olsun.
Bunu kolaylaştırmak için bir plan yaptık. Öncelikle bölge üniversiteleri ile temasa geçtik. Bölgedeki, (Suriye ve Irak dahil) diğer üniversitelerle bir bölgesel Yüksek Öğrenim alanı oluşturmayı amaçlıyoruz.

YÖRESEL YÜKSEK ÖĞRENİM ALANI

Basına da aksetmişti bu durum. Sanırım bu anlamda karşılıklı ziyaretler gerçekleştirdiniz. Biraz da o görüşmelerden bahseder misiniz?


Evet onları ziyaret etmeden önce onları davet ettik. Dohuk Üniversitesinden, Selahaddin Üniversitesinden, Süleymaniye’den ve Kerkük Üniversitelerinden heyetler geldi. Şunu da belirtmeliyim, Dohuk Üniversitesi bize çok yakın, iki saat mesafede. Erbil’deki Selahaddin Üniversitesi de beş saat mesafede. Yani çok yakın. Bu üniversitelerden Rektör seviyesinde temsilciler gelmişti. Bunlarla görüşmelerimiz oldu daha sonra biz de iade-i ziyaret yaptık.

Üç kişilik bir heyet olarak gitmiştik. On gün kaldık, bu üniversitelerin hepsini dolaştık, görüşmelere orada da devam ettik. Bu ziyaretimizde hesapta olmayan Koya isminde bir üniversiteyi de ziyaret ettik. Süleymaniye kentine varmadan, Erbil ile Süleymaniye arasında bir yerde bulunuyor. Böylece Kuzey Irak Bölgesindeki tüm üniversiteleri gezmiş olduk. Kerkük siyasi idare olarak Bağdat’a bağlı ama diğer saydığım iller ise Yöresel Yönetime bağlı.
Bu ziyaretlerden amacımız Yöresel Bir Yüksek Öğrenim Alanı oluşturmak. Buna Suriye’de dahildir. Biz üniversite olarak buna öncülük etmek istiyoruz.

BİZ KÜRT DİLİ, ONLAR DA TÜRK DİLİ BÖLÜMÜ AÇIYOR

Bu üniversitelerle ne tür ortak çalışmalarınız olacak?


Öncelikle onlara vizyonumuzdan bahsettik. Bizim amacımız bu vizyona uygun sosyal branşlarda hizmet vermek ve bölgenin sosyo-kültürel yapısına katkı sağlamak. Bunu onlara da anlattık. Çok beğenildi. Güzel tepkiler aldık. Hatta bu konuda bize her türlü desteği vereceklerini söylediler.
Özellikle Kürt Dili ve Edebiyatı açacağımızı söyleyince çok memnun oldular. Mesela Dohuk Üniversitesinde Türk Dili Edebiyatı yoktu. Onlar “biz de onu açalım” dediler. Hatta “25 öğrenci gönderin tüm masraflarını biz üstleniyoruz, ders verecek öğretim üyeleriniz de dahil” dediler.

Biz de kendilerine “biz bu bölümü şartlı açmıyoruz, sizin buna benzer bölümleri açmanız elbette bizi memnun eder ama siz de açın diye açmıyoruz. Biz bunu bir ihtiyaçtan dolayı açıyoruz” dedik.
Bu konuda alt yapı çalışmalarımız devam ediyor. Literatürü takip ediyoruz gerekli bilgileri toplayacağız, ayrıca bu dersi verecek hocaları temin etmeye çalışıyoruz. Alt yapıyı oluşturduktan sonra da ilgili makamlara müracaat edip bu bölümü açmayı başaracağımızı umuyorum.



SINIRI GEÇTİKTEN DÜŞÜNCELERİMİZ DEĞİŞTİ

Bu durumda anlaşılıyor ki, Kuzey Irak bölgesindeki şehirlerin de hepsini gezmiş oldunuz. Gerek üniversiteleri ile ilgili, gerekse halkla ilgili intibalarınızı, gözlemlerinizi alabilir miyiz?


