Gerçekten ahir zamanın bütün dehşet ve vahşetini topyekün bir İslam Dünyası olarak yaşamaya devam ediyoruz. Son üç yüz yıllık bir dönem içinde yaşanan dehşetli hadiseler, fitne ve fesat hareketleri, hız kesmeden bütün şiddeti ile farklı renk ve şekillerde yaşanıyor.
Mısır’da demokratik gösterilerle başlayan, seçimi netice veren ve Mısır halkının iradesi ile sonuçlanan süreç, hepimizi büyük oranda ümitlendirmişti. Ümitlenmemiz için çok sayıda sebep de vardı aslında. Fakat belki Mursi başkanlığındaki demokratik Mısır yönetiminin tecrübesizliği ve İslam düşmanlarının sinsi ve dessas gayretleri ile bu umutlu süreç maalesef tersine çevrildi.
Mısır’da yaşanan çirkin darbe, bu darbeye demokrasi havarisi geçinen ABD ve Batılı devletlerin verdiği büyük destek, aslında yaşanan demokratikleşme sürecinin çok önemli olduğunu da gösterdi. Çünkü Mısır’daki süreç böyle çirkin bir suikasta uğrayıp önlenmeseydi, Suriye’deki hadiselerin de bu kadar uzaması, bu kadar can yakıcı boyutlara ulaşması mümkün olmayacaktı.
İslam âlemi üzerinde ciddi hesaplar yapan şer güçlerin, demokratikleşme sürecinden ne kadar rahatsız oldukları, her geçen gün bütün çirkinliği ile ve çok açık bir şekilde ortaya çıkmaya devam ediyor. Suriye’de diktatör Esed yönetimine karşı mücadele eden Özgür Suriye Ordusu üzerinde oynanan oyunlar; bölme, parçalama taktikleri, yine bu çirkin oyunun bir parçası olarak sırıtıyor.
Her zaman Demokratik yönetimleri desteklediklerini söyleyen, diktatörlükle mücadele ettiklerini her vesile ile gündeme getiren Batılı güçlerin büyük yalanı, Suriye meselesinde, çok bariz bir şekilde görülmüştür. Esed diktatörlüğüne karşı mücadele eden güçlere, İslam dünyasının lehinde olabilecek gelişmelere kapı açabileceği korkusu ile hiçbir yardımda bulunulmamış, tam aksine, bu güçlerin zayıf düşürülmesi ve farklı mülahazalar ile bölünmesi için elinden gelen bütün çabaları sarf etmekten çekinmemiştir.
Suriye’de dördüncü yılını yaşayan dramın bilançosu, her geçen gün büyümeye devam ediyor. İki yüz bini aşkın insan bu çirkin savaşın kurbanı oldu. Bunların içinde çok sayıda kadın ve çocuk da bulunmakta. Milyonlarca insan vatanlarından ayrılmak ve başka ülkelerde çok zor şartlarda yaşamaya devam ediyor. Bu sayı her geçen gün artıyor. Türkiye’ye iltica etmiş Suriye’lilerin sayısı, bir milyonun da üzerine çıktı. Bu sayının nerede duracağını da kimse bilmiyor.
Türkiye, kardeşlik şuuru ve komşuluk bilinciyle, bu insanlara elinden gelen yardımı yapıyor. Gaziantep’te bu yardımların ne kadar büyük bir gayret ve heyecanla yapıldığına bizzat şahit oluyoruz. Fakat bu konunun nereye kadar devam edeceği konusundaki belirsizlik de, birçok insanı maalesef ürkütüyor. Oluşmaya başlayan tereddütlerin de sıkıcı yansımalarına, zaman zaman üzülerek şahit oluyoruz.
Suriye’deki otorite boşluğundan istifade ederek ortaya çıkan ve art niyetle desteklenen örgütlerin, büyük bir kargaşa içinde sebep oldukları haksızlık ve zulümlerin de, artık dayanılmaz bir noktaya geldiğini bütün çıplaklığı ile basın ve yayın kuruluşlarında üzülerek takip ediyoruz.
Belirsizlik, birçok problemi de beraber getiriyor. Elbette rahmet-i İlahiyeden ümidimizi asla kesemeyiz. Fakat bazen halk tabakalarında, zihni bulanık ve tereddütleri de görünce, bunlara engel olamamanın acısını yaşamak da canımızı yakmaya devam ediyor.
Suriye’nin bütün dehşet ve cinayetleri ile gözümüzün önünde bulunduğu bir sırada, Irak’ta fitne ateşinin birden bütün bölgeyi içine alacak şekilde parlaması da, Müslüman kardeşlerimiz için yaşadığımız hüznün katmerlenmesine vesile oldu.
Evet, Irak topraklarında, Kerbela’da yaşanan büyük fecaatin ardından fitne hareketleri hiç eksik olmadı. Bu topraklarda kardeş kavgaları yüzyıllardır Müslümanların canını acıtmaya devam ediyor.
Tabii ki, büyük petrol yataklarına sahip olan ve dünyanın beşinci büyük petrol üreticisi konumunda bulunan Irak üzerinde oynanan oyunlar, şekil ve boyut değiştirerek devam ediyor.
