Medya Derneği ile Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi bir süre önce işbirliği yaparak, "Değişim Sürecinde Medya" başlıklı bir seminerler dizisi organize etti.
Üniversitenin Zeytinburnu kampusunda yapılan seminerler geçen cumartesi günü sertifika dağıtımı ile sona erdi.
Konuşmalardan birini de ben yaptım. Genç meslektaşlara, aslında çok kapsamlı olan "Medya ve Demokrasi" konusunda örnekler verdim.
Bunlardan biri, PKK komutanlarından Murat Karayılan ile yapılmış bir röportajın yayınlanıp yayınlanmayacağı tartışmasıydı...
***
Benim fikrim net: Karayılan röportajı yayınlanır. Yayınlanması fevkalade yararlıdır.
Çünkü toplumu meydana getiren aktörler (bireyler, zümreler, sınıflar) neye karşı çıktıklarını, neyi desteklediklerini sarih biçimde bilmelidir. Böylece çeşitli sorunlar karşısında daha akılcı kararlar vereceklerdir.
İfade özgürlüğü sayesinde kimin ne dediğini anlarız. İnsanların kısıtlamalar yüzünden "karından konuşmaları", lafı dolaştırmaları, iki yüzlülük yapmaları gerekmez.
İşte bu yüzden Karayılan röportajı mutlaka yayınlanmalıdır. Tartışılması gereken nokta bunun "şeklidir".
Bence bu tip röportajlar mümkün olduğunca "soğuk" bir edayla sunulmalı. Aksi halde hüsrana uğranabilir. Örnek taze: Murat Karayılan mektubunda, "Biz savaşa âşık değiliz" diyordu. Meğer o mektup yazılırken, Karayılan ve arkadaşları Çukurca saldırısına hazırlanıyormuş.
Karayılan'ın tipi, TV dizlerinde, "sempatik, babacan, anlayışlı" bir dayıyı canlandırmaya uygun. Ama bu olay onun bir "yalancı" olduğunu da apaçık gösterdi.
Halbuki Karayılan'ın mektubu ya da röportajı yayınlanmasa, bazıları onu, "mert bir savaşçı" sanabilirdi.
***
Bu konuya niye mi değindim?
Bildiğiniz gibi Van-Erciş depremini, PKK'ya ve onu destekleyen Kürtlere bağlayanlar oldu.
Bir spiker, "Her ne kadar Van'da olsa da acımız büyük" derken...
Bir başkası, "Her fırsatta küçücük çocuklar tarafından taş attırılan polisler, olay yerine gelip ilk müdahale edenlerdi. Onlara taş atanların da elleri kırılsın. Canımız istediğinde kuş avlar gibi taş atıyoruz. Dağlarda vuruyoruz. Sonra bir şey olunca da asker gelsin, polis gelsin diyoruz. Kuş avlar gibi avlamayalım bunları. O kadar kolay değil. Herkes haddini bilecek..." dedi.
İnternette, özellikle twitter'da yazılanlar ise "ırkçılık" ve "nefret" açısından bu sözlerin çok daha ilerisindeydi.
"Ağlama sırası onlarda", "Beter olsunlar" gibi yüz kızartıcı laflar okuduk.
***
Peki kötü mü oldu?
Hayır! Sonuç çok iyi oldu...
Örneğin bazen milliyetçilikte aşırıya gittiği düşünülen MHP lideri Devlet Bahçeli, "Bu yaklaşımlar büyük bir densizlik ve soysuzluktur" diye gürledi.
Başbakan Erdoğan da kırgın ve kızgındı: "...Ayrımcılığa dair her ifade insanlık dışıdır, vicdansızlıktır. Ben bunları lanetli olarak görüyorum."
Aynı şekilde gazete ve ekran yorumlarında o ırkçı yaklaşım yerden yere vuruldu.
***
Bu net tavırdan sonra, PKK'ya destek veren birçok Kürt vatandaşın, örgütü barışa zorladığını görürsem hiç şaşırmam.
Van-Erciş depremi sadece devletin, hükümetin, sivil toplum kuruluşlarının ve şirketlerin değil... Sokaktaki Türklerin de kardeşçe yaşama arzusunu apaçık ortaya koydu.
Aksi halde yüz binlerce "isimsiz" insan, depremzedelere para ve mal yardımı yarışına girer miydi?
Velhasıl, serbestçe konuşan iki televizyoncunun ve aklına estiği gibi mesaj atan ırkçıların densizliği, hayırlara vesile oldu. Demokrasi topluma doğru yolu buldurdu.
Sabah