Geçenlerde Dubai’nin borçlarını ödeyememesi dolayısıyla Abu Dabi’den borç aldığı, ancak buna rağmen iflâs tehlikesinin ortadan kalkmadığı ile ilgili haberler yer aldı medyada. Hakkında sürekli dünyanın ‘en’leri üzerine haberler okuduğumuz Dubai bu sefer ters yönde bir ‘en’le çıktı karşımıza.
Kimine göre ‘İslâmî modernite’ nin merkezidir Dubai, kimine göreyse ‘yeni İrem’. Sizin için ne ifade ediyor bilemiyorum, ama benim için, küresel görgüsüzlüğün başşehridir. Sınır tanımayan tüketim anlayışının zirve yaptığı yerdir.
Dubai denince benim aklıma, şatafatın, ölçüsüz tüketimin, sefahatin, gösterişin ön planda olduğu sonradan görme bir kültürsüzlük gelir. Üçkâğıt ekonomisi gelir. Üç kuruş paraya köle gibi çalıştırılan ve çalışma şartlarının kötülüğünden ötürü yüzlercesi intihar eden Hintli, Filipinli işçiler gelir. Deniz üzerine kurulmuş yapay adalar, göğü delmeye çalışan gökdelenler gelir. Özellikle gökdelenlerin altında yatan mânâya dikkat etmek gerekir.
”Nedir gökdelen! Firavun’dan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi! Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istilâ eden zihniyet sembolü mü? Evet, o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilâh tanımayan kanunu geçer.”1
Dubai’nin resimlerine baktığınızda hiç cami görebiliyor musunuz? Her şeyin en büyüğünü, en lüksünü yapanlar neden göz önünde bir cami yapmayı düşünemediler acaba? Arazileri gökdelenler için ayırmak daha mı kârlı geldi? Ya da hayatın merkezinde dinin yerini paranın almasının neticesinde camilerin yerini gökdelenler mi aldı?
“Son yatacağı yer iki avuç topraktan ibaret olan kişiye de ki: Sarayını, çardağını göklere kadar yüceltmeye ne hâcet var?” der Hafız-ı Şirâzî. İnsanlığın enesinin bir nev'î tezahürüdür gökdelenler. Kur’ân’da ‘şehirler içinde bir benzerinin yaratılmadığı’ söylenen İrem şehrinde, yaptıkları yüksek sütunlu evlerine ve refahlarına güvenerek “Bizden daha güçlü kim var?” diye gururlanan Ad kavminin hissiyâtının bir nev'î modern zamanlardaki karşılığıdır. Gökdelenler merkezi Dubai’nin ‘yeni İrem’ olarak da tanımlanması bu noktada bana çok manidar gelir.
Dubai mu'cizesi şimdilerde Dubai faciasına dönüşüyor. Ancak asıl facia, Dubai’nin iflâsı değildir. İnsanlığa öğrettiği sefahat ve lüks hayat anlayışının zihinlerde oluşturduğu tahribattır asıl facia olan. Dubai’nin bence en büyük hatası, insanlığı lükse alıştıran, nefsin iştahını açan zevk merkezli hayat tarzını dünyanın, özellikle de İslâm dünyasının gözüne sokmasıdır.
Bediüzzaman, “Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur”2 der. Ekser İslâm aç iken, ultra-lüks siteler, villalar yapılamaz, gökdelenler yarışına girilemez, çölde jiplere takla attırarak eğlenceler düzenlenemez, bir iki günlük tatiller için servetler feda edilemez.
Ancak ne yazık ki, yıllardır, ülkemizde de, nelere mal olduğu çok düşünülmeden, finans, eğlence ve turizm merkezli Dubai modeli, İslâmî gelişmeye örnek olarak gösterilmekteydi. Basında kısa bir tarama yaparsanız muhafazakâr basında da Dubai’ye ne övgüler dizildiğini, "Dubai’nin yarattığı mucizelerin(!)" nasıl ballandırılarak anlatıldığını, hatta ‘İslâmî modernite’nin simgesi olarak tanımlandığını göreceksiniz. İstanbul’un Avrupa yakasında Maslak’ı gökdelenlerle doldurduktan sonra Anadolu yakasında da Ataşehir’de boş kalan son araziye gökdelenleri dikip orayı bir finans merkezi hâline getirme planından, İETT arazisine burgulu Dubai kulesi dikilmesine, Marmara kıyılarına yapay adalar inşâ etme planından, turizm adına her türlü değerden vazgeçecek kararlara imza atılmasına kadar birçok örnek bizim yöneticilerimiz tarafından da model olarak alınan Dubai görgüsüzlüğünün İstanbul’a taşınma çabalarını göstermekte. Muhafazakâr kesimden hiç kimse de, ‘Allah’a savaş açmak anlamına gelen faizci finansın merkezi olmanın ne anlamı var?’ diye sorgulamıyor. Tıpkı on-onbeş yıllık sonradan görme Dubai görgüsüzlüğünün, üç bin yıllık tarihin ve kültürün beşiği İstanbul’a giydirilmeye çalışılmasının sorgulanmadığı gibi. Bu tür meselelere itirazın dindar kesimden değil de sosyalist kesimlerden geliyor olması da, dindar kesim açısından önemli bir vebaldir kanaatindeyim.
Eski bir İran masalında anlatılır: Fakir bir adamın gözyaşları inciye dönüşüyormuş. Birgün bakmışlar ki, adamın elinde kanlı bir bıçak, karısını öldürmüş, inciden bir tepenin üzerinde ağlıyor. Zengin olmak için böyle bir bedel ödemiş. Jiplerde tur atan başörtülülere, dindar kesimin ultra-lüks sitelerine, ‘tesettür otelleri’ndeki gösterişe, hatta cami önündeki ayakkabıların markalarına bakıp, “Bizimkiler de zenginleşiyor” diye sevinenler, bu zenginleşmenin bedelini hiç sorguladılar mı? İncileri elde etmek uğruna acaba hangi değerlerimizi öldürüyoruz?
Dubai masalının sona ermesi, bizler için sanal ve gayr-i meşrû parayla zengin olma rüyasından uyanıp, kanaat ahlâkına dönmemiz için bir başlangıç ve fırsat olabilir. Çünkü artık masal bitmiştir. Dubai iflâstan kurtulacaktır belki. Ama artık büyü bozulmuştur. Bundan sonra İstanbul’un, İzmir’in Dubai olması gerektiği savunulamayacaktır. Müslüman ülkelere, ‘Dubai gibi olun’ denemeyecektir. Dense de anlamı olmayacaktır. Zira şimdi, küresel kapitalizmin sanal cennetinin boş gökdelenlerine çarpan rüzgâr eski bir şarkıyı söylüyor:
Kapat kapat perdeleri,
Bu komedi oyun bitti.
Dipnotlar:
1- Huzursuz Bacak, s. 118, Mustafa Kutlu, Dergâh Yayınları.
2- Hutbe-i Şamiye, s. 133, Yeni Asya Neşriyat.