Gezimizin ağırlık kısmı üniversitelerdi o nedenle önce üniversitelerden bahsetmek istiyorum.
Doğrusu oralara gitmeden önce farklı düşünceler içindeydik. Özellikle güvenlik açısından endişeli idik. Her gün onlarca kötü haberin geldiği bir yere gidiyorduk. Fakat sınırı geçtikten sonra bu düşüncelerimizin yanlış olduğunu fark ettik. Karşımızda gayet güvenli bir ülke vardı. Hatta geceleri bile hiç endişe etmeden dolaşabiliyorduk. O nedenle halkla da temaslarımız oldu.
Üniversitelerinde en fazla ilgimizi ve dikkatimizi çeken nokta şu idi. Öğretim Üyelerinin hemen tamamına yakın kısmının en az dört dil bildiğini öğrendik. Her biri 10-15 yıl dış ülkelerde öğrenim yapmış olduklarını gördük. Yani, gerçek bilim adamları idiler. Her birinin birkaç yayınlanmış kitabı vardı. Bu yönleri bizi şaşırtmıştı.

Saddam döneminde bunların çoğu daha çocuk yaştayken mahkemelik olmuş hatta biri “iki satır şiir yazdım diye idamla yargılandım, o nedenle yurt dışına kaçmak zorunda kaldım” demişti. Yani bir kısmı yönetimin katı uygulaması nedeniyle uzun yıllar yurt dışında eğitim almak zorunda kalmış. Bu durum onların çok yönlü yetişmelerine neden olmuş. Bazıları Norveç’çe, Hollanda’ca biliyordu. İngilizce ve Arapça zaten temel dilleri idi

Yönetimin baskısından kaçıp Avrupa’da eğitim gören o kadar çok insanı var ki, bu kültür halka da aksetmişti. Yani, Avrupa da yaşadığım bir hali orada da gördüm. Mesela trafikte korna sesi duymuyorsunuz. Buna çok dikkat ediyorlar. Çok mecbur kalmadıkça çalmıyorlar. Araç kullananlar yayalara azami dikkat ediyorlar. Karşıdan karşıya geçecek insan gördüklerinde hemen yavaşlıyorlar. Yayaya öncelik tanıyorlar. Bizdeki gibi yayayı görünce hızlanmıyorlar. Hayatına kasteder gibi üzerine üzerine gitmiyorlar.

Bu durumu ben Almanya’da yaşadığımda görmüştüm bir de orada gördüm. Sanıyorum hocaların bu durumla ilgili gayet büyük tesiri var. Yani, hem Avrupa ahlakı hem de Osmanlı ahlakının bir sentezini orada müşahede ettim. Aslında Medeniyetin en önemli ölçülerinden biri budur. “Başkalarını rahatsız etmemek” prensibi orada fevkalade bir seviyede yaşanıyordu.
Mesela bununla ilgili bir hatıramı anlatmak istiyorum. Rektör ile birlikte kampüse girerken bekçi bizim kapıya yanaştığımızı fark etmedi. Ben bekledim ki, biz de olduğu gibi üst üste korna çalınacak ve bekçi hemen gelip açacak, bu arada bekçi azarlanacak diye. Fakat öyle olmadı. Şoför arabadan indi gitti bekçiyi uyardı ve bekçi de gelip özür dileyerek kapıyı açtı içeri girdik. Hiçbir azarlama da olmadı. Basit ama malum “kalite ayrıntılarda gizlidir” kaidesince önemli bir ipucu veriyor.

SÜRYANİ DİLİ VE EDEBİYATINI DA AÇACAĞIZ

Halktan Türkçe bilen var mıydı?


Üniversite hocaları en az dört dil biliyor. Halkı da çok farklı değil, Arapça, Kürtçe resmi dilleri ama İngilizce ve Türkçe bilenlerin sayısı hayli yüksek, bilimsel anlamda değil tabi karşılıklı anlaşabiliyor, meramınızı iletebiliyorsunuz. İngilizceyi daha iyi konuşuyorlar.
Orada bir de şunu fark ettim. Türkiye’de şöyle yaygın bir ifade vardır. O kadar öğrettiğimiz halde İngilizce konuşanların sayısı hayli düşük, özellikle esnaf hiç konuşamıyor. Halbuki burada konuşuluyor. Oysa orada verilen eğitim bizimkinden yüksek değil. Neden böyle oluyor? diye akla bir soru geliyor.