Bu topraklar Saddam Hüseyin döneminde çok büyük acılar yaşadı. Saddam’ın zulmü maalesef yeri göğü kapladı. On yıl süren İran-Irak savaşında yüzbinlerce insan öldü. Elbette bu savaş sırasında Müslümanların yaşadığı maddi kayıpları hesaplamanın da çok zor olduğunu biliyoruz.
Halepçe’de, bir sabah Saddam’ım emriyle havalanan uçaklardan atılan kimyasal silahlar, beş binden fazla, çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlı olan Kürt kardeşimiz, hunharca katledildi. Bu Halepçe katliamı, tarihin utanç sayfaları arasındaki yerini aldı.
Yine Saddam’ın hırsının neticesi olarak yaşanan Kuveyt işgali, çok daha büyük, elim ve korkunç ölüm, kayıp ve infazları da beraber getirdi. Bu durum, ABD ve müttefiklerinin bu İslam topraklarını işgal etmesi ve zenginliklerine el koyması için çok büyük bir fırsat oldu.
Zaten Kuveyt işgali, bir teşvik ve tertibin neticesi meydana geldi. Gözlerini hırs bürümüş Zalim Saddam ve avaneleri, bu ateşin içine kendi istek ve iradeleri ile atıldılar. Bu dehşetli hataları ile kendi sonlarını hazırlamakla kalmadılar, bütün bir ülkeyi ve dolayısıyla bölgeyi de büyük bir fitnenin içine yuvarladılar.
Şimdilerde Irak’ta yaşanan bu hadiseler, Saddam sonrası bölgeyi işgal eden ve uzun yıllar fiilen yöneten ABD’nin eseri ve artıkları olarak tezahür ediyor. Çünkü Irak yönetimi maalesef adil ve gerçekçi bir düzene kavuşturulmadı. Şu anda en rahat bölge olarak görünen Irak Kürdistan’ı da, büyük problemler içinde yaşayan bu bölgede diken üstünde ve kendini her an büyük problemlerin içinde bulabilir.
IŞİD ile bağlantılı olarak ve bölgede yaşanan diğer bütün gelişmeleri, Irak’ta kurulan yapının, şu anda fiilen iş başında bulunan Maliki yönetiminin büyük hatalarından ayrı olarak da değerlendirmek mümkün değildir. Saddam Hüseyin’in Şii ve Kürtleri dışlayan ve düşman olarak kabul eden yönetim anlayışına bir tepki olarak Maliki’nin de Sünnileri hedef alan düşmanca uygulamaları, büyük rahatsızlıklara sebep olmaktadır.
Şu an için konjuktür çok müsait olmadığı için Kürtlerle asgari düzeyde de olsa iyi geçinmeye çalışan Maliki’nin, iyice güçlenmesi ve ipleri tam anlamıyla eline alması halinde, Kürtler için de çok iyi şeyler düşünmediği ve iyi niyetler beslemediği de bir sır değildir.
Türkiye’nin Irak Kürdistan’ı ile yaptığı ve elli yıllık bir dönemi kapsayan petrol antlaşmasından Maliki ve ABD, her vesile ile rahatsızlıklarını ifade etmekten geri durmuyorlar.
Musul’un IŞİD tarafından işgal edilmesi ve Türkiye Başkonsolosluğunu işgali ve görevlilerin rehin alınması ile büyüyen olayların, bütün bu gelişmelerden bağımsız olduğunu söylemek, ne kadar gerçekçi olacaktır?
Orta Doğu’da ve özellikle komşu ülkelerde oynanan, ABD ve Batılı devletlerin aktör konumunda bulunduğu, çok sayıda piyonun ortalıkta dolaştığı bu satranç oyununun, bizleri üzecek bir şekilde sonuçlanmaması için çok dua etmekle birlikte, çok dikkatli olmak zorundayız.
Musul’daki gelişmelerin ardından, Türkiye’nin tahriklere kapılmadan dikkatli bir diplomasi ve üslup ile sürdürdüğü çalışmaların, pek yakın bir zamanda en güzel bir şekilde semere vermesini temenni ediyoruz. İnşallah Konsolosluk görevlileri ile birlikte rehin alınan bütün vatandaşlarımız, hiçbir zarar görmeden kurtulur ve ailelerine kavuşurlar.
Bunun ile birlikte, kim ne derse desin, Türkiye İslam ülkeleri için çok önemli bir mevkidedir ve kaderin biçtiği liderlik misyonu bütün engellemelere rağmen devam etmektedir. Türkiye üzerinde oynanan oyunların çok önemli bir kısmı, bu liderlik rolünü tam anlamıyla üstlenmesinin önüne geçmek için tezgâhlanan hile ve tertiplerdir.
Fakat son yıllarda bütün engellemelere ve tezgâhlara rağmen, Türkiye’nin güçlenmesinin ve bölgede daha fazla söz sahibi olmasının önüne geçemeyen iç ve dış fitne odakları, Sisi zihniyeti ile Türkiye’nin önünü kesmek için her türlü planlarını devreye sokmaktan çekinmeyeceklerdir.
Milletin kafasını karıştırmak için derin mahfillerde yaptıkları plan ve hilelerini Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında devreye sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacak bu güçlere, artık her şeyin farkına varan milletimiz geçit vermeyecek ve bu çevrelerin oyunlarını inşallah başlarına geçirecektir.
Rabbimizin İslam aleminin kurtuluş ve selameti için takdir ettiği programı engellemeye, hiçbir fitne odağının gücü elbette yetmeyecektir.