Süleyman Nazif micaz ve karakter ve hakperestlik noktasından Bediüzzaman’a çok benzeyen bir insandır. Doğum tarihleri birbirine yakındır. Diyarbakırlı Said Paşa’nın oğludur. Onun hayatı sanat ve estetik ve ruhi teşeffi için yazılmış eserler değil, her türlü yanlış telakkiye, haksızlığa karşı tavır alarak yazı yazarak geçmiştir. Bu yazım felsefesi mantığı ile de Bediüzzaman’la birlikte anılacak zevat-ı alikadrdandır. Dünyadan çok yazar edip, fikir adamı gelip geçmiştir, ama hakkın savunmasını yapan, ezilmişleri, ezilenleri, mazlumları, ruhen burkulmuşları savunan münevver ve yazar sayısı çok çok azdır. 31 Mart irtica hareketini destekleyen Mizan gazetesi sahibi Murat Bey’e hitaben o günlerin çok tehlikeli şartları içinde yayımladığı açık mektup Mizan 16 Nisan 1909 tam bir medeni cesaret örneğidir. O her zaman böyle medeni cesaret şahlanmaları gösterir. İstanbul’da Bediüzzaman ile bulunma tarihleri ve faaliyetleri birbirine benzer, görüştüklerini gösteren bir kayıt yok ama, ikisi de meydan adamı olan bu insanların yetişme tarzları da, vakalar karşısındaki infialleri de birbirine benzer, görüştükleri kesindir ama bir kayıt yok. Bediüzzaman dönemin bütün devlet ricalinin kendisini tanıdığını söyler, İstanbul ile ilgili bir mülahazasında. Bediüzzaman “ hak bildiğim yolda korku elimi tutamadı “ der, Süleyman Nazif de öyle bir ruh haline sahiptir. En tehlikeli anlarda bile kefen içinden konuşan bir ruh cesaretine sahiptir.
İstanbul işgal edildiğinde Fransız askeri kuvvetlerinin şatafatlı törenlerle hükümet merkezine girdikleri yabancı harp gemilerinin herhangi bir tepkiyi karşılamak maksadı ve tehdidi ile toplarını şehire çevirdikleri gün, Nazif yine büyük bir imani cesaret ile, Hadisat gazetesinde ve siyah bir çerçeve içinde Kara Bir Gün 9 Şubat 1919 isimli makalesini yayımladı. Bunun üzerine Fransız generali Nazif’in kurşuna dizilmesini emretti ise de sonra vazgeçtiler. Bediüzzaman da o dönemde Hutuvat-ı Sitte denilen eserini yazarak İngilizlerin dünyada şerleri yöneten bir şenin kavim olduğunu anlatır.
KARA BİR GÜN (Hadisât gazetesi 9 Şubat 1919)
Fransız cenaralinin (generalinin) dün şehrimize vürûdu (gelişi) münasebetiyle bir kısım vatandaşlarımız (azınlıklar) tarafından icra olunan nümayiş Türk’ün ve İslam’ın kalbinde müebbeden kanayacak bir cerihâ (yara) açtı. Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüzün ve idbârımız (talihsizliğimiz) şevk ve ikbâle münkalib olsa (yerini neşeye ve talihsizliğe bıraksa)yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzün ve teessürü evlâd ve ahfâdımıza (torunlarımıza) nesilden nesile ağlayacak bir miras ter edeceğiz.
Almanya orduları 1871 senesinde Paris’e dahil olarak –Büyük Napolyon’un Neşide-i mütehaccire-i muzafferiyâtı olan (Napolyon’un kazandığı zaferlerin taşlaşmış bir şiiri olan)- Tâk-ı Zafer altından geçerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti. Ve bizim dün sabah saat dokuzdan on bire kadar hissettiğiz ye’s ve azabı duymamıştı. Çünkü (Fransız) namını taşıyan her ferd, çünkü yalnız Hıristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezâyirli Müslümanlar o matem-i millî karşısında aynı telehhüf ve hicâb (üzüntü ve utanç) ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz ise mevcûdiyet-i millîye ve lisâniyyelerini bizim ulûv-ı cenâbımıza (gönlümüzün yüceliğine) medyûn (borçlu) olan bir kısım halkın (azınlıkların) hây ü hûy-ı şemâteti (şamata çığlıkları) ile matem-i muazzezimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük. Buna müstehâk değil idik diyemeyiz. Müstehak olmasaydık bu felakete dûçâr olmazdık (uğramazdık). Her kavmin sehâif-i hayatında (hayat sayfalarında) birçok ikbâl ve idbâr sahifeleri vardır. Fransa kralı birinci Fransua’yı (Şarl Ken)in mahbesinden kurtarmış ve koca viyana şehrini kerrât ile (birçok kere) sarmış bir ümmetin defter-i mukadderâtında böyle bir satr-ı elîm (çok acı bir satır) de mestûr imiş (yazılıymış). Her hâl, mütehavvildir (değişir). Arapların güzel bir sözü var: ‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’(Sen Sabret. Çünkü nasıl olsa zaman sabretmez), derler.