Ben bunu şöyle izah ediyorum. Orada farklı dillerin yaygın bir şekilde konuşuluyor olması veya her insanın en az iki dili bilmek zorunda olması diğer dilleri de kolay öğrenmelerini sağlıyor. Bir insan iki-üç dili öğrendikten sonra dördüncü dili artık çok kolay öğrenebiliyor. Onlarda Arapça, Kürtçe ve Türkçe öğrenmek adeta zorunluluk, zira tüm işlerini ya Türklerle ya da Araplarla yürütüyorlar. Bu iki dili öğrenmek durumundalar. Ayrıca İngilizceyi de öğrenmek istediklerinde kolaylık sağlıyor.

Ülkemizde böyle bir zorunluluk hissedilmiyor. Yani insanımız İngilizceyi öğrense de uygulama alanı bulamadığından bir müddet sonra unutabiliyor. Hem geçmişte devletin farklı dilleri bir şekilde yasaklamış olmasının da bu meselede etkisi fazladır diye düşünüyorum. O nedenle bizim de bu tür bir uygulamaya geçmemiz gerekiyor. Farklı dillerin yaygın bir şekilde konuşulmasını sağlamak için gerekli her türlü tedbiri ve kolaylığı sağlamamız gerekir diye düşünüyorum.
O nedenle biz üniversite olarak buna öncülük etmek istiyoruz. Bu anlamda ilk etapta Kürt Dili Edebiyatını açmak istiyoruz. Ardından yöremizde Süryani’ler de var. Onlar için de Süryani Dili ve Edebiyatını da açacağız. O da gündemimizde. Bunları yapmaktan çekinmemek gerekiyor. Bunlar kültürel zenginliğimizdir. Çoğulculuk, pür realite bunu gerektiriyor.

ALLAH KORKUSU HER ŞEYİN ÜSTÜNDE BİR TESİR MEYDANA GETİRİYOR

Mardin’le kıyasladığınızda yaşam standartları hangi seviyede biraz da ondan bahseder misiniz?


Emniyet meselesinde olduğu gibi bu meselede de şaşırdım diyebilirim. Yaşam standartlarını hayli yüksek gördüm. Üniversiteler zaten belli bir düzeyi yakalamış. Halkın da devlet tarafından hayli kollandığını gördüm. Her yetişkin insana maaş bağlanmış, yani bir evde birkaç kişi maaş alabiliyor. Hemen herkes memur yapılmış ama çalışma saatleri çok kısa her gün 09:00 ila 14:00 arası çalışıyorlar. Diğer zamanlar serbestler. O nedenle her memur ikinci bir iş yapabiliyor. Ticaretle uğraşabiliyor. Memur olması ticaret yapmasına veya başka bir işte çalışmasına engel değil. Yani her insan iki işte çalışıyor.
O nedenle orada insanların ekonomik açıdan fevkalade rahat yaşadıklarını gördüm.

Bir başka durum dikkatimi çekti o da şudur: Burada bizimki gibi her köşe başında bankamatikleri yok. O nedenle seyyar döviz borsaları var. Her köşe başında biri tezgah kurmuş, masa atmış ve üzerinde her çeşit döviz, desteler halinde, masanın üzeri dolu bir şekilde parayı götürüp orada bozduruyorsunuz.

