İskender Pala, Peygamberimizin Medine’ye olan kutsal göçü sırasında devenin ilahi bir tercihle, gelip evinin önünde durduğu Hazreti Ebu Eyyüb El Ensari hazretlerinin hanei mübareği ve evin sahibinin, Mihmandar-ı Nebevi olması hesabiyle bu konuyu bir romanı ile kültür ve sanat gündemimize oturttu. Roman bir menkıbe ile başlar, Yemen’de Tübba Düru diye günde yüz kere tevbe eden bir melik varmış, hastalıklara sabırla katlandığı için ona Eyyub lakabı vermişler. Bu zat Hz. İsa’nın dinini öğrenmek için Mekke’ye uğrar, Kabe’yi ziyaret etmek ister, ama şehrin ileri gelenleri onları iyi karşılamaz, çevresindekiler onu tahrik ederek bu samimiyetsizliği cezalandırmasını istemişler. Vezirlerinden Bilge Semul ahir zaman nebisinin Mekke’den çıkma vakti yaklaştığını, eğer bu ahaliyi yok ederse onun ataları bundan zarar göreceğini tavsiye eder. Melik Mekke’lilere öfke ile yatar ve hastalanır, vücudu şişmiş, hekimler derdine çare bulamamışlar, bir kahin ona içine kötü fikirler girdiği için bu hale geldiğini, ahir zaman Nebisi hakkında yanlış düşündüğünü bu fikirden vazgeçerse tekrar sıhhatine döneceğini belirtir, o da kötü niyetinden vazgeçer ve eski haline döner.
Melik daha sonra Yesrib’e uğrar ve çok kötü kokan şehirde güzel kokular olan bir semte gelir, bu güzel yerin ahir zaman peygamberinin buraya bir müddet kalacağını ve bu güzel kokunun onun gelecekte kalacağı mekana ait olduğunu söylerler, bu ise orada kalır ve alimleri ona bizden bir kısım insanları burada bırak ve belki biz ahir zaman Nebi’ninin geldiğine yetişiriz ve seni haberdar ederiz derler,sonra müstakbel peygamber için de bir ev yaptırır ve “O muhterem zat Mekke’de peygamber olup da bu memlekete hicret ettiği vakit bu hanede ikamet eylesin” bir de pişmiş tuğladan bir tablet üzerine bir mektup yazmış ve veziri Semul’e bırakmış. Mektup o gelirse ona verilsin, şayet sonradan gelecek olursa bu taş mektup ona intikal etsin babadan oğula bir silsile ile ona varsın, mektubun üzerine İbrani harfleriyle “Evvel ve ahir her şey her emir ve takdir Alllahu Taalanın‘dır. “Semul mektubu bir sandıkcaya koymuş ve mühürlemiş, ta emanet sahibini bulunca açılsın. Semul’ün on iki göbek torunu Zeyd bu evde doğmuş o sırada Hazreti Muhammed doğmuş (ASM) Zeyd’in bir oğlu olmuş adını Halid koymuşlar, o da Revaha’nın telkini ile Müslüman olmuş, onun da bir oğlu olmuş ve adını Eyyub koymuş, Halid’e Yesribliler Ebu Eyyüb demişler.
BÜYÜK GÖÇ BAŞLIYOR
Damadı Osman ve kızı Rukiye de göçünce Nebi’nin nefes alışları bile zorlaşır, Hz. Ebubekir göçmek ister ve Nebi’ye söyler ”Sabret aziz dostum” der, “belki Allah sana bir yol arkadaşı ihsan eder” sözlerini işitir. Göç sırasında Sevr Mağarası’nda kalırlar, burası Yesrib’e ters istikamettedir, bu yüzden aramaların mantığına aykırı bir yerdi, emanetleri Ali’ye teslim edip ona yeşil hırkasını giydirip yatağına yatırır, kapıdakileri yüzüne toprak serperek onlardan kurtulur. Mağarada başını Ebubekir’in dizine koyar, bir süre sonra Ebu Cehil ve Ümeyye oraya gelirler ama burada iskan olacaklarını akılları ermez. “Korkma Allah bizimle beraberdir” sigorta cümlesiyle bela savulur. Romancı farklı ve yerine göre anlatım tarzları point of vievler kullanır burada anlatıcı Hz. Ebubekir’dir. “Ben Ebukuhafe’nin oğlu Abdülkabe’yim, kutlu yoldaşım Müslüman olduğum gün adımı değiştirip Abdullah dedi, Mekkeliler ise Ebubekir diye bilirler.Esma’nın ve Ayşe ‘nin babası Ebubekir. Herkes onu yalanlarken ben doğruladım ve Müslümanlar bana Sıddık dediler. O benim çocukluk arkadaşımdı . Gençliğimizde birgün hesap ettik, benden bir yaş büyük çıkmıştı . Her sözüyle bana ağabeyilik yapmasının ise yaşıyla değil olgun ruhuyla ilişkili olduğunu düşündüm hep. Mekke’li gençlerin aksine onunla aynı şeylerden hoşlanır, aynı şekilde yaşardık. Mesela o da ben de ağzımıza hiç içki koymamış, Kabe’yi ziyaret ederken birgün daha putlara tapmamıştık. “(24) Edebiyatın dilinde olaylar nasıl yeni bir mana kazanıyor , romancı bunun yakalamış.
