Risale Haber-Haber Merkezi
İlahiyatçı-Yazar Peyman Ünügür’ün İran izlenimlerinin beşinci bölümü:
9 Kasım
Zihnen ve bedenen olayların içine dalmışken insan, sıcağı sıcağına yaşarken hayatı, hangi önemli durakları birer birer geçip geride bıraktığını fark edemiyor bazen. Sıcağı sıcağına, önceden yabancı olduğu her şeye olabildiğine aşina hissedebiliyor kendini. Ne zamanki yaşadıklarına şöyle biraz yukarıdan bakma fırsatı buldu, işte o zaman garip bir halet-i ruhiyeye düçar oluyor. Ve o an insanın kendini, şu klasik, rüzgarda savrulan yaprağa benzetme anıdır.
Kum’dan İsfahan’a giderken, otobüste aklımdan geçenler bunlar. Otobüs kelimesinin özüne sinmiş bir ‘gurbet’ hissiyatı belki de bu garip haletin sebebi. Ama sebebi ne olursa olsun kendini bir yaprak gibi hissetmek içten içe mutlu ediyor insanı galiba. Çünkü bu histe, savrulmadaki belirsizliğin verdiği korku, yine savrulmadaki belirsizliğin vaat ettiği özgürlüğün yanında önemsiz bir teferruat haline geliveriyor. Ve sanırım insanın yapraktan farkı, farkında olarak ya da olmayarak, savrulacağı yeri kendisinin seçmesidir.
İSFAHAN DÜNYANIN YARISIDIR
12 Kasım
“İsfahan dünyanın yarısı (nısf-ı cihan)’dır.” İsfahan’da bulunan orta çağa ait madeni bir paranın üzerinde yazılı bu ifade. Güzel nitelikleri haiz olan ve dolayısıyla çok sevilen birçok yer için söylenebilecek, ancak bu güzelliği yaşamamış kimselerin kulağına oldukça abartılı gelen bir ifade bu aynı zamanda. İki günlük bu kısa İsfahan serüvenimizde bizim amacımız da, insanlara bu sözü söyletmiş olan gerçeklik boyutunu bir nebze olsun keşfedebilmek oluyor.
Gezimize İsfahan’ın sembolü olarak niteleyebileceğimiz Meydan-ı İmam (onların deyişiyle Meydun-ı İmam)’dan başlıyoruz. Devrimden önceki adı Meydan-ı Şah olan bu meydanın tarihi oldukça eskilere dayanıyor. Dünyanın en büyük meydanlarından biri ve belki de birincisi olan bu meydan önemine binaen 1979 yılında UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesine alınmış.
ÇARŞI HAFTADA BİR GÜN YALNIZCA HANIMLARA HİZMET VERİYOR
Meydanın dört tarafı İstanbul’daki kapalı çarşı benzeri bir yapıyla çevrilmiş. Bu büyük tarihi çarşıda İran’a özgü envai çeşit ürünü bir arada bulmak mümkün. El dokuması harika İran halıları, çini süslemeli süs eşyaları, bakır kabartma levhalar, sedef kakma mücevher kutuları, kemikten yapılma sürmedanlıklar bunlardan en fazla göze çarpanlar. Bunlardan çoğu el emeği ve satışa sunulduğu dükkanın hemen yanındaki bir atölyede, harıl harıl çalışan zanaatkarlar tarafından yapılıyorlar. Çoğunlukla kapıları açık olan atölyelerdeki bu hummalı çalışmaları gözlemleyebiliyor ve hatta izin alarak fotoğraflayabiliyorsunuz.
Bunlar dışında çarşıda hatırı sayılır miktarda baharatçı da mevcut. Onlarca baharatçının önünden geçerken, envai çeşitteki rengarenk baharatların kokuları, aklımızın bir köşesinde tarihin önemli bir imgesi olarak bulunan baharat yolunu daha müşahhas bir hale getiriyor.