Bu insanların diyelim ki, bir işi çıktı, tezgahın başından ayrılması gerekiyor, mesela lavaboya gitmesi gerekti veya namaz kılmaya gittiğini düşünelim. O tezgahı üzerinde paralarla birlikte öylece bırakıp gidebiliyor. İşini görüp geliyor. Bu ahlak sanırım Osmanlıdan kalma bir anlayış. Kimse dokunmuyor. Müthiş bir güven ortamı var. Sordum bu konuda ne tür yaptırımları var diye. Çok ağır bedeli varmış. Yani, o parayı oradan alıp götürene hayli ağır cezalar uygulanıyormuş. Ama sanırım bazı ülkelerde böyle bir şey yapılsa adam dönünceye kadar tüm paraların kaybolduğunu görür. En ağır cezalar bile etkilemiyor. İdamla yargılanacaklarını bilseler gene de o parayı orada bırakmaz alırlar. Orada bu durumun yaşanmıyor olması İslami ahlaktan kaynaklanıyor. Yani Allah korkusu her şeyin üstünde bir tesir meydana getiriyor ki, insanlar o paralara dokunmuyor.

HALK PKK’YI EN AZ BİZİM KADAR SEVMİYOR

Bir başka dikkatimi çeken husus, 2005’te Dohuk Üniversitesi 60 öğrenci alacağına dair bir talepte bulunmuş, devletimiz de bunu ilan etmiş ve o tarihte 60 öğrenci Diyarbakır’dan Dohuk Üniversitesine yerleştirilmiş. Bu öğrencilerden yirmisi daha sonra geri dönüyor okumuyor. Ama 40’ı okumaya devam ediyor. Bunlar Kürt kökenli vatandaşlarımız.
O öğrencilerden şöyle acı fakat biraz da sevindirici bir şikâyet aldım. “Hocam burada bizi dışlıyorlar” dediler. Nedenini sorduğumda, “bizim terör örgütü PKK ile bağlantımızın olduğunu düşünüyorlar. O nedenle bize soğuk davranıyorlar. Yirmi arkadaşımız da o yüzden okulu bırakmak zorunda kaldı” dediler. Bundan anladım ki, orada halk PKK terör örgütünü en az bizim kadar sevmiyor.

Yani, halkın bizim kendi problemimizle hiç ilgilenmediğini gördüm. Aksine tüm çabaları kendi geleceklerini düzeltmek, komşu ülkelerle dostluk bağlarını arttırmak ve kardeşçe yaşamaktı. Bizim mevcut konumumuza gayet saygılılar ve kabul ediyorlar. Bizimle her türlü ortak iş yapmaya da hazırlar. Bunu her fırsatta dile getiriyorlardı. Hatta “her emrinize hazırız” der gibi bir halleri vardı. Yani, “neyi nasıl istiyorsanız biz öyle yapmaya hazırız” der gibi bir halleri vardı.
Barış ve hoşgörü ortamını sağlamak için her şeyi yapmaya hazırlar. Ama bu şu demek değildir; “biz sert olursak ve onlara kabul etmeyecekleri bir teklifte bulunursak onu da yaparlar.” Karşılıklı çıkar ilişkileri içinde her türlü kolaylığı göstermeye hazır olduklarını ifade ediyorlardı.
Özellikle Üniversiteleri bu anlamda çok sıcak yaklaşım içindeydiler. Her türlü anlaşma ve işbirliğine hazır olduklarını göstermeye çalışıyorlardı.



KOMŞULARIMIZLA ARAMIZA KISA BİR AYRILIK GİRMİŞTİ

Karşılıklı öğrenci alışverişi oluyor mu? Yani, sizin üniversitenizde okuyan Kuzey Iraklı öğrenci var mı?


Henüz yok ama bu ilişkileri geliştirirsek yakın gelecekte karşılıklı öğrenci alımları da başlayacaktır. Önce bilimsel çalışmalarda ortak projeler yürütmeyi düşünüyoruz. Bilim adamlarının gidip gelmesini sağlamış olacağız. Daha sonra onlara Türk Dili ile Tarih derslerinde hoca desteğimiz olabilir. Biz burada Kürt Dili Edebiyatını açarsak onlardan öğretim üyesi seviyesinde destek alacağız.
Şu anda tanışma aşamasındayız. Daha yeni tanıştık. İlişkilerimiz geliştikçe işbirliği yapma imkânlarımız artacaktır. Aslında biz birbirimizi yüzyıllardır tanıyoruz. Ama kısa bir ayrılıktan sonra şimdi yeniden tanışma ve kaynaşma gibi bir durum söz konusu. Bu durum bundan sonra hız kazanarak devam edecek. Ortak bilimsel etkinliklerimiz olacak, birlikte kongreler yapacağız, sempozyumlar düzenleyeceğiz, karşılıklı seminerler vereceğiz.