Yeni bir anlatıcı onlara delillik eden şahıstır. “Ebubekir’in gözleri kan çanağına dönmüştü, yoldaki mağaradakı akrepler ve yılanlardan korumak için uyanık kalmaya çalışmaktan bu hale geldiğini anladım, üç gündür gözünü kırpmıyordu. “(27) Peygamberimizi anlatır. Edebiyatımız yüzyıllardır böyle bir tasviri , portreyi bekledi, var ol yazar” Omuzlarına dökülen dalgalı uzun saçları uzun ve ince hilal kaşları siyah uzun kirpikleriyle yakışıklı birine benziyordu . Yüzüne bakınca içimi nedense bir ferahlık kapladı. Buğday renkli açık alnının ortasında bir nur parlıyor gibiydi ve değirmi yüzünün yanakları açık pembeye çalıyordu. Çehresinde öfkesi ve sevinci hemen yansıyıverecek bir berraklık vardı. Gözlerine baktım ezelden sürmeliydi sanki. Beyazı katı beyaz, karası kapkaraydı, burnunun iki kaşına yakın olan kısmını hafif bir kemer süslüyordu, ağzı ne çok büyük, ne de çok küçüktü. Beyaz ve bakımlı dişleri muntazam dizilmişti ve konuşurken aralarından dolu taneleri çıkar gibi parıltılar görünüyordu. Sonra başımı yere eğdim daha fazla bakamadım.” (28)
Bütün okurların hafızasına yazarın kaleminden çıkmış bir portre yansıdı. Ölüp de yaşamak budur, bu portre daha silinir mi hafızalardan, hafızaların altını elması bir portre. Kalem ve yazı niye kutsanmış “ve Tanrı kalemi yarattı“ sözü ne kadar harika “Alllah’ın adı ile oku“ demek ne kadar harika bir emir değil mi oku ve yaz ve kalem. Kainatın en anlamlı üçlüsü kalem yazı ve oku.
Hz. Ebubekir’in satın aldığı iki deveyi getirir devesine Hz Habibullah konuşur “Gel bakalım Kusva yol arkadaşım. Sevr dağı üç gün nasıl sahiplendiyse bundan böyle de sen sahiplen ve şirkin olduğu yere götürme bizi. “Devem taşıyacağı yolcuyu tanıyordu sanki.“ (28) Anlatıcı dışarıdan bakan birisi olarak olayları yorumlar” Mekkelilerin bu adamdan ne istediklerini bilmiyordum ama başına koydukları ödül benim alacağım ücretin neredeyse yirmi katı idi. Eskiden beri tanıdığım Ebubekir’i bu yüzden çok tedirgin görmüştüm. Yola çıktığımız sırada kulağıma eğilip fısıldadı. “Bu hizmetin karşılığında sana daha çok para vereceğim.” Böyle düşünmesine üzülmüştüm, yüzümü ekşiterek cevapladım: Asla Ebu Kuhafe ala!... Herşey anlaştığımız gibi olacak sizi ele vermeyeceğim ve gideceğiniz yere ulaştıracağım. Bunun için fazladan bir tek metelik daha kabul etmem.” (29)
Yolda bir çobanın kısır keçisinden süt alırlar, mucizeyi gören delil hayrettedir” Bütün bedenimin titrediğini hissediyordum ve dizlerimin dermanı kesilmişti. Az evvel gördüklerimi başkalarına anlatsam çıldırdığımı düşünürlerdi.” (34)
Suraka’ya rastlarlar, Suraka Delil’in öğrencisidir, o da iyi bir iz takipçisidir.”Muhammed’i alıp götürmek üzere işte yanınızdayım. Karşı koymaya kalkarsanız…” Ama Suraka atından düşer ve ilerlemek isteyince ayakları kuma gömülür, anlatıcı ona bakar ”Suraka’nın haline bakınca eski öğrencime acıyıp imdadına koşmak geldi içimden. Muhammed’e bakarken gözlerindeki merhamet talebi yüreğime dokunmuştu.” Suraka ile anlaşırlar söz verir” Evet boynuma borç olsun ki geriden gelen kafirleri