Çarşının diğer bir özelliği de haftada bir gün yalnızca hanımlara hizmet veriyor olması. Erkeklerin içeriye alınmadığı bu günlerde, erkek satıcılar da gerek olmadıkça bulundukları köşeden ayrılmıyorlar.
MADDİ İHTİŞAMA FAZLASIYLA TAKILAN GÖZLER…
İsfahan’daki önemli tarihi mekanlardan bir çoğu meydanın hemen yanına inşa edilmiş. Bu durum kısa süreli İsfahan gezimizde işimizi oldukça kolaylaştırıyor.
Meydanın üç tarafında üç önemli tarihi yapı, Lütfullah Mescidi, İmam Mescidi ve Ali Qapu Sarayı yer alıyor. İlk olarak Şah Abbas’ın 17. yüzyılın başlarında dönemin ünlü alimi ve kayınbabası olan olan Şeyh Lütfullah için yaptırdığı mescide gidiyoruz. Mescidin içi tavanı da dahil olmak üzere, en küçük bir yer bile boş kalmayacak şekilde muhteşem çinilerle kaplanmış. Aynı durum daha büyük ve yüksek bir yapı olan İmam Mescidi –eski adıyla Şah Mescidi- için de geçerli. Bu harika sanatı hayranlıkla izlemek ve tabi fotoğraflamak düşüyor bize de. Aslında bu göz alıcı ihtişam bu mescitlerin gerçek manada birer ibadethane olmalarına mani de olmuş aynı zamanda. Zira maddi ihtişama fazlasıyla takılan gözler mana alemine açılmakta zorlanıyor bu mekanlarda.
Meydana bakan büyük bir terası olan Ali Qapu sarayı, Şah ailesinin meydanda düzenlenen şenlikleri izlemesi için inşa edilmiş. Bu saraydaki çiniler, kırmızı halıyla aynı işlevsellikte olduğunu düşünmemize sebep olacak şekilde merdivenlerin basamaklarına monte edilmiş. Terastan da bütün meydanı ve diğer iki mescidi rahatlıkla izleyebilmek mümkün.
Sİ-O-SE POL (OTUZ ÜÇ KEMERLİ KÖPRÜ)
Ali Qapu sarayının biraz arka tarafında bir başka saray olan Çehel Soton (Kırk Sütun) yer alıyor. 2. Şah Abbas tarafından, şahın eğlencesi ve kabul törenlerinde kullanılmak amacıyla yaptırılmış olan bu saray aslında yirmi sütunlu. Ancak sarayın önünde yer alan havuzun suyunda yansıyan sütunların sanki kırk taneymiş gibi gözükmesinden dolayı saraya bu ismin verildiği söyleniyor. Sarayın iç duvarlarında çeşitli tarihi olayları simgeleyen fresk resimler yer alıyor. Bu tarihi olaylardan biri de Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’i karşı karşıya getiren Çaldıran Savaşı.
AHİRETTE SENİ KURTARACAK BİR ESERİN OLMADIĞI TAKDİRDE…
İsfahan’da son durağımız şehri ikiye bölen Zayendeh Nehri üzerinde bulunan tarihi köprülerin en meşhuru olan Si-o-se Pol (Otuz üç kemerli köprü). Köprüye akşam vakti gittiğimizden, fotoğraflardan aşina olduğumuz o meşhur ışıklı yansıma karesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Köprü günümüzde araç trafiğine kapalı. Üzerinde yürürken, tarihten gelen ayak seslerinin de sizinkilerle birlikte yankılandığı hissiyatına kapılıyorsunuz.
Tarihe tanıklığı, yumuşak havası, bol yeşilliğiyle insanı kendine bağlayan İsfahan’dan ayrılırken ayaklarımız geri geri gidiyor. İnsanın beka arzusunun dışa vurumu olan onca tarihi eseri arkamızda bırakmışken de kulaklarımızda Üstad Bediüzzaman’ın “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme” sözü yankılanıyor.
Çehel Soton
Mescid-i İmam
Şeyh Lütfullah-Ali Qapu girişinden
ÖNCEKİ BÖLÜMLER: