Keşke bu yazımı ülkemiz dışındaki Müslümanlar da okusa... Uyanıştan reformu kastetmiyorum. Nassların değiştirilmesinden bahsetmiyorum. Kuran-ı Kerim veya sahih hadislere müdahaleyi ima etmiyorum. Çünkü böyle bir şeyi düşünmek, bana göre sakim ve sakil bir aklın tezahürü olabilir ancak. Biliyorum ki, İslam âleminin problemi; insanındadır, kişilerdedir, kurumlardadır, yönetenlerdedir, âlimlerdedir, sokaktaki vatandaştadır. Problem teoride değil pratiktedir. Dinin temel nasslarında problem veya eksiklik yoktur. Eksik olan bunları doğru okuyamamak ve doğru anlayamamaktır.
İslam âlemi uyanmak zorunda. Bunun böyle gitmeyeceği ortada. Batı ülkelerini bilim ve teknolojide, insan kaynaklarında, planlamada maalesef geriden takip ediyoruz. Şu veya bu sebepten dolayı hak ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık. Kısmi hamleler varsa da bizi doyurmuyor, yetmiyor, tatmin etmiyor. Bir zamanlar diye başlamak istemiyorum ama gerçekten de bir zamanlar İspanya'da -Endülüs'te- kurduğumuz uygarlığa vefalı davranamadık. O gün bizim çok gerimizde olanlar bizi aşmış durumdalar. O gün uygarlığımızı anlatmaktan bile aciz olan bağnazlar, sonraları okuyarak bizi geçtiler. Çünkü çalıştılar. Çünkü gayret ettiler.
Arap baharı diye başlayan hareketlilik manipüle edilmez ve mecrasından kaydırılmaz ve zafer gibi görülen her şey bir gecede hezimet ve hayal kırıklığına uğramazsa Müslümanların gerçekle yüzleşmeleri için belki bir başlangıç olur diye ümitleniyorum.
Tembeliz. Pintiyiz. Çalışmıyoruz. Üretmiyoruz. Bilimsel çalışmalarımız yeterli değil. Birbirimize güvenmiyoruz. Zenginimiz aşırı lükse düşkün. Fakirimiz hayattan tamamen kopmuş. Sahtekârlığın ve düzenbazlığın güneş yüzü görmemiş her türlüsü heybemizde saklı duruyor. Belki bunları okurken kızıyorsunuz, ama aynı zamanda haklı olduğumu da biliyorsunuz.
Hz.Ömer ve hazır yiyiciler
Aşiret mantığından henüz sıyrılamadık. Yanlış bir tevekkül anlayışına sahibiz. Gölgede oturup boş laf eden ve sağdansoldan gelecek lokmalarla asalak olarak yaşayan bir grubu gören Hz. Ömer (r.a.) sorar; "Siz kimsiniz? Neyi bekliyorsunuz?" adamlar cevap verir; bizler mütevekkilleriz -tevekkül eden-. Allah bizi doyursun diye bekliyoruz. Hz. Ömer hiddetlenir. Sopasını kaldırıp kovalar bu asalak cemaati ve arkadan bağırır. "Siz ancak hazır yiyiciler, asalaklar olabilirsiniz."
Bugünkü tevekkülümüz, maalesef o günkü "müteakil = hazır yiyiciler" tevekkülüne benziyor. Amaçlarımız belirgin değil.
Kafamız karışık. Amaçta bocalayıp duruyoruz. Kalbimiz gibi; sokağımız, caddemiz, kafamız, vicdanımız, camilerimiz pırıl pırıl olmalı. Mis gibi kokmalı. Gençlerimiz -Kuran ve İslam dairesi içinde kalarak- dünyadaki bütün teknolojiyi en iyi şekilde kullanmalılar. Hayır, sadece kullanmakla kalmamalı, bizzat kendileri teknolojiyi üretmeliler. Katkıda bulunmalılar. Önleri açılmalı. Gençlere güvenilmeli. İmkân tanınmalı. Destek verilmeli.
Asrın idrakine İslam'ı sunabilmek
Üniversiteler öğrencinin kıyafetiyle, sakalı, bıyığıyla, küpesiyle anılacağına, bilimsel çalışmalarla anılmalı. Kuranı Kerim'in derin ufkuna muhatap olan bir imanın insanları olarak dünyanın kültürel formatlarını belirleyen egoist sistemlerin uydusu olmaktan utanç duyuyorum. Sömürülen mazlum, geri kalmış, baskı altındaki dünya insanların, bugünkü baskın batı kültüründen başkaca seçenekleri olmalı. Biz İslam âlemi olarak o seçenek olabiliriz. Ama öncelikle böyle olabileceğimize iman etmeliyiz. Gelişmeliyiz. Hamle yapmalıyız. Şu öldürücü ataleti atmalıyız. Büyük şairin dediği, "asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı"çok mu boşa söylenmiş bir söz olarak kaldı. Çok mu anlamsız sizce?
Entelektüel gevezelikleriyle maruf bazı zevat, bu kısır döngüyü çözmek için İslam'ın temel nasslarıyla didişmeyi marifet biliyorlar. Onlara göre Kuran-ı Kerim'in bazı ayetlerini veya hadisleri tümden devre dışı bırakmak gerekiyor. Böyle diyorlar. Batılı İslamiyetçilerin, oryantalistlerin bu kadar açık şekilde dile getiremediği bu uyduruk, boş, safsata ve fasit hezeyanlar, sağlıklı ulemanın diyeceği şeyler değildir elbette. Bu yorumlar hasta ve imanında problemi olanların hezeyanı olabilir ancak. Zaten sağlıklı, insaflı, imanlı ve edepli hiçbir ilahiyatçıdan böyle bir hezeyan göremezsiniz. Diyenleri de teraziye koymanız doğru değildir. İtibara almamak gerekir.