defedeyim, üç gün sizden kimseye bahsetmeyeyim” Nebi ana “ O halde yolun açık olsun Suraka sanki seni Kisra’nnın bileziklerini takınırken görüyorum” Bu son cümle onlarca yıl sonra olacaktı, İran‘ın hazineleri dağıtılırken Suraka’ya düşen ganimetlerdir bunlar. Anlatıcı kendini tanıtır” Ben Abdullah bin Uraykıt’ım Mekde’de iz sürücülerin piri, rehberlerin ustası olarak bilinirim “(43) Yolda Avvam oğlu Zübeyr’e rastlarlar. “Bizansın ticaret merkezi Dımaşk’tan elbiseler almış Mekke’ye gidiyordu. Bize yeni urbalar hediye etti ve Muhammed’e çok yakışan beyaz bir elbise giyindirdi”(43)Yolda Sehmoğullarından Büreyde’ye rastlarlar, seksen askeriyle onları yakalamak için gelir ve Müslüman olur, onlara yardım eder, yolculuklarını kolaylaştırır. Büreyde sarığına mızrağa sararak “ Ya Resullallah Yesrib’e yanında bir sancak olmadan girmen uygun düşmez, işte bu senin sancağın olsun ve bende senin önünde onu ilk taşıyan sancaktarın ”Rehber yolcularını yerine yetiştirir, develerini alıp gitmek ister Kusva gitmek istemez yerinden kalkmaz rehber” madem o gelmiyor ben de onun ücretini istemem eğer kabul ederse onu Muhammed’e hediye olarak sunayım.” Ne mutlu peygamberin devesine ,bu deve esrarengiz bir şey , Peygamberimiz delile yüzüğünü hediye verir.”
Herkes Medine’ rin bacalarında O’nu beklerler. “Geliyooooor Beklediğiniz kişi geliyor. Muhammed geliyor!” (47) İskender Pala’nın yeni anlatıcısı romanın adını alan ve geleceğin mihmandarı, her şeyden habersiz konuşur. Evinin damında iş gören Yahudi de geliyor Muhammed geliyor! diye bağırır. Pala’nın allatıcı figürü, perdesi onu dinleyelim.”Eşim oğlumuzu uyutmuş yemek hazırlıyordu. Müjdeyi duyunca ikimiz birden sakağa fırladık, aynı zamanda dayımın kızı olan Fatıma onu hiç görmemişti. Bense iki yıl evvel dostum Revaha’ın delaletliyle Müslüman olduktan birkaç ay sonra otuzumu geçtiğim yılda , Akabe’de ikisi kadın yetmiş beş kişiden biri olarak kendisiyle tanışmış elini tutmuş ve davetine iman etmiştim. “ anlatıcı Fatıma’nın Müslüman oluşunu, babası Kuss bin Saide’nin Ukaz Panayırında Pegyamberimizin bir at üstünde irad ettiği davetini hatırlar, kız her Yesrib’li gibi bu sözleri dinlemiş ve ezberlemiştir. Babasının haber verdiği kimse şimdi Yesrib’e geliyordu Fatıma’nın , Halid geleceği Ebu Eyyüb’ü yaşlı hurma ağacına tırmanın haberi tashin etmek ister.Ufukta bir gölge ve çevresinde karaltılar görür” Yesrib halkı inanan inanmayan dost ve düşman birer ikişer evlerinin damlarına çıkmaya başladılar. Herkes tatlı bir telaşa kapılmış , onu görmek istiyordu. Halit yola çıkar çocuk ağlamıştır, Fatıme “ sen git Halit oğlumun babası sen git!!” Kuba’ya varır,Akabede konuştukları aklına gelir. “Ey elçi senin uğrunda ölürsek bize ne var? Diye sorduğumuzda Cennet var demişti. “ dört gün boyunca Yesrib Kuba’ya aktı , ne bir hükümdar ne bir melik idi. Herkes gibi sade giyimli yalınkat tavırlı bir beşer idi. Yesrib’de inanan herkesin dilinde ve gönlünde idi , artık dikişlerini onun iğnesiyle dikiyor, tarlalarını onun sabanıyla sürüyorlardı. Bir ışıktı karanlık kalpleri aydınlatmaya gelmişti, her şeyin adı o olmuştu . Bütün hayatlar toplansa ve damıtılsa geriye o kalırdı. “(53)