Bediüzzaman’ın da cezalandırılmasını ister işgalciler ama büyük infiallere neden olacağını söylerler onlar da vazgeçer. İki kahraman insan da susmazlar ve milletlerinin ve ümmetlerinin hukuku için kalemlerini kurşun gibi kullanırlar. Bediüzzaman tarihte hiç kimsenin yapmadığını yapmıştır. İngilizlerin nasıl çok yönlü bir ifsad şebekelerinin olduğunu söyler. Kendisi bu faaliyetini anlatır. ” İstanbul’u işgal eden ingililizlerin başkumandanı islam içine ihtilaf atıp hatta şeyhülislam ve birkısım hocaları kandırıp bir biri aleyhine sevkederek itilafçı –ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunan’ın galebesine ve hareket-i milliyenin mağlubiyetine zemin hazırlığı bir sırada İngiliz ve Yunan aleyhinde Hutuvat-ı Sitte eserini yayımlayıp kumandanın dehşetli planını kıran ve dehşetli tehdidine geri çekilmeyen” (Tarihçe 504)
Ey el-hannas! Onların fenalıklarının asıl sebebi de sensin. Âlemi onlara darlaştırdın, damar-ı hayatı kestin, evlâd-ı nâmeşru onlara karıştırdın. Dinsizliğe sevk ederek dini rüşvet isterdin. Onlara bedelseni kabul etmek, yalnız müteneccis su ile necis olmuş bir libası, hınzırın bevliyle yıkamak demektir. Sen yalnız hayvancasına muvakkatbir hayat-ı sefilâneyi bize bırakıyorsun; insanca, İslâmca hayatı öldürüyorsun. Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. Senin rağmına yaşayacağız!
İngilizlerin en büyük hedefi osmanlıyı ve ümmet-i islamiyeyi anadoludan kovmaktır. Bunun için Çanakkale de iki yüzbin İngiliz askeri ölmüştür, o kadar kararlıdır ki İngilizler, küçük bir adadan oluşan devlet, sömürgelerinden ne için geldiklerini bilmeymen binlerce insanı ülkesinden bir kıta uzaklıktaki osmanlıyı canakkalede hezimete uğratmak için gelmişlerdir. iki yüz bin ölüden sonra bu sefer izmir ve istanbulu işgal etmişlerdir. Onların bu fiili ve manevi işgali hala devam etmektedir. Bediüzzaman’ın siyasetten çekilip milletin dini ve bahadır ruhunu korumak için dine sarılması bu yüzdendir. Çünkü bunlarla siyaseten galip gelmek neredeyse imkansızdır. Bugün bu maksad daha masum gibi görünen telakkilerle devam etmekte, Anadolu’da n bu milleti daha başka entirikalarla kovmak istemektedirler. Oyun bitmemiştir ve devam etmektedir. Yukarıdaki satırlar bugünün Çanakkale savaşları için sarfolunmuştur. Dini rüşvet vermek ve sefihane yaşamak bugünün çanakkale savaşıdır.
Nazif’in infiali devam eder. 23 Ocak1920’de Da rülfunun konferans salonunda Pierre Loti ‘yi anmak vesilesi ile yapılan toplantıdaki hitabesi bütün aydınları derin bir heyecana, galeyana getirmiş ve hatibin İngilizler tarafından Malta’ya sürgününe neden olmuştur. Yirmi aylık bir sürgün yaşamıştır orada. Birgün Enver paşanın babasına “paşam sen bir İngiliz kızı ile evlen der” o da neden “ der. Paşam “Sen bir Türk kızı ile evlendin osmanlıyı batırdı oğlun Enver, şimdi böyle bir evlilik yap, doğan çocuk İngilizleri batırır bizde burdan kurtuluruz” der.
Aynı İngilizler bu sefer başka bir ülkede yine hürriyet mücadelesini kırmak için savaş etmek isterler. İspanyol Fas’ında Abdülkerim tarafından açılmış olan istiklal mücadelesini durdurmak için Fransız, İtalyan ve İngiliz kuvvetlerinin birleşmesi yeni bir haçlı ordusu teklini fikri öne sürülmüştü. Süleyman Nazif bu sefer hiristiyanları peygamberlerine şikayet etti ve “Hazreti İsa’ya As açık mektup “ isimli yazısını yazdı. - Yazıyı Kırkıncı Hoca Efendi hazretleri ile birlikte okumuştuk, yazıdan metinden bu kadar zevk alan büyük bir insandır Hoca Efendi, okurduk arada bir oku hele himmet fendi derdi. “-Bu yazı üzerine istanbul’daki Hristiyan gazeteleri Nazif’i mahkemeye vermişlerse de bir sonuç çıkmamıştır. 1927 ‘nin ocak ayı başında ölür büyük adam Süleyman Nazif . Cenaze masraflarını bile karşılayamayacak kadar dünyevi yoksuldur. Hava kurumuna yazdığı bazı yazıların ücreti bahanesi ile defnedilir. İki büyük adam Edirnekapıda yan yana yatarlar Akif ve Süleyman Nazif. Allah onlara rahmet bize himmet versin.
Bediüzzaman bu işgal sırasında İngiliz muhibler cemiyetinin başındaki Said Molla denen adam Bediüzzaman’ın İngilizlere jurnal eder. Bediüzzaman o dönemin gazetelerinde İngilizler aleyhine yazılar yazar ve hiddetlerini kale almaz . İngiliz başpapazının islamdan sorduğu altı soruya gayet ikna edici cevaplar verir onlarla alay eder.
İngilizlere Tükürün İngiliz laininin hayasız yüzüne diye, diye hitap eder.
Bu iki büyük hakperesti rahmetle anıyoruz.