İşarat-ül İ'caz Neden ve Nasıl Yazılmıştır?
Zamanın ihtiyarlamasıyla Kur'an daha ziyade gençleşmektedir. Her bir asır kendi aynasından ve kendi dönemine ait ilmin gözlüğü ile Kur'an'a muhatab olsa da Kur’an’dan hissesini alır. Kur'an-ı Hakîm, kıyamete kadar hükmü bâki ilahî bir kitab olduğu için her asra bakar bir vechi ve her zamana verecek bir cevabı vardır. Kur'an bir hazinedir. Zaman ihtiyarladıkça Kur'an'ın hakikatları daha ziyade parlayacak ve keşfedilcektir.
Ehl-i hak ve ehli tedkikin Kur'an ile ilgili bir düşüncesini Mektubat isimli eserine kendi ifadeleri ile iktibas eden Bediüzzaman, bu fikri bir cümle ile izah eder: "Kur'an, bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır nusus ve muhkematını teslim ve kabul ile beraber, tetimmat kabîlinden hakaik-i hafiyesinden dahi hissesini alır; başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez." Evet zaman geçtikçe, Kur'an-ı Hakîm'in daha ziyade hakaiki inkişaf eder demektir. (Yirmi dokuzuncu Mektup -388)
Bediüzzaman Kur'an'a cami bir tefsirin tek bir fert tarafından değil ancak dehâ sahibi bir heyet tarafından yazılabileceğini ve bu heyetteki kişilerin her birininin bir kaç fende mütehassıs olması gerektiğini ve ancak böyle yüksek bir heyetten tezahür edecek bir tefsirin cumhur-u nâsın itimadını kazanabileceğini söylemekle beraber, intizar ettiği böyle bir heyetin zaman içinde tesis olmaması ve tam da bu sıralarda Bediüzzamanın zihnine, memleketin büyük bir buhranın arefesinde olduğu fikri gelince, mezkur hususiyetlerle techiz edilmiş bir heyetin vücud bulmasını beklemeyerek, kendisinin bir tefsir yazmaya teşebbüs etmesini şöyle izah ediyor: "Bir şey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terketmek caiz değildir" kaidesine binaen, acz ve kusurumla beraber; Kur'anın bazı hakikatlarıyla, nazmındaki i'cazına dair bazı işaretleri tek başıma kaydetmeye başladım. (İşarat-ül İ'caz -İfade-i Meram - 9 )
Said Nursi'nin bu işaretleri kaydetmeye devam etmesi patlak veren birinci dünya savaşının o kızıl kıyamet günlerinde de devam etmiş ve Bediüzzaman fırsat buldukça savaşın kendilerini sürüklediği o dağ ve tepelerde tefsiri ile ilgili zihnine gelen manaları bazen kendisi not almış bazen de aniden gelen Kur'anî bir ilhamı yeğeni ve katibi olan Molla Habib'e "yaz" demek suretiyle not aldırtmışır.
Üstelik savaşın bu dehşetli günlerinde Bediüzzaman, yazdığı tefsiri için müracaat edebileceği kaynakları da bulamadığından yazdıkları sadece şahsi ilmine ait muktesebatından ve daha da önemlisi kalbine tulû eden manalardan ibaret kalmıştır. Bu yönüyle de bu eser çok orjinal bir halet arzediyordu ve bir şahaserdi.
İşarat-ül İ'caz'ı Anlayabilmek
Bediüzzamanın diğer eserlerini okuduğum kadar onun eski Said dönemi eserlerinden olan İşarat-ul İ'caz'ı yeterince okumamış veya okuyamamış olmamın sebebi, ilk olarak, Arapça gramer kaidelerine vukufiyetimin pek nakıs olmasındandır.
Belâgat ilminin kanunlarına ve ulûm-u Arabiyenin düsturlarına muvafık olarak ve de üstelik Arapça yazılan İşarat-ül İ'cazın sahifelerinde, Kur’an ayetlerinin yer yer gramer tahlilleri ve bu tahlillerden neş'et eden yorumlar ve izahlar göze çarpmaktadır.