“Herkes gibi bir insandı , insanlar içinde sıradan görünüyordu. Başkalarından fark eden tarafı nuru idi , bir nur ki başka hiç kimse de yoktu. “ Dört gün kuba’da kalır, eşi ona “ Beni götürmeni değil onu getirmeni istiyorum” der. Kendi gibi yoksul bir çulhanın evinde ne işi olabilirdi, Zübde-i Kainat’ın. O ik Cuma namazını kılar ve Ebu Eyyub onu dinleyenlerdendir. İlk Cuma hutbesi “ Ey insanlar sağlığınızda ahretiniz için hazırlık yapınız. Uyanınız, bir yarım hurma kadar hayır işleyecek de olsa ateşten korununuz, onu dahi bulamayan şükretmesini bilsin. İnsanlar unutmayınız bir hayır için on katından yedi yüz misline kadar sevap verilir” Herkes develerine binerler, Ebu Eyyub yayadır. Def sesleri eşliğinde neşeli şarkıların sesleri gelir.Hasan bin Sabit kasideler okur.
Ay doğdu üzerimize Veda tepelerinden
Şükür gerekti bize Allah’ın davetinden
Sen güneşsin sen aysın sen nur üstüne nur
Sen Süreyya yıldızısın ey Sevgili ey Resul
Herkesin kafasında acaba kimin evinde kalacak sorusu vardır. Devenin yularını çekiştirenlere “ Durun dokunmayın bir bildiği var bu devenin , muhtemelen Allah’ın emrettiği yere gidiyor.Ama bu deve biri tarafından yediliyordu. O nereye gideceğini bilerek ilerliyordu, Ebubekir ve Ali’nin develeri ise sanki ona uymuşlar bir katar halinde takip ediyorlardı. Mutlaka bu deveyi çekip götüren biri var, bizim görmediğimiz ve göremediğimiz biri “
Koşarak evinle gelir, evi kafilenin güzergahındadır, O ‘nu göstermek ister eşine “ Fatıma oğlumuz Eyyüb’u omzuna bindirmiş kapıda bekliyordu, elini tuttum ve artık bir şey söylemedim. O mubarek kadın her zaman olduğu gibi her şeyi anlamıştı. Sesler duyulur “ Gelişinle Yesrib yerin ve göğün en itibarlı toprağı oldu ey Elçi”Yahudiler bile onu evine davet ederler,Hazreçli zengin bir mümin ona yalvarır,” bize buyur ya Resul “
Kutlu Nebi asla müdahale etmiyor yularına hiç dokunmuyordu. Deve ne tarafa gideceğine karar verir gibi değil de çevrede kimler var diye bakar gibi çevresini süzdü.Fatıma yerinde duramıyor yumruklarını sıkmış ayak parmaklarının ucunda yükselerek yalvarıyordu. “ Canım Kusva gülüm Kusva bak buradayız, Eyyub çocuk burada , gel kurban olayım bu yakaya gel! Olamaz Kusva başını sallıyor anladığını gösterir gibi Fatıma’ya bakıyor ve geliyordu.Ebu Eyyub iç dialogları ile kendini bu işe bazen layık çok defa layık görmez, iyi düzenlenmiş monologlar, zenginleştirici.
Kusva eve yöneldiğinde Ebu Eyyüb bayılır, Fatıma başını dizlerine alır ve Kusva’nın nereye gedeceğine dikkat etmeden gözlerini yumar. Fatıma’nın monologları yürek burkan sevgi yumakları, yazarın nasıl bir aşkla yazdığı bu cümlelerin arkasında görülüyor, Türk edebiyatının kuru çorak vadilerden bu günlere dönmesi ne güzel şey. “ Yakınımda nefesler var gibiydi.Başıma bir şeyin dokunduğunu hissettim. O zaman durdu ,sesler kesildi .Birisi bana müjde vermeden gözlerimi açmayacaktım.”Harika dramatizasyonlar ve sahneler.