Özetle; bugün Avrupa’da uygulanan -ki Türkiye de bu sisteme dahildir- “Yüksek Öğrenim Alanı” sistemini, kendi bölgemizde uygulamaya çalışacağız. Yani belli bir bölge içinde bulunan üniversitelerin oluşturduğu “yüksek öğrenim alanını” burada da tatbik edeceğiz.

MÜSLÜMAN, HIRİSTİYAN, TÜRK, KÜRT, ARAP HOŞGÖRÜ İÇİNDE YAŞIYOR

Eğitim seviyesi ne durumda, yani sizin bu projenize ayak uydurabilecekler mi?


O konuda da şaşırtıcı bir durumla karşılaştım diyebilirim. Onların eğitim seviyesi sanıldığı gibi değil hayli yüksek belki de kıyaslansa bizim daha çok ihtiyacımızın olduğu ortaya çıkacaktır. Yani bölgesel olarak bizden iyiler diyebilirim. Çünkü, onlar geçmişte yaşadıkları baskı nedeniyle bir şekilde dünyaya açılmak zorunda kalmışlar. Daha önce de belirttiğim gibi her bilim adamı en az 10-15 yıl Avrupa’da eğitim almış.
Mesela, Türkiye’de daha yeni yeni uygulamaya konan “Erasmus” sistemini onların uygulamakta olduklarını gördüm. Üniversitelerin kendi aralarında öğrenci ve öğretim üyesi alışverişini çok önceden uygulamaya koymuş olduklarına şahit oldum. Dünya ve Avrupa ile hayli ileri seviyede bir ilişki içindeler.
Bizde bu sistem daha yeni yeni gelişiyor. Hatta bir çok üniversitemiz henüz uygulamaya dahi geçmiş değil. O nedenle bu sistemi kurmaya bizim daha fazla ihtiyacımız var. Daha öncede belirttiğim gibi ekonomik açıdan da bizden iyiler.

Şehirleşme açısından da çok güzel gelişmeler gördüm. Özellikle Erbil dikkatimi çekti. Modern bir şehir görüntüsü veriyordu. Şehir planlaması çok güzel yapılmıştı. Ortada Ebil Kalesi, yani Erbil Kalesi merkeze konmuş, şehir onun etrafında dairesel olarak gelişiyor. Yollar ona göre düzenlenmiş. Dairesel yollar yapılmış, 30 metre genişliğinde 40 metre genişliğinde, 50-60 metre genişliğinde hatta en son 100-120 metrelik caddeler yapıldığını gördüm. Kenar mahallelerden geçen daireler şeklinde, bir de bunları merkeze bağlayan dikey yollar yapılmış, yani örümcek ağı gibi bir yol ağı ile örülmüş.
Bir de hedefleri vardı. “Geleceğin Dubai’si” olacağız diyorlardı. Ben de onlara “böyle giderse kesinlikle olursunuz” dedim. Erbil böyle bir şehir olmaya aday.

Ama üzülerek ifade etmeliyim ki, Kerkük’te böyle bir gelişme yoktu. Kerkük’ün farklı siyasi bir durumu var. Henüz Amerikalıların yönetiminden çıkmış değil. O nedenle çok bakımsız bir halde bulunuyor. Belediye hizmetleri sıfıra yakın seyrediyor. Orası yönetim olarak Bağdat’a bağlı bir şehir. Ama insanların yüzleri her şeye rağmen gülüyordu. Hoşgörü içinde yaşamayı öğrenmişler. Müslüman, Hıristiyan, Türk, Kürt, Arap birlikte yaşamayı beceren bir toplum görüntüsü vardı.
Aslında bütün Irak böyle halklar arasında etnisite ayırımı yaşanmıyor. Genel olarak insanlar hoşgörü sahibi.

