Röportaj: Abdurrahman Iraz-RisaleHaber
İran’da ilk defa düzenlenen Bediüzzaman sempozyumuna katılan Ali Katıöz hoca, beraberinde Mehmet Fırıncı ağabeyle birlikte gözlemlerini aktardı.
Sempozyumu kim düzenledi?
Ali Katıöz: İran Kültür Bakanlığı istiyor ve Tahran Üniversitesi İstanbul İlim Kültür Vakfının katkılarıyla gerçekleştiriyor.
Kimler katıldı?
Türkiye’den katılan heyetin başında Mehmet Fırıncı ağabeyimiz var. Yine Risale-i Nur’u Arapçaya tercüme eden İhsan Kasım El Salihi, Prof. Dr. Faris Kaya, Prof. Dr. Bünyamin Duran, Ahmet Kayacık, Neşet Toku, Niyazi Beki vardı.
İRAN GENÇLİĞİ GİTTİ GİDİYOR
Sempozyum fikri nasıl ortaya çıktı?
Onun şöyle bir mukaddimesi var. İran’dan bizim İstanbul’da düzenlediğimiz sempozyumlarımıza münferit olarak katılan ilim adamları vardı. Ama 2010’daki sempozyuma hem Meşhet Üniversitesinden hem de Tahran Üniversitesinden 15 kişi geldiler. Ciddi bir alaka oldu. Sonra memleketlerine döndüler, bizlerle irtibat kurdular. “İran’da da böyle bir şey yapabilir miyiz?” dediler. Bir başlangıç olması hasebiyle, geçen sene İhsan Kasım abi, Faris Bey, Ahmet Kayacık dört kişi bir ön araştırma gibi “gidelim bir görelim nasıl olur” diye gittik. Evvela Meşhet’e indik, orada birkaç gün kaldık. Üniversiteye gittik ilim adamları ve profesörlerle görüştük, baktık çok sıcak bir karşılama var, muhabbet var, ilgi var. Dokuz üniversitede toplantılar yaptık. Ali Şeriati’nin kızını, oğlunu, babasını ofisinde ziyaret ettik. Kum şehrine gittik orada görüşmeler yaptık. Mollaların da sosyal bilimcilerin söylediği tek şey var; İran gençliği gitti gidiyor. Yani onların söylemek isteyip de söyleyemedikleri bir şey vardı; Biz araştırma yaptık, Türkiye’de Nur cemaati, bilhassa gençler aksine baskı olduğu halde okuluna, çevresine rağmen İslamiyete ve dine sarılıyorlar, biz burada böyle bir şey yapabilir miyiz? Konu bu.
HİÇBİR DEVLET, HÜKÜMET RİSALE-İ NUR’DAN RAHATSIZ OLMAZ
Yani biz gençliğimize artık sahip çıkamıyoruz diyorlar?
TAHRAN REKTÖRÜ: NASIL OLUYOR DA TÜRKİYE’DE GENÇLER DİNE SARILIYOR?
Bütün dünyada Risale-i Nur programları yapılıyordu ama İran’da ilk defa oldu…
Kapalı bir rejim. Tahran Üniversitesinin rektörü Abdulkerim, dedi ki; “biz konsolosluğumuz vasıtasıyla Türkiye’deki bu gençlik nasıl imana Kur’an’a sarılıyor, biliyoruz Türkiye’de din konusunda gençlere ve dindarlara baskılar yapılıyor, buna rağmen seve seve nasıl bunlar dine sarılıyorlar diye araştırmalar yaptık ve bütün cemaatleri araştırdık, neticede baktık ki Nur talebeleri bunların istikametli yolu bize çok uygundur. Şimdi sadece öğrenciye, gençlere, ilim adamlarına değil halka Risale-i Nur’u nasıl mal ederiz, bunun için bu sempozyumu yapıyoruz. Şimdi bu sempozyumu bütün televizyonlar, gazeteler verecekler” dedi.
Türkiye’de bile ulusal kanlar ve gazeteler verdi…
Mihmandarınız kim resmi olarak?
İran Kültür Bakanlığı. Bizi otele yerleştirdiler, masraflar onlara ait, bize ait bir şey yok. Yani işimiz gayet kolaydı Elhamdülillah. orada tabi yol bilmiyoruz, iz bilmiyoruz. Aşağı yukarı takriben 130 kilometre civarında Kum şehri. Tahran’dan oraya geldik. Yeni kurulmuş olan eskiden Takribul Mezahip, yani mezhepleri birbirine yaklaştırma cemiyeti var. Ben bu Takribul Mezahibin davetlisi olarak birkaç defa Mekke-i Mükerreme’de Nur talebelerini de yanıma alarak, hatta onların isimlerini Ali, Hasan ,Hüseyin, Haydar olanlarını da seçerek katıldım. Kendileriyle bu meseleyi yani mezhepler nasıl yakınlaşır, onlarda çok rahatsız olanlar var, mutaassıp olanlar var, körü körüne gidenler var. Koca bir devlet, herkes her şeyden memnun değil. Hatta hükümetlerinin icraatlarından herkes yüzde yüz memnun değil. Benim bir tecrübem vardı bu Takribül Mezahiple daha önce iki üç toplantılarına katıldım, şimdi bu cemiyet yeni Üniversite olmuş. Henüz daha yüz hocası var. Bin tane talebesi var.