“ sana müjdeler olsun ey Kadın . Gözlerimi açtım ,seslenen bir sonraki devenin süvarisiydi Ebubekir. Kusva eşiğimizin önünde tam karşımda çökmek üzereydi ve boynunu bana doğru uzatıyor,başını sallıyordu. Birisi görünmeyen bir el onu yedip bize getirmiş, ıhlıyordu. Üstelik devecik bu gelişten memnun . Zeyd diye çağırdıkları sevimli bir çocuk deveyi tutuyor , bir, delikanlı da inmesine yardım ediyordu. Ali bu olmalıydı. “(67)
Romanın gerilimi, tension buraya kadar iyi tanzım edilmiştir, yavaş yavaş tırmanan bir gerilim, arkasından gelen merak unsuru, gerilim burada durur şu cümle ile “Diz çöküp mübarek elini Ebu Eyyub’un başına sürdü, Ebu Eyyub o anda gözlerini açtı. Elbette gülümseyerek , Ebu Eyyüb Antere’nin bir şiiri eşliğinde Sevgililer Sevgilisinin ellerine yapıştı, anladım ki o da benim gibi uyanmak istememiş, gelişinden emin olmadıkca gözlerini açmamıştı. Ebu Eyyüb şiirin şah beytine geldiğinde ellerine yapıştı, herkesi ama hassaten Ebubekir’i Ali’yi , Zeyd’i onunla birlikte evimize buyur ettik. Adımını atarken Bismillahirrahmanirrahim dedi , ondan öğrendiğim ilk kelam buydu , tekrar ettim.
O , Kusva’nın tercili ile Ebu Eyyüb’ün evinde kalacağız. “ der. Romanın bir kahramanı Kusva’dır.Romancı onu Fatıma’ya anlattırır” Gözüm Kusva’ya takıldı. Teşekkür için başını okşamak gelmişti içimden. Yolcusunu bize teslim etmişti. Emanetine hiyanet etmeyeceğimizi ve gözümüz gibi bakacağımızı ona söylemeyi çok isterdim. Ayağa kalkıp yürümeye başladığında sanki yolcusuyla birlikte yedicisini de kaybetmenin hüznünü taşıyordu. Gözünden yaş aktığını gördüm. Kainatın en müstesna varlığını ta Mekke’den itibaren taşıdıktan sonra ağlamasını haklı buluyordum. Ebu Eyyüb ta Mekke’den itibaren onun yularını yedenin Cebrail olduğunu söylüyordu. “(69)
Sonra olaylar. “ Ey Allah’ın elçisi buyurunuz. Teşekkür ederim , Eyyub’un babası, müsaade ederseniz ben düzayak sofada kalayım, böylece hem siz düzeninizi bozmayın , hem de gelen giden ziyaretçilere kolaylık olsun . Şaşırmıştık bizimle birlikte Ebubekir ve Ali de şaşırmıştı. O bir Peygamber idi . Kainatın bütün güzel mekanları ona feda idi.
Resullullah asır öncesine giden bir boyutta konuşur. “ Hane senin de değil bizim de değildir , ey Eyyub’un babası , hane önce Allah’ın sonra Melik Tubba’nındır. Ebu Eyyub gibi ben de şaşırmıştım. Bu evin ata dede misafiri olduğunu ve Melik Tubba’dan kaldığını nasıl biliyordu. Bu ismi aileden başka bilen olduğunu sanmıyordum. Nitekim Ebu Eyyub kekeledi. Evet ey Allah’ın elçisi . Büyük dedem Semul otursun diye Melik Tubba yaptırıp hediye etmiş. “ Romanın en önemli anı bundan sonra Peygamberimizin söylediği şu cümledir.
O halde getir bakalım bize onun mektubunu .” Romanın çekirdek vakası bu olay. Nukleos occurance. Bütün roman bu çekirdek üzerine inşa edilmiş. “Hangi mektup ey Allah’ın elçisi ? Melik Tubba’nın büyük dedene emanet ettiği mektup , bize yazılmış olan mektup!
Aman el Nebi , canım kurban böyle bir mektup bilmiyorum. Evinizde sakladığınız bir sandıkta olması lazım. Ebu Eyyub hatırlar gibi oldu. Ey ulu Allah’ın müstesna elçisi , evimizde nesilden nesile emanet edilen bir sandık vardır, babadan oğula korur dururuz . Sülalemizin erkeklerine bir tür sorumluluktur ve oğlum Eyyüb doğduğunda çocuğumun olması kadar , babamdan teslim aldığım o sandığı emanet edecek bir veliahd sahibi oluşumu da sevindim bu yüzden. Ama o sandıkta bir mektuptan söz etmediler. Babam bana emanet ederken içinde kil bir tablet olduğunu tabletin üzerinde Melik Tubba’ya ve bu eve ilişkin kayıtlar bulunduğunu anlatmıştı.