ÖĞRENCİ ALIŞVERİŞİ İŞ YAPMA HUSUSUNDA TEŞVİK EDER

Üniversitelerle anlaşmanız yazılı hale geldi mi?


Evet bu arada biz bir takım protokoller de imzaladık karşılıklı. Dohuk Üniversitesi Rektörü geldi. İki üniversitenin karşılıklı yapacağı çalışmalarla ilgili olarak hazırlamış olduğumuz protokolü imzalamış oldu. Bu sayede bundan sonra öğrenci gidiş gelişleri, öğretim üyesi alış verişi, Türk Dili, Kürt Dili, Tarih alanlarında ortak çalışmalar yapılacak. Bu sayede bilimsel etkinlikler de yapma imkanımız olacak.
Şu anda alt yapıyı oluşturuyoruz ve yetkili mercilerin onayına sunmak için rapor hazırlama aşamasındayız. Tamamlayıp onaylattıktan sonra uygulamaya koyacağız. Bu işin en önemli ayağı karşılıklı öğrenci alışverişidir. Öğrenci bizi karşılıklı iş yapma hususunda hem teşvik eder, hem de motive eder.

Aslında Kuzey Irak’ta bu anlamda büyük bir potansiyel de var. Biz bu açılımı sağlarsak oradan bol miktarda öğrencinin gelip bizim üniversitelerimizde okumalarını sağlayabiliriz. Bu aynı zamanda büyük bir ekonomik geliri demektir. İleri tarihlerde bunların hepsi gerçekleşecek veya en azından ben öyle olmasını umuyorum.

KENDİMİZİ YABANCI HİSSETMEDİK

Kuzey Irak’ta bol miktarda Türk firmalarının iş yaptıklarını duyuyoruz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?


Kuzey Irak’ı Türk işadamları inşa ediyor desek abartmış olmayız. Şu anda 600’e yakın inşaat firması fiilen orada iş yapıyor. Ticaret hacmi de hayli gelişmiş. Türk mallarına ayrı bir önem veriyorlar. Kıymetli görüyorlar. Çok kaliteli buluyorlar. Hiç çekinmeden alıyorlar.

Türk üretimi Klimasından, Türk kahvesine kadar her şeyi bulabilirsiniz. Hem her şey var. Süpermarketlerde gördüğümüz her türlü malı onların marketlerinde de görmek mümkün. Mobilyasından beyaz eşyasına kadar her şey vardı. Orayı Türkiye’nin bir parçası gibi gördük. Kendimizi yabancı hissetmedik. Sanki kendi ülkemizde dolaşıyorduk.

KUZEY IRAK’TA BEDİÜZZAMAN MODELİ UYGULANIYOR

Üniversiteleri bilim dili olarak hangi dili veya dilleri kullanıyor? Bizdeki gibi tek dille mi eğitim yapılıyor yoksa branşlara göre farklılık gösteriyor mu?


Bizdeki gibi tek dille eğitim yapmıyorlar. Branşlara göre ayırmışlar. Bazı bölümler Kürtçe eğitim yaparken bazı bölümler Arapça, bir kısım bölümleri de İngilizce eğitim yapıyor. Yani Arapça, Kürtçe, İngilizce karışımı bir eğitim veriliyor.

Bediüzzaman Said Nursi’nin yıllar önce önerdiği eğitim projesinde olduğu gibi. Bediüzzaman; “Üniversitede Arapçanın din bilimleri açısından vacip (yani ana dil), Türkçe’nin resmi dil olarak lazım olduğunu, ama Kürtçe ve diğer yabancı dillerin de caiz olduğunu” demişti. Aynen bu sistem orada uygulanıyor. Hiç komplekse girmiyorlar. Yani bilimin gereğini yerine getiriyorlar.

Ulasalcılık öne çıkmıyor. Bilim ne diyorsa o uygulanıyor. Mesela, tıp ve fen bilimleri İngilizce, hukuk fakültesinde Arapça, sosyal alanlarda da Kürtçe eğitim yapılıyor. Bu bilgiyi Selahattin Üniversitesinden aldık. Bu durumda aynı kampüste farklı dil bilen öğrenciler bir arada bu dilleri birbirlerine de öğretmiş oluyorlar. Dolayısıyla her öğrenci birkaç dili birden öğrenme imkânına sahip olabiliyor.

