Huzur ile hikmet arasındaki bağı bilmeyen insanlar hayatı kendilerine cehennem yaparlar.
Uhud’a sevdalanmak Bedrin azametini gerektirir.
“Muhakkak ki Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik.” (Tîn Sûresi: 4-5.)
Sevmeyi bilmeyen insanlar mı “en aşağı seviyededir”, yoksa sevgiyi yanlış mecralara akıtanlar mı?
Ne zaman topluma çekiç vurmak istemişsem parmağımı ezmişimdir.
Ne zaman sonsuzluk kavramını aşkla bütünleştirmek istemişsem hep bu haleti yaşamışımdır.
İşte yine bugün içimde bir tuhaflık var.
Sonsuzluğu kavramak bilgelik gerektirir.
Ama cehaleti bilgelik sayan insanlara ne demeli bilmem ki…
Hayatım boyunca hiçbir kadının gözlerine bakmamışım.
Hele Anadolu kadınına uzaktan bakmaya bile kıyamam.
Hikmetini bilmiyorum ama nerde bir Anadolu kadınını görsem Resulullah’ın (asm) bir emanetine baktığımı sanırım.
Bu sebeple bakmadan gördüğüm her bir kadın bende ılık ürpertiler meydana getirir.
Ve kalbimin keşfedemediğim bir köşesinde bütün benliğimi emmek isteyen bir kara delik oluştuğunu his ederim.
Fakat o gün duyduklarımı hiçbir zaman görmek istememiştim.
“Ben” diyordu.
“Ben buraya ait değilim ki”
“Beni zorla verdiler. Kaç kere hayatıma kıymak istedim biliyor musun? Her anım kendimi öldürmek istenmekle geçiyor.”
Ve bir ırmak dağlardan denize doğru akar.
Tepeler aşar uçurumlardan aşağı düşer pare pare olur ama yine toparlanır. Yine denize doğru kıvrılır. Maksadı vuslata ermektir.
Lakin bir gün önüne bir baraj koyulur.
Dizginlenir(!) ırmak.
Ama suyu hapsetmek ne mümkün…
Irmak kafasını baraja vurur döner.
Tekrar vurur tekrar döner.
Her vurup geri döndükçe içindeki aşkı da büyür.
Ve aşkı büyüdükçe tekrar vurur.
Derken bir uyarı işitilir.
Tüm zamanların birikmiş sesidir bu.
Belki bir şairdir belki bir bilgedir; “Bu aşkı hapsedemezsiniz. Bu ırmak durdukça başınıza bomba olur… O gidecek… O ummanına kavuşacak...”
Nitekim kıyamete yakın en büyük savaşların Fırat’ın üzerinde olacağı Hadisçe sabittir.
Yinede Fırat’a gem vurduk ya… Fıtrata vurur gibi…
Fakat heyhat…
Bu uyarıyı dinlemediler. Dinlememekle kalmadılar. Barajın önünde evler yaptılar köyler kurdular.
Ve nihayet bir sabah uyandılar ki “uyanamadılar”.
Meğer ummanına kavuşamayan ırmak her tarafı ummana çevirmişti.
Her şeyi boğmuş geçmişti.
Değil mi ki:
“… Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir. “(Ahzâb Sûresi: 72.)
Meğer bir Anadolu kadını acziyetine yenik düşecektir.
Ve Anadolu’nun ufuklarında yine karanlığın gölgesi hüküm sürecektir.
Ben buraya ait değilim” deyip gidecekti ki karşısına dikildim.
-“Gel de bu sevdadan vazgeç!”
-“Gel de aydınlık ufuklarımızı karanlığa gömme!”
-“Sen Resulullah’ın bir emanetisin. Bohçanda Hz. Ömer’in azığı var. İmanla kayırmalısın sevdanı. Nikâhın Resulullah’la komşuluk belgesidir. Onun emanetine hıyanet etme”
İşte o an sanki karşımdaki Anadolu kadını değildi.
Sanki yırtıcı dişi bir aslan karşımdaydı.
Bu sefer de korktuğum için gözlerine bakamadım.
Hüzün öfke ve küçümser bir ses tonuyla;
“Peki, onların hıyanetleri ne olacak. Beni bir çamur topu kabullenip istedikleri duvara yapıştırmalarına ne diyeceksin. Allah bile insanın “hür iradesini” kendi iradesine şart koşuyor da bunlara ne oluyor ki irademi hiçe sayıyorlar. Asırlardır bu böyle gidiyor da gıkımız çıktı mı?”
“Sen hiç fosseptik çukurunda yaşadın mı? Cehennem azabıma eşdeğer bir azaptır o…”
Lal kesilmiştim o an… Bağırmak istedim sesimi duymuyordu.
“İman…”dedim.
“Sabır” dedim.
”İmtihan” dedim.
Ama dinletemedim. Dinleyecek zamanı da yoktu.
“Ben buraya ait değilim“ dedi ve bütün bentleri yıkıp gitti.
Ve o gün bu gündür bir suçlu arıyorum.
Zira ırmak barajı yıkmış her tarafı ummana döndermişti.
Evler yıkılmış yuvalar bozulmuştu.
Ve çukur açılmış etraf kokudan geçilmiyordu.
Şimdi düşünüyorum da galiba en büyük suçlu benim.
Aşka gem vurmak bana mı düştü.
Hâlbuki:
Huzur ile hikmet arasındaki bağı bilmeyen insanlar hayatı kendilerine cehennem yaparlar.
Uhud’a sevdalanmak Bedrin azametini gerektirir.
Ve Hira bir doğumdur.
Ve ırmak ummanda boğulur.