Bahsettiğiniz o sandık evimizde efendim, anahtarı olmayan bir sandık. Nesillerdir hiç açılmadığından içinde ne olduğunu bilen yok .
Tozunu silip getirdiğim küçük sandığın paslanmış kilidini açmaya çalışırken Ebu Eyyüb ile Zeyd’in elleri titriyordu. Kilit bir iki zorlamadan sonra kırılarak açılabildi. İçinde kumaşlara sarılı kırk altın para ile iki karışa bir karışlık bir tablet olduğunu gördük . Sırlanıp pişirilmiş tuğladan . Elimdeki bezle tozunu silip üfledim . Gerçekten de üzerinde yazıya benzer şekiller vardı. Ebu Eyyüb okuma bilirdi, bunların İbrani harflerine benzediğini söyledi ve Resullullaha takdim ettik, Besmele çekip eline aldı.
Zeyd önce sandığın üzerindeki yazıyı çözmeye çalıştı. Yer yer silinmişti, ama heceleyerek çıkardı.”Evvel ve ahir her şey her emir ve takdir Allah u Taalanındır.Zeyd tableti sağdan sola doğru okumaya başladı. “ Melik Ümeyr’in ve ondan Düru’nun ve ondan yine Ümeyr’in oğlu Melik Tübba’dan Allah’ın peygamberi olan övülmüşe
Selamdan sonra
Hakikat ben sana ve sana indirilen kitaba iman ettim. Bilki senin dinin ve sünnetin üzereyim ve senin Rabbine iman ettim. Ve senin iman ve İslam kaidelerince Rabb’den getirdiğin şeylerin cümlesine iman ettim. Eğer senin vaktine erişebilirsem ne güzel ve ne ala . Yok erişemezsem bana Allah katında şefaat eyle ve kıyamet gününde beni unutma . Zaten ben Davud’un ve senin atan İbrahim’in yolu üzereyim.
Misafirimiz daha evimize adım atar atmaz bizi hak peygamber olduğuna inandırmıştı. Mektubun okunması bitince Hz Peygamber üç defa tekrarladı:
Merhaba Salih kardeş Düru merhaba Melik Tübba
Sonra bize döndü; Melik Tübba mümin idi , İslam idi .
Hepimiz sarhoş idik , yaşadığımız güzellikten ve mutluluktan.
İstirahata çekilirken düşünürler. Nasıl olursa bir peygamberin istirahat ettiği yerin üst katında yatabilirdik?
Kutlu Nebi evimizde tam yedi ay kaldı. Çıplak ve fakir soframız sultanlara layık ziyafet sinileri kabilinden zenginleşti.Bir müddet sonra Efendiler Efendisi hiç kimseden bir şey getirmemelerini rica etti. Eşya gelmedi ama tepsi tepsi sofraların ardı arkası kesilmedi.
Efendimizin kızları Ümmügülsüm ile Fatıma Ebubekir’in ailesi ve daha nice hanımlara da bizzat ben kendi odamda ikramda bulundum.
O geldikten sonra Yesrib de hayatlar farklılaşmaya başladı. Zamana hükmeden kin ve öfke zeminde barış ve esenliğe dönüştü. Yesrib Medinat ün Nebi oldu. Eğlence merkezli hayat düşünce ve tefekkür merkezli hayata evrildi.
Kocamı o yedi aydan sonra daha çok sevdim. Çünkü geceler ve gündüzler boyunca Sevgililer sevgilisinin dizi dibinde , eşiği taşında , penceresi önünde ceylan ürkekliği ile bekledi, onu korumak için nöbet tuttu, emre amade oldu, can attı. Ona vahiy katipliği yaptı, sözlerini hadis diye belledi ezberledi. Mescid inşaatında kerpiç taşıdı, Ebu Eyyüb ne zaman Melik Tübba’nın veziri Semul’ün torunu olduğuna şükredecek olsa ben de onun eşi olduğuma şükrettim.
Ben Fatıma’yım , şeker sözlü Kus bin Saide’nin kızı Fatıma
Zeyd oğlu Halid’in eşi Fatıma . Bir şairin kızı olmakla övünmeyeyim mi ?
Ensardan birinin eşi olduğum için övünmeyeyim mi ?
Cebrail sık sık evimize geldi diye övünmeyeyim mi ?