ÖĞRENCİLER KENDİLERİNE UYGUN ÜNİVERSİTE BULABİLİYOR

Peki, Türkiye’deki gibi üniversite önünde bekleyen milyonlar var mı? Üniversiteye giriş nasıl oluyor?


Orada da bizimki gibi bir sınav yapılıyor. Öğrencilerin seviyesinin belirlenmesi için. Üniversiteler bu puanlara göre öğrenci kabul ediyor. Mesela tıp dalındaki üniversiteler 100 üzerinde 90 ve üzeri alanları kabul ediyor. Mühendislikler biraz daha düşüyor. Sosyal bilimler biraz daha farklı puanlarla öğrenci kabul edebiliyor.

Bizden farklı olan tarafları okumak isteyen her öğrenci mutlaka kendi seviyesine göre bir üniversite bulabiliyor. Yeterli sayıda üniversite var. Aldığım bilgilere göre ilk defa bu yıl 6 bin öğrenci açıkta kalmış girememiş. Önceki yıllar üniversite okumak isteyen her öğrenci kendine göre bir yer buluyormuş. Bundan sonra bu sayı artabilir. Ama ona göre de şimdiden tedbir almaya başlamışlar.

TÜRK-KÜRT KARDEŞLİK DERNEĞİ

Okuma yazma oranı hakkında bilginiz var mı?


Okur yazar oranının hayli yüksek olduğunu öğrendim. Özellikle kadınlar arasında fevkalade yüksek bir oranda seyrediyor.
Ayrıca orada her hangi bir yasakla da karşılaşmıyorsunuz. Başörtülü, başıaçık ayırımı diye bir şey söz konusu değil. Genellikle orada Hıristiyan kızlar açık dolaşıyormuş. Müslümanlar ise örtülü, bir kısmı geleneksel örtünme. Bir çoğu da dini vecibe olduğu için örtüyor. Ama dostça bir ortamda eğitim görüyorlar.

Ben orada Kürt Dili Edebiyatı dersine katıldım. Derslerini dinledim. Bu davranışımdan dolayı çok memnun oldular. Girdiğim sınıf karma idi, erkek kadın karışık idi, bir kısmı da açık idi.
Bir de kütüphanelerini ve yayın evlerini ziyaret ettik. Sivil toplum bilincinin de geliştiğini gördüm. Mesela “Türk-Kürt Kardeşlik Derneği” kurmuşlardı. Yani her türlü dernekleri vardı bu isimde bir dernek bile kurmuşlardı.

KÜLTÜR BAKANI RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINI İSTEDİ

Türklerin kurduğu bir üniversite var mı?


Evet. Işık Koleji ve Üniversitesi adı altında özel bir üniversite vardı. Bu üniversite Erbil’de kurulmuş. Gayet modern bir üniversite. Yüz dönümlük bir arazi üzerinde kurulmuş. İlköğretim, ortaöğretim ve üniversite eğitimi veriyor. Seviyesi gayet yüksek o nedenle bakan ve bürokratları, elit tabakası orayı tercih ediyor. Çocuklarını oraya gönderiyorlar diye öğrendim. Eğitim dili de Türkçe.

Ayrıca orada edindiğim bir bilgiyi de sizinle paylaşmak istiyorum. Bölgenin kültür bakanının bu üniversiteden Bediüzzaman Said Nursi’nin telif ettiği Risale-i Nurların Arapçaya çevrilmiş Külliyatını istemiş olduğunu öğrendik. Biz oradayken bunu temin edip göndermeye çalışıyorlardı.
Üniversite henüz yeni kurulmuş hazırlık sınıfını oluşturmuşlar. 200 civarında öğrencileri vardı. Bu yıl İngilizce öğretiyorlar. Sanırım gelecek yıldan itibaren diş hekimliği bölümünü açacaklar. Daha sonra farklı bölümlerle devam edeceklerdi.

Röportaj Haberleri