Dana altında buzağı aramak gibi, bazen İnsanlar bazı kavramların altında kötü niyet arıyor. Bu kavramlardan birisi de 'İsevi Müslümanlar' kavramıdır. Bu kavramı kullanmaktan veya o başlık altında kitap kaleme almaktan dolayı epey paylandım. Kötü bir şey yapmış gibi algılanıyor ve sorgulanıyoruz. Sanki gizli kapaklı bazı işler çevriliyor ve Müslümanları Hıristiyanlara yamamak için el altından bazı dolaplar çevriliyor havası yayılıyor. Bu her şeyden önce İslam’ın üstünlüğüne inanmama ve tanımama halidir. Müslümanın kendisinden şüphesi olur ama İslamiyetten yüphesi olmaz. İslamiyet’in yüceliğine iman etmiş bir adamın her adımda İslamiyet’i korumaya yeltenmesi kendi kuruntusu olsa gerek. Lakin yine de muhataplarımız 'İslamiyet için değil Müslümanlar için kaygılanıyoruz, endişeleniyoruz' diyebilirler. Bu da ayrı bir durum. Müslümanların yenildiği dönemlerde bile İslamiyet ilerlemeye devam etmiştir. Onun zaferi serapa beşer eliyle elde edilen bir zafer değildir.
İslam adına ve İslamiyet namına elbette kaygı edilir. Lakin o Allah’ın hıfzı emanındadır. Böyle olmasına rağmen İslamiyet’in gücüne inanılmıyorsa orada İslamiyet’le ilgili değil benliklerle ilgili bir sıkıntı var demektir. Korkumuzu gerçeklere perde etmememiz gerekir. Her şeyi aleyhimizde saymak manevi hastalıklardan birisidir. Elbette yaşadığımız süreç zorlu bir süreçtir. Lakin bununla birlikte bizi aşan bir irade de var. Sonuçta ona tevekkül ediyor ve güzel sonuçları ondan bekliyoruz. Misyonerlerin özellikle Müslümanlar içindeki faaliyetlerinden ve Müslümanları Hıristiyanlaştırma niyet veya çabalarından rahatsız olmak ve kaygılanmak elbette ulvi ve imani bir gayretin ve hasletin neticesidir. Bununla birlikte tersinden şüphe etmeye bir sebep var mı? Hatta misyonerliğe karşı çıkan bir ulusalcı Müslüman ‘ne biz tebliğ yapalım ne de onlar misyonerlik yapsın’ teklifinde bulunuyor. Bu güvensizliğin de ötesinde dini alet ve araç haline getirmektir. Güzelliğin tellallığını yapmak ne zamandır kötü bir şey oldu? İslamiyet tebliğ dinidir. Müslüman bütün yolları ve imkanları kullanarak tebliğ vazifesini yapacaktır. Diyanet’in, yayına geçecek olan dini kanalla ilgili ‘misyonerlik yapmayacak’ demeleri doğrusu şaşırtıcı. Başka ne yapacak? İslamiyet’i doğru olarak anlatmak da zaten bir tebliğ köprüsüdür. Misyonerlikten, sık boğazlık etmeyi anlıyorsanız bu başka bir şeydir. Teknik bir meseledir. Bazen Diyanet’in ‘dini bilgi üretmek’ gibi kavramlar kullandığına şahit oluyoruz. Bunu intinbat veya içtihat karşılığında ve kapsamında kullansalar bile bu dil seküler bir dildir. Diyanet’in seküler bir dil kullanılması, amaçlarına hizmet etmez.
*
Burada asıl vurgulamak istediğim İsevi Müslümanlar gibi kavramlara takıntılı yaklaşılmasıdır. Elbette bu kavramı bir taife karşılığı olarak kullanmıyoruz. Bir sürecin karşılığı olarak kullanılıyor. Özellikle de İslam hakaikinin sair din mensuplarına ayan olması sonucu Hıristiyanlık içinden İslamiyet’e doğru akan bir damara ‘İsevi Müslümanlar’ diyoruz. Bu İsevi Müslümanlık da değildir. Zira son vahiy İslam’dan sonra öyle bir damar kalmadı. İsevi Müslümanlar, o kanal üzerinden gelerek İslamiyet’e dahil olan kitle demektir. Taha Cabir Alvani’nin deyimiyle asıl ve orijinal dinlerine geri dönenler anlamındadır. Bu isimlendirme bir sürecin ve eğilimin ifadesidir. Yoksa bir fırka adı değildir. İslam’dan Hıristiyanlığa değil Hıristiyanlıktan İslam’a doğru bir geçişi ve yürüyüşü kastediyoruz. Bu Sihlik gibi İslam’dan etkilenip yeni eklektik bir din ihdas etmek değildir. İslamiyet’e teslim olma ve bende olma meselesidir. Yoksa İslamiyet ile Hıristiyanlığın karması olan yeni bir din veya bidat bir akım kastedilmiyor. Ahirzamanda Hazreti İsa’nin nüzulüne takaddüm eden süreçte mübeşşiret/müjdeler manasını ihtiva ve tazammun eden bir İslamlaşma eğilimi kuvveden fiile çıkıyor ve kanatlanılyor.
Hıristiyanlığın hurafelerinden ve tahrifatlarından arınarak İslam ile buluşmasıdır. Bu buluşma köprüsü bir süreç ve eğilimdir ve bu eğilimi ve süreci temsil edenlere de İsevi Müslümanlar diyoruz. İslamiyet bu buluşmada elbette ki metbuiyet makamındadır. Referans noktasıdır. Hıristiyanlığın arınması ve tesaffi etmesi başta teslisin tevhide teslim olmasıdır. Bu konuda bazı dindarların tefrit ehli olması İslamiyet’i de Bediüzzaman’ı da bağlamaz.
*
İslamiyet tek ve ebedi hak dinin adıdır. Lakin onun konjonktürel veya zamani ve mekani dalları vardır. Bu dallardan bazılarına Musevi bazılarına İsevi dal diyoruz. Peygamberimiz peygamberlerin tamamının kardeş olduğunu ve sadece annelerinin ayrı (şeriat) babalarının ise (din) bir olduğunu ifade etmiştir. Elbette Hazreti İsa ilk bisetinde Musevi Şeriatına bağlıydı ve onun hükümleriyle amel ediyordu. Nüzülünden sonra ise peygamberlik makamında değil velayet makamında olacak ve İslam şeriatına tabi olacaktır. Zira diğerleri nesh olmuştur. Yani meriyetten ve yürürlükten kalkmıştır. Faslı ulemadan Abdulkerim Muhammed Müti el Hamdavi ‘ Fıkh el Ahkam es Sultaniye ‘ adlı kitabında şöyle demektedir: ”Tahrifinden ve neshinden önce Musevi İslam’ı vardı ve keza tahrif ve neshinden önce İsevi İslam’ı da vardı. Hatem-i Muhammedi İslam’ı ise hepsini nesh etmiştir ve kıyamete kadar hükümferma ve bakidir…( Fıkhu’l Ahkam es Sultaniye, Abdulkerim Muhammed Muti el Hamdavi, Enes Mat. Ltd.Şti, s: 91)”
Bu ‘İsevi İslam damarı ahirzamanda Muhammedi İslam kalıbı içinde yeniden yeşeriyor ve eriyor.