Sevgililer sevgilisi pişirdiklerimi yedi diye övünmeyeyim mi ?
Romanın birinci bölümü seksen sahifeden meydana geliyor, Hz Peygamber’in asm etrafında bir yan epizot olarak Eyyüb El Ensari’nin ortak vakaları bir arada harmanlanmış. Mekke’den Peygamberimizin Medine’ye göçünü esas alan ve Medine’de Mihmandarı Hz Eyyüb’ün evinde konaklama süresine kadar ki yedi aylık süreyi içine alır.Hz Eyyüb ile Peygamberimizin vakaları Hz Eyyub’un evinde kesişir, ama bu kesişme dokuz göbek bir soyun Cenabı Nebi ile birleşen iletişimlerinin de hikayesidir. İlahi iradenin ne kadar büyük bir periyodda peygamberinin yeryüzüne teşrifini tensib buyurduğunu ortaya koyar.
Beşinci alt bölümde Hz Muaviye zamanında , Halifenin Bizans elçisini kabülü yeni bir vakadır.Vakayı anlatan Hz Muaviyedir. Bizanz elçisi ile Ermeni elçisinin kendilerine yardım etmeleri için halifeye uğramaları ve maksatlarını izah etmelerini dinleyen halife onlardan birine yardım etmeyi uygun bulur bu Ermeni elçisi Sergious’tur. Ermeni kumandanına bir mektup yazar”Sen ki benim din düşmanımın büyüğü Bizans’a isyan etmiş olan dini ayrık Sobarious nam cengaversin , milletinin özgürlüğü için yaptığın haklı mücadelede sana yardım edeceğim. “(96) Halife Bizans’a karşı galip gelmek ve istanbul’u elde etmek için siyaset üretmektedir. Altıncı bölüm Eudoksia isimli bir bir genç kızın dilinden anlatılır. Çok iddiacı ve hedefleri olan bir genç kızdır. Diğer adı Genna olan bu kadın, babasının sözüne göre Bizans’a istanbul’a gitmiştir. Özel muhafızlar eşliğinde yola çıkmış annesini bulmak için.Bu tuhaf kadın babasının kendine ve annesine yaptığı kötülükten dolayı onu öldürmek ve annesine kavuşmak için çabalar.Romanın kişilik sahibi nesnelerinden biri onun flütüdür, aynı zamanda bir zehirli öldürücü silahtır bu flüt.Yedinci bölümde Halife Muaviye’nun huzurunda Hz Ömer’in oğlu Abdullah ile cihat ve savaş, istanbul’u almak konularını tartışır.Halife İstanbul’u almakta kararlıdır. Ordunun başına oğlu Yezid’i koyması eleştirilir. Ordunun içinde az da olsa ashabdan şahıslar vardır, bunlar zaferin teminatı olarak telakki edilir. Bunların içinde en önemlisi Mihmandarı Resulullah HzEyyüb el Ensari’dir.Romanın bir kişisi biraz da tip değil karakteri silah üretimine kendini vermiş, Müslüman olmayan birisidir, Müslümanlara Müslüman olmadığı halde bağlıdır, ihaneti düşünmez. Bir laboratuar inşa eder patlayıcı silahlar ve eriyikler elde etmek gayesindedir. Azgın ateş diye bir silahın peşindedir. Harraka diye bir yakıcı üretmeye vermiştir kendini . Ürettiği patlayıcı sıçrayacak geniş bir alanı tutuşturacak , bundan akabilecek bir ateş üretecektir. Bu zat Kallikinostur, eşinin adı Oksy , kızının adı da Genna’dır.
Romanın en selis ve akıcı kısmı ilk seksen sahifedir, ama daha sonraki bölümler birden bire hızlı akan bir nehrin kurak ve taşlık bir araziye rastlayıp hantallaşmasına benziyor. Bölümlerin olayları vakayı götüremeyecek kadar ağır tempolu. Blending yani harmanlama yönünden daha farklı olabilirdi. Tema ve tez, başka roman sanatı daha başka .