En büyük kitlesel organizasyon cuma namazıdır
Hocalarımız daha sade ve anlaşılır bir dil kullanmalılar. Camilerimizin en büyük kitle organizasyonuna, cuma namazlarında şahit olunuyor. Camiye gelen cemaati doyurabiliyor musunuz? Hayati mesajları iletebiliyor muyuz? Binlerce kitap okuyup, farklı kültürlerin baskısı altında olan gencimiz camide sorularına cevap bulabiliyor mu? Daha doğrusu, sorusunu soracak cesareti bulabiliyor mu?
Arap ve İslam âlemindeki hutbeleri dinliyorum. Merak edip okuyorum. İstediğimiz, çağın gerektirdiği, büyük ve etkili medeniyet olmanın zorunlu kıldığı uyarılar var mı diye? Maalesef bulamıyorum. Bizim hep bilegeldiğimiz, klasik -elbette ki gerekli ama, dozunda gerekli olan- uyarıların ötesine geçilemiyor. Hayati dokunuşlar, can veren mesajlar, kitleyi farklılaştıracak hikmetler yok. Hitabeler bunlardan yoksun. Ahlak vurgusu az. Ticaret ahlakı, komşu ahlakı, hak hukuk ahlakı, çalışma ahlakı, emanet ahlakı, alışveriş ahlakı, yolculuk ahlakı, temizlik ahlakı, iş ahlakı vs. ile ilgili mesajlar ya vurucu değil veya yetersiz. Diyeceksiniz ki bunlar çok mu önemli. Elbette önemli. Birçok hadis kitabında =edeb, adab= ile ilgili hadisler en belirgin yeri tutuyor.
Uyanış camiden mi başlamalı?
Diyeceksiniz "Camiden mi düzeleceğiz" elbette sadece camiyle olmaz bu iş. Cami örneğini vererek her bir kurumun kendi içindeki sorumluluklarına bir kapı açayım istedim.
İslam âlemi hamle yapmak zorunda. Görüntüsüyle, şehirleriyle, temiz kıyafetiyle, nezaketiyle, zarafetiyle ilerlemek zorunda. Çok güzel örnekler var. Ama daha yaygın hale gelmeli. Daha fazlalaşmalı.
Bu kadarı yetmiyor. Bizi tatmin etmiyor. Bu çağda hâlâ kağnı arabaları hâlâ nehirlerde çamaşır yıkayan kadınlar. Ayaklarında ayakkabı bile olmayan çocuklar. Üzerinde sineklerin üşüştüğü seyyar satıcı tablaları. Ülke adını vermek istemiyorum. Çünkü derdim üzüm yemek. Bağcı dövmek değil. Tahkir etmekten veya küçük görmekten de Yüce Rabbe milyar kez sığınırım. Ama, İslam âleminin bazı bölgelerinde manzara bu. Bu manzarayı başka kültürler, devletler o kadar insafsızca ve vicdansızca istismar ediyorlar ki. Yıkımın ve zararın dozunu tahmin bile edemezsiniz. Yurtdışında binlerce konferans veren biri olarak bununla ilgili öylesine soru ve yakınmalara muhatap oldum ki hayal bile edemezsiniz.
Elbette sadece halkları bu görüntüden sorumlu tutamayız. Bu tür ülkelerdeki yöneticiler bu işin baş sorumlusudurlar. Ülkesini ileriye götüremeyen, bir şey yapamadığı zaman da çekip gitmeyi bilmeyen, halkların başına zamk gibi yapışan ufku dar, vizyonu olmayan yöneticiler bu manzaraların sorumlularıdır.
Nasılsanız öyle idare olunursunuz
Halkın suçu hiç mi yok diye sormuştum. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun cevabını vermiştir. Kema tekunu yüvella aleyküm.=
"Nasılsanız, neyi hak ediyorsanız, öyle idare olunursunuz." Bu satırlar bir dost yakınmasıdır. Herkesin gönlünden geçirip de söyleyemediği duyguların kaleme dökülmüş iç muhasebesidir. Bu açıdan bakıldığında Kuran-ı Kerim'in ve Hz. Peygamber'in öngördüğü insanı inşa etmekte yetersiz kaldığımızı, kutsal kitaptan uzak olduğumuzu söylesem haksızlık etmiş olmam. Kıyasıya bir rekabet var. Dünyada güçsüzlere hayat hakkı tanınmıyor. İnsafsızca bir kavga var. Güçsüzler özgürlüğünü bile koruyamaz halde. Uyanmak, pozisyonumuzu değiştirip, ufkumuzu açmak zorundayız. Çünkü batı ülkelerinde sınırsız ve çapsız bir ırkçılık, ikiyüzlülük, bağnazlık ve İslam korkusu var. Buna karşı hamasi söylemlerle değil, ilerleyerek karşı koyabiliriz. Elimiz güçlü değil. Sırtımız da pek değil. Ama bizi ötelere taşıyacak bir kitabımız, aklımız, özgüvenimiz ve onurumuz var.
Son bir not: Ülkemizin bu manzara ve olumsuzlukların çoğundan uzak olduğunu görmemiz en büyük tesellimiz.
Sabah