Eserindeki bu ağır ilmîliğin ve inceliğin farkında olan Bediüzzaman, sonraki yıllarda tekrar bu eski eserine atf-ı nazar ettiğinde bu eserin eski Said'in bir "tedkikat-ı âliyesi" olduğunu belirtmiş ve bu eserini tam anlayabilecek adamların yetişmesi için Cenab-ı Hakk'a dua etmiştir.
Halbuki Bediüzzaman yeni Said döneminde, sarf- nahiv bilmeyen kendi talebelerine kırk yıl önce kaleme aldığ bu tefsirinden ve yine Arapça olan Mesnev-i Nuriye’sinden dersler yapmıştır.
İşarat-ül İ'caz tefsirinin girizgahında bu derslerden aldıkları hissiyatı Bediüzzaman’ın talebeleri şu şekilde ifade etmişlerdir: "İşarat-ül İ'caz Tefsirinin bir kısmını Üstadımızdan ders aldık. İlm-i Belâgatı ve kavaid-i Arabiyeyi bilmediğimiz halde, aldığımız ders ile bundaki bir sırr-ı azîmi fehmettik ki; bu İşarat-ül İ'caz Tefsiri, hakikaten hârikadır." (İşarat-ül İ'caz -Tenbih-7)
İkinci olarak ise, eski Said, Birinci Dünya Savaşının o hercümercinde, cephede ve bazen de at sırtında, kalbine doğan Kur'an'ın ince nüktelerini yazarken hem zamanın verdiği müsadesizlikten hem de sadece zeki olan kendi talebelerinin anlayış derecesini düşündüğünden, yazdığı tefsirde ".. îcazlı ve kısa tabiratla ifade-i meram ediyordu." ve bu ifadeler ile beraber mazrufu olan manalar da ".. en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur'andaki îcazlı olan i'cazı beyan ettiği için, kısa ve ince düşmüştür." (İşarat-ül İ'caz -5)
İşte bu sebebten olsa gerek, şahaser olduğuna kalben inandığım bu tefsirdeki inceliklerin inceliği beni biraz ürkütmüş ve o ince nükteleri ve manaları anlayabilme hususunda ciddi endişelerimin oluşmasına neden olmuştu.
Bu bahanelerime rağmen Bediüzzaman ise diyordu ki:"bir bahçeye giren bir kimsenin, o bahçenin bütün meyvelerine elleri yetişmez. Fakat, eline girdiği mikdar yeter. O bahçe yalnız onun için değil, belki elleri uzun olanların hisseleri de var." (Yedinci Şua - Âyet-ül Kübra -98)
Ayrıca Bediüzzaman'ın şu hakikatli sözü de okumaya başlamakta tereddüt ettiğim 'İşarat-ül İ'caz okumalarına' beni teşvik eden diğer önemli bir etkendir :"Bir şey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz." kaidesiyle, "bu manevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum" diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa, o kadar kârdır. (Otuzuncu Lem'a -340)
Üstadımın bu müşevvik beyanlarından aldığım cesaretle, Risale-i Nur’un zengin ve rengin bahçesine girerek devasa kametteki İşarat-ül İ'caz ağacını seyre ve tefekküre başladım. Daha sonraları ise pek yüksek dallarındaki meyveleri değilse de elimin yetebildiği daha engin mesafelerden - kendi kabiliyetim mikdarınca - devşirdiğim mevyveleri şahsi not defterime, nefsime mahsus olmak üzere not almaya başladım.
Bu tefsirden aldığım notlarımın üzerinde çalışarak üç - beş adet yazıyı 'İşarat-ül İ'caz okumaları' üst başlığıyla makale suretine çevirdim. Elbetteki kusurlar nefsime güzellikler ise Kur'an'a ayine olan Risale-i Nur'a aittir.
Bediüzzaman'ın eski Said dönemi eserlerinden İşarat-ül İ'caz, Muhakemat ve Mesnev-i Nuriye üzerinde -Risale-i Nur'un genelini nazara alarak - bir çalışma yapılması gerektiği kanaattindeyim. Bir çok muhakkikîn-i Risale-i Nur’un belirttiği üzere, böylelikle Risale-i Nur ağacının tohum ve fidan evreleri üzerinde kapsamlı çalışmalar yaparak, onun nasıl dallı budaklı muhteşem bir ağaca dönüştüğü daha iyi anlaşılacaktır.