Hz Eyyüb’ün oğlu babasını seksen yaşında cihada sefere çıkmaması gerektiği konusunda ikna etmeye çabalar. Oğluna “ Ölüme bu kadar takılıp kalma oğul, insanlar ölmek için doğuyor. Zaman bir bezirgan, ölüm alır, ölüm satar. Zamanlar öldükce ölümün zamanı gelir. Ebedi hakikatın kendisidir ölüm” Oğluna “bu da bir yol oğul ben Allah’ın yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz “ diyen ayeti okuduktan sonra nasıl olur da kendimi cihada vakfetmem”(142) “ Sefer dediğin iki yüzlü bir aynadır oğul. Hakikat arka yüzündedir. Meşakkati vardır diye azmi bırakmak, karanlıkta oturup nuru bırakmaktır. Ölümden korkmak ise hergün ölmektir. Oğul harp etmeye hiçbir şey mani değildir” Kutlu Nebi Allah’ın salih ameller içinde sevdiği üç ameldir, namazı vakti girer girmez kılmak, anne babaya hürmet ve itaat, Allah uğruna düşman ile cihad” Peygamberimizin emirleri insanları şevke getiyordu. “ Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki siz Kayser’in hazinelerini elde edeceksiniz” Ayrıca “konstantiniye elbette fetholunacaktır, onu fgetheden emir ne güzel emir, onun ordusu ne güzel ordudur” Ordu yola çıkmış ve Malatya’daki Bizans karargahını ele geçirmiştir. Bir ara orduda hastalık başlar, dua istenir hastalığın geçmesi için.
Yer yer babasından bahseder anlatıcı olarak Halid ‘in oğlu Eyyüb “ Medine’de babam herkesin hürmetine mazhardı. Kur’an hafızıydı , Hz Peygambere dair pek çok hatıraları vardı, Kur’an ve hadisten bilgilerini insanlarla paylaşıyordu. Efendiler Efendisinin üz yüz arkadaşıyla birlikte “ şüphesiz cennet sizin için vacip oldu “ buyurduğu Bedir Ashabındandı. Bedir’de meleklerle yan yana aynı cephede savaşmışlardır. Her yerde onun hatıralarını arıyordu. Evdeki eşyaların yerlerini değiştirip Kutlu Nebi’nin elinin değdiği yerleri eliyle yokluyordu. Namazda hiçbir şey duymazdı, bir keresinde namaz kılarken mescidin duvarı yıkılmış o fark etmemiş, namazdan sonra ne olduğunu sormuş. O zaman öğrenmiş. Oğlu onu uğurlarken “ Allah’ın kitabında yirmi dört kez cihattan bahsedilirken , buna ilaveten dört kez de emir kipiyle Cihad edin buyurulurken nasıl olur da gelecek teklife hayır derim”( 153)”Allah yolunda cihad edenler var ya işte bunlar Allah’ın rahmetini umabilirler.” Sevgili “ En şerefli ölümler şehitlerin ölümüdür” der. Şehitlerin başında Rahmani neşideler okuyan melekler benim başıma gelmesin mi ? Oğul unutma yıldızlar başka bir kıyıda doğmak için batarlar. Sevgilim kostantiniye için müjdeler vermiş se o müjdelere ermeyeyim mi oğul. Onunla özlem gidermeye cennete girmeyeyim mi oğul? “Bu dine girerseniz ilerde Konstantiniye sizin olacak “ derdi. Oğul babayı vazgeçirmekten vazgeçer. Babası seksen yaşında sefere katılan bir evlat ne yapabilirdi.” Kim benim sözlerimden kırk tanesini ezberlerse Allah onu fakihler ve alimler topluluğu ile diriltir. “
Ebu Eyyüb Medine Valisi Mervan ile konuşur, Ebu Eyyüb Halife’ye yeğeninin şikayet eder ve hatta onu eleştirir. “ Biz ey Halife nefsimiz için sizden bir şey istemeyiz, illa cihanın bozulma eğiliminden ve Bizans’ın ıslahından evvel kendimizi ıslah etmemiz gerektiğinden söz ederiz.siz ise iktidarınızı güçlendirecek tantanalı işler peşindesiniz. Nefsimizle savaşıp maddi zenginlik elde etmekten önce gelir kendimizi ıslah etmek. Ruh imarı yoksa memleketi imar masiva duygusunu artırır o da ancak dine zarar verir. “(162) Dünyayı kuvvet ve kanunlar değil Allah’ın koyduğu güzel ahlak ve vicdan idare eder. O buyurmuştur ki “ Ey Ensar “ benden sonra servet ve saltanat sahibi emirler görmeniz muhakkaktır. O gün geldiğinde size bıraktığım dine ve sünnetime sarılmak suretiyle sabır ve sebat gösteriniz ki ancak doğru yolu bulabilesiniz”(165)Dört şey peygamberlerin adetlerindendir. “ güzel koku sürünmek , evlenmek, misvak kullanmak , haya sahibi olmak”