Programı, tüzükleri var, İbrahimi ve gayri İbrahimi olan dinleri araştıran bir bölüm var. Yani Ehli kitap ama aynı zamanda da Budistini vesiresini hepsini hatta İran’ın eski dinlerini araştıran bir bölüm. Burada İngilizce, Arapça mecburi dil, resmi olarak Farisice konuşuluyor. Misyon olarak “insanlar arasında birlik ve beraberlik ve barışı temin etmektir, din farkı gözetmeden” belirlemişler. Bu bize çok uyan bir şey. Hatta o diyalog meselesinde bizi tenkit eden insanlar var, bunları konuştuk. Peygamberin (asm) atına, devesine binip de bütün gittiği kabileler Müslüman değildi ki. Ya putperestti, ya Hıristiyandı ya Yahudiydi.
BEDİÜZZAMAN’IN TALEBESİ HATIRALARDAN ANLATSIN
Daha sonra Hadis Üniversitesine geçtik. Orada en güzel şey şu oldu: Tabi yine toplantı salonu var, herkesin önünde mikrofonu var, küçük bir seminer gibi, amacımız orada fikirlerimizi anlatmak, onların bizden istekleri nedir bunu konuşmak. Bir kaç tane profesör vardı. Biz tabi kendimizi anlatırken “Üstad Hazretlerinin talebesi Mehmet Fırıncı ağabeyimiz, bizim yanımızda, başımızda” deyince hemen orada bir 55 yaşlarında uzun boylu bir profesör hemen dedi “Bize Üstaddan bir hatıra anlatsın.” Fırıncı abi de orada gayet güzel hatıralar anlattı.
Mehmet Fırıncı: Ben de düşündüm bir anda ne anlatayım. Üstad Hazretleri, muhtelif zamanlarda üç beş ay arayla gittiğimde her defasında çeşitli şeyler konuşulurken arada “Kardeşim Muhammed ben bir tek insanın imanının kurtulması için cehenneme girmeye razı olmuşum” dedi. Allah Allah bu nasıl bir fedakarlık diye bir iç geçirdim. İki üç ay sonra gittiğimde gene aynı şeyi söyledi. Fesübhanallah dedim. Üçüncüde yine... -Tabi bir sene içerisinde oldu bu- gene böyle söyleyince benim içimden müthiş bir itiraz oluştu... Bu kadar işkenceler, ızdıraplarla hayat geçiren ve iman hizmeti yolunda ömrünü feda eden bir zat bir de kalkıp şimdi ebediyen cehenneme girecek olur mu bu yani, nasıl buna gönül razı olabilir, diye içimden geçirdim. Üstad böyle yaslanmış vaziyetteydi; “ebedi değil, hani bir günahdan dolayı cehenneme girecek sonra cennete girecek o şekilde” dedi.
ÜSTADIN TALEBELERİYLE GÖRÜŞTÜM, ÜSTADA MEKTUP YAZDIM
Salon kalabalık mıydı?
Onlar kalabalıktı. Onların ilim adamları geldi. Yine orada çok harika bir şey oldu. İnşallah o konuda yeni bir araştırma yapmamız lazım. Yaşlı biri geldi. Hüsrev Şahi diye 75-80 yaşlarında var. Baktık, Üstada karşı aşırı hürmeti, sevgisi olan bir insan, orada ona hürmet gösterdiler, hem dediler ki, “Üstadı bize tanıtan şahıs budur.” Sonra ona bir konuşma hakkı verildi. O dedi ki: “Ben Türkiye’ye çok gittim geldim, Üstadın talebeleriyle görüştüm, Üstada mektup yazdım. Üstad da bana talebeleri vasıtasıyla cevap verdi.” Mektubun altında Urfa Nur talebeleri Kemalettin abi, Abdullah Yeğin abi, bir de Ekrem kardeş -Allah rahmet eylesin öldü- onlar yazmışlar. Güzel bir yazı. Herkesin okuyacağı bir yazı. Biz Farisi bilmiyoruz demişler orada onun için Türkçe yazıyoruz ve orada da Üstad Hazretlerinin onun gönderdiği mektuplardan ve yazılardan çok memnun olduğunu, Üstadın selam söylediğini, İran için dua ettiğini, o mektupta yazıyor görürsünüz. O zat bunları anlattı, ben baktım,1959 tarihli ağabeylerin yazdığı mektup. Üstad hayatta.
Ama Hüsrev Şahi’nin gelişi zannedersem 1955’lerde olmuş.
Türkiye’ye?
Evet. Türkiye’ye çeşitli zamanlarda gelmiş. Toplantılara katılmış. Abdullah Yeğin abiyi yakın bir zamanda ziyaret etmiş. Hemen çıkardı cevşeni gösterdi. Dedi: “bakın Abdullah abi bana yazılı olarak bu cevşeni hediye etti.” Sungur abi ile beraber fotoğrafı vardı. Çünkü Sungur abi ile aynı yaşlarda. Genç fotoğraf.
(